Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle 18. Yüzyıl’ın ikinci yarısı ile birlikte başlayan modernleşme hareketlerinin bir yansımasını da devlet bürokrasisi içerisinde görmek mümkündür. Gelişen ve değişen dünya normlarına, bürokrasisine ve devlet yapısına ayak uydurmaya çalışan Osmanlı İmparatorluğu, devlet yönetimi ile alâkalı birçok reform ve düzenlemeye gitmiştir. Bu reformların en önemlilerinden bir tanesi de Hariciye Nezareti’nin kurulması olarak gösterilebilir. Hepimizin bildiği üzere günümüzde ise Hariciye Nezareti, Dışişleri Bakanlığı’na denk gelmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Hariciye Nezareti’nin kurulmasının birçok nedeninden ve öneminden bahsedebiliriz. Özellikle 1699 yılının Ocak ayında imzalanan Karlofça Antlaşması ile birlikte tarihinde ilk defa toprak kaybetmeye başlayan İmparatorluk, ilerleyen yıllarda da ‘muharebe meydanları’nda kazanamadıklarını ancak masa başında – yani diplomasi – ile telafi edebileceğini fark etmiştir. Bu durum fark edildiği zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer devletler ile ilişkileri Reis-ül Küttab ve geçici elçilikler vasıtası ile yürütülüyordu. Özellikle 18. Yüzyıl’ın sonlarına doğru reform hareketlerinin de başlamasıyla, bu iki kurumun (Reis-ül Küttab ve geçici elçilikler) yeterli olmadığı kanısı güçlenmeye başlamıştı. Bununla birlikte daha eğitimli, devletlerarası ilişkilerde daha deneyimli olan kimselerden oluşan ve eskisine göre daha üst düzey memuriyet vasfına sahip olan Hariciye Nezareti kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu’nda reform denildiğinde III. Selim ile birlikte akla gelen ilk isimlerden bir tanesi olan II. Mahmud’un saltanatının son yıllarına denk gelen 1836 yılında kurulan Hariciye Nezareti’nin başına da son Reis-ül Küttab olarak tarihe geçen Mehmed Akif Paşa getirilmiştir.
Aslında bu yazıya sadece Hariciye Nezareti’ni tanıtmak, geçmişi hakkında bilgi vermek adına başlamadım.
Okuma yaparken dikkatimi çeken bir konuya gelmek istiyorum. Malumunuz, ilkokuldan beri bize sık sık hatırlatılan mevzulardan birisidir imparatorlukların multi-kültürel ve multi-etnik yapıları. Bu konuda Osmanlı İmparatorluğu da istisna değildir. Zira, toprakları Viyana sınırlarından Orta Doğu’ya ve Kuzey Afrika’ya uzanan bir imparatorlukta da farklı kültürlerin, dinlerin ve etnik kökenden insanların var olması kadar doğal bir durum olamazdı. Bu kültürel çeşitliliğin merkezlerinden bir tanesi de tahmin edilebileceği üzere başkent Konstantiniyye’ydi. Saray ve Bab-ı Ali içerisinde de birçok gayr-ı Müslim yer alıyor, birçoğu önemli görevlerde çalışıyordu. Ancak bu kişilerden bir tanesi vardı ki imparatorluğun reform ve modernleşme çabaları içerisinde en önemli makamlarından bir tanesi haline gelen, yukarıda geçmişinden kısaca bahsettiğim Hariciye Nezareti görevine layık görülmüştü. O isim yazının da başlığında belirttiğim gibi Gabriel – ya da Kapriel- Noradunkyan’dan başkası değildi.
Gabriel Noradunkyan, 1852 yılında Üsküdar, İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Zamanın en meşhur Ermeni ailelerinden birine mensup olan Gabriel Noradunkyan ana eğitimini İstanbul’da Saint Joseph Lisesi’nde aldıktan sonra üniversite eğitimi için Sorbonne Üniversitesi’ne gitmiştir. Günümüzde bile dünyanın en değerli ve prestijli üniversitelerinden biri olan Sorbonne’da hukuk, siyaset bilimi ve en önemlisi, Gabriel Efendi’yi daha sonra Hariciye Nezareti’ne taşıyacak olan diplomasi eğitimi almıştır. Aldığı kaliteli eğitim, soyadıyla birleştiği anda daha 19 yaşında iken kendisini Hariciye Nezareti içerisinde bir stajyer olarak bulmasına yardımcı olur.
Gabriel Efendi uzun yıllar boyunca birçok farklı komisyonda Osmanlı Devleti Haricye Nezareti çalışanlarından bir tanesi olarak hizmet verir. Farklı konularda, değişik ülkelerle yapılan farklı farklı anlaşmalarda Osmanlı Devleti’ni temsil eden birkaç kişiden birisi olur. Bu başarısı ise kimsenin gözünden kaçmaz. Her ne kadar kendisi itiraz etse ve kişisel işlerini öne sürerek mebus adayı olmayı kabul etmese de, 1908 yılında II. Abdülhamid tarafından Meclis-i Ayan üyeliğine atanmıştır. Bu süre zarfı içerisinde de birçok faydalı çalışmada bulunan Gabriel Efendi en büyük mükafatını ise 1912 yılında Ahmed Muhtar Paşa tarafından kurulan hükümette Hariciye Nezareti’ne getirilerek almıştır.
