NOT: “Japon İmparator: Hirohito-I” adlı yazımda bunun bir yazı dizisi olacağını belirtmiştim. Buna müteakip olarak yazıma devam ediyorum.
Hirohito imparatorluk sarayında öğrenimine devam ededursun, I. Dünya Savaşı sonrası artış gösteren Sanayi Devri’nin sonuçları Japonya için pahalıya patlamıştı. İşsiz insan sayısı her geçen gün artıyor ve tarımcılık faaliyetinden kazanç elde eden köylülerin gelirleri düşüyordu. Bununla beraber rüşvet skandallarıyla hükümetler devriliyor, Japon parlamentosu olan Diet, halkın gözünde günden güne değerini yitiriyordu. Küreselleşen dünyanın etkisiyle klasik Japon yaşam tarzı değişiyor, Marksizm düşüncesi okullarda taraftar topluyor ve kentlerde bireyci ve hazcı gençlerin sayısında artış görülüyordu. Öyle ki, en son büyük General Nogi’nin intiharı ardından gözyaşı dökmüş olan alt sınıflarda bulunan Japon halkı, aşk intiharlarına hiçbir anlam veremiyorlardı. En kötüsü ise bu çalkantılar sırasında doğacak ve ileride Japon halkına büyük zarar verecek olan askeri faşizmin yavaş yavaş alevleniyor olmasıydı.
İşte böyle bir dönemde, Hirohito daha önce hiçbir veliaht prensin yapmadığını yaparak altı aylık bir Avrupa gezisine çıktı. Japon tarihinde ilk defa meydana gelen bu durum normal olarak kimi aykırı seslerin çıkmasına neden olmuşsa da hiçbir şey Hirohito’yu durduramamıştı. Daha sonraları verdiği bir basın toplantısında Hirohito o geziyi “hayatının en iyi günleri” olarak değerlendirecekti. Bu gezi sırasında Avrupa tarihi ve kültürünü öğrenen ve farklı sosyal aktivitelere katılma imkânı kazanan genç prens, döndüğünde imparatorluğun ileri gelenleri tarafından ‘tehlikeli’ olarak isimlendirebilecek fikirlerle dolmuştu. Öyle ki, dönerdönmez birçok saray adetinin uygulanmasını sonlandırmış, saraya bir golf sahası yaptırmış ve insanların kendisiyle samimi muhabbet kurabileceği partiler düzenlemeye başlamıştı. Bu durum elbette ki İmparatorluk içerisindeki birçok insanı endişelendirdi. Bunu izleyen zamanda gerçekleşen 1923 Depremi’nde yaklaşık 107 bin kişinin ölümü ise bu endişeyi Japonlar açısından haklı çıkarıyor gibiydi; çünkü bir inanışa göre, Japon adalarının altında büyük bir Japon balığı yaşıyordu ve adada yaşan insanlar yanlış yönlere saptıklarında onları sallayarak onlara adeta bir mesaj gönderiyordu.
Depremi izleyen süreçte Hirohito’ya düzenlenen başarısız bir suikast imparatorluğa karşı olan aykırı seslerin ne kadar arttığını da belgeler nitelikte sayılacaktı. Ancak bu olaylar aynı zamanda sağ görüşlü Japonların sayısında da artışa neden olmuştu. Bu her ne kadar imparatorluğun manevi gücü için iyi bir durummuş gibi görünse de sonraları ne yazık ki maddi gücünü askerlere devretmesine yol açacaktı.
Japonya bu çalkantılarla boğuşadursun, imparator Taisho 1926 yılında öldü ve yerine henüz 25 yaşında olan deneyimsiz prens Hirohito imparator olarak geçti. İlk olarak ondan beklenilen görev ise imparatorluğun bekasının korunması için bir erkek çocuk sahibi olmasıydı. Ancak kraliyet ailesinin ilk doğan çocuğu bir kız olmuştu. Bunu ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü kız çocukları izledi. Tam umut kesildi derken beşinci çocuk oğlan oldu; fakat doğumun hemen ardından gerçekleşen darbe, adeta doğum haberini gölgede bırakacak cinstendi. Gücü oldukça artmış olan askeriyenin Hirohito’ya destek vermemesine rağmen onun adına haraket ettiklerini söyleyerek neredeyse tüm eski devlet adamlarını öldürmesi -ismiyle münhasır olarak- hem hükümette hem de halkta tam bi darbe etkisi yarattı. Zaten bu yeni hükümetle beraber alınan yeni radikal kararlar ve önceden imzalanan önemli uluslararası antlaşmaların geçersiz kılınması ülkenin hepten faşist bir yönetime geçtiğinin adeta bir kanıtı olacaktı.
Devamı gelecek…