Her ne kadar uzun yıllar Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’ye hizmet vermiş olsa da, bir gayr-i Müslim olarak en önemli nezaretlerden birinin başına atanmış olması, Sultan II. Abdülhamid tarafından çok eleştirilmiştir. Kendisine birçok kimse şüphe ile yaklaşmış ve görevini sorgulamaya başlamıştır. Özellikle savaş döneminde nazırlık görevi yaptığını düşünürsek kendisine yöneltilen eleştirilen temelini anlamak biraz daha kolay olacaktır. Gabriel Noradunkyan’ın Hariciye Nazırlığı süresince Osmanlı Devleti’nin 20. Yüzyıl’da yaşadığı en büyük iki savaş – I. Dünya Savaşı hariç – meydana gelmiştir. Birisi Trablusgarp Harbi diğeri ise Balkan Harbi’dir. Bu savaşlar sürdüğü sırada Hariciye Nazırlığı’nda bulunan Gabriel Efendi görevine 1913 yılındaki Bab-ı Ali baskınına kadar devam etmiştir. Bu süreç boyunca birçok eleştirinin hedefinde olan Gabriel Noradunkyan, 1913’ten sonra Paris’e taşınmış ve bir daha Osmanlı topraklarına dönmemiştir.
1913 yılına kadar değişik görev ve pozisyonlarda Osmanlı Devleti’ne hizmet eden Gabriel Noradunkyan, bu yıldan sonra ise bir süre inzivaya çekilmiştir. Ancak Noradunkyan’ın sahneye bir sonraki çıkışı Lozan görüşmeleri sırasında olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış ve yeni bir ulus-devlet kurulmakta iken, Gabriel Efendi ise Ermeni halkının taleplerini dile getirmek üzere Lozan Palas’a gitmiştir. Burada uzun bir süre İsmet Paşa ile görüşen Gabriel Efendi, Türkiye Cumhuriyeti için çizilen sınırların içerisinde Ermeni halk için bir yurt istemiş ancak tahmin edilebileceği üzere bu istek İsmet Paşa tarafından reddedilmiştir.
Gabriel Noradunkyan Lozan görüşmelerinden sonra her ne kadar siyaseti bıraksa da, her daim Ermeni toplulukları ile iç içe olmaya devam etmiştir. Ermeni Hayırseverler Birliği ve Ermeni Yardım Fonu fahri başkanlığı yapan Noradunkyan’ın bu süreç içerisinde kullandığı kartvizit ise oldukça ilginçtir. Kendisi Paris’te yaşadığı yıllarda üzerinde isminin olduğu, altında ise ‘Senatör, Eski Bakan’ yazan bir kartvizit kullanır. Noradunkyan Lozan görüşmelerinden 13 yıl sonra, 1936 yılında Paris’te hayata gözlerini yummuştur.
Kendisi her ne kadar Hariciye Nazırlığı yapan ilk gayr-ı Müslim olmasa da, Osmanlı Devleti’nin en bunalımlı zamanlarında bu görevi üstlenerek birçok kişinin de takdirini kazanmıştır. Hıristiyan olması ise her zaman problem teşkil etmiştir Gabriel Efendi’nin ve önyargıları kırmak bugün olduğu gibi o zaman da mümkün olmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısına baktığımızda her ne kadar normal gözükse de, gayr-ı Müslim tebaanın bu denli kritik zamanlarda böylesine önemli bir görevde yer alması da dikkat çekmeye yeterlidir. Ermeni tebaanın 1915 yılında karşılaştıkları tehcirden üç sene önce böylesine önemli görevlere gelebildiğini gördüğümüz zaman, aslında Osmanlı yönetiminin ne denli sıkıntılı zamanlardan geçmiş olduğunu da anlayabiliyoruz. 1912 yılında Hariciye Nazırlığına kadar yükselebilen bir millet, üç sene içerisinde ne oldu da tehcir edildi anlamak güç doğrusu.
Kaynakça
Dr. Ercan Karakoç, Osmanlı Hariciyesinde Bir Ermeni Nazır: Gabriyel Noradunkyan Efendi
Gabriyel Noradunkyan Efendi’nin Ermeni Meselesi ile İlgili Hazırladığı Rapor ve Lozan Antlaşması Sonrasında İsmet İnönü’ye Gönderdiği Hususi Mektup
İslam Ansiklopedisi, Hariciye Nezareti
Murat Bardakçı, Sabah (11 Şubat 2007), Bizim bakanımızdı, Lozan görüşmelerine Ermeni tarafının delegesi olarak katıldı
Sabah (11 Şubat 2007), Abdullah Bey, Ermeni Bakan konusunda fena yanıltıldı