Şüphesiz ki 19. Yüzyıl, meydana gelen olaylar bakımından Osmanlı Devleti’nin en karanlık ve karmaşık dönemlerinden bir tanesi olmuştur. Özellikle yeniçerilerin tamamen kontrolden çıkması, padişahı tehdit eder hale gelmesi ve siyasi bir güç olarak görülmesi bu durumun en büyük göstergelerinden birisi olarak kabul edilebilir. 1839 da Sultan II. Mahmut tarafından, litaratüre Vaka’-i Hayriyye (Hayırlı Olay) olarak geçecek olan, Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması Osmanlı Devleti’nin ve özellikle hanedanın rahat bir nefes almasına olanak sağlamıştır. Bu noktada sorulması gereken soru, bu olay sadece yönetenlere yani hanedana mı rahat bir nefes aldırdı, yoksa bu durum toplumun farklı kesimlerinde yer alan insanlara gereğinden fazla bir rahatlık mı sağladı?
Evet, bu sorunun da cevabını yine tarih verdi bizlere. Kabul etmek gerekir ki yeniçeri ocağını kaldırmak büyük bir adımdı ancak bu kadar büyük yaptırım gücüne sahipolan bir kurumun kapatılıp daha sonra da yerini dolduracak bir gücün üretilememesi ya da bulunamamasının ne kadar vahim bir durum olduğunu anlatmaya bile gerek yoktur. Çok değil, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından 20 yıl sonra, 1859 yılında tarihe Osmanlı’daki ilk modern darbe girişimi olarak geçecek olan Kuleli Vak’ası gerçekleşmiştir. Sultan Abdülmecid’in yönetiminden memnun olmayan bir grubun, Padişah’ı tahtan indirmek suretiyle yerine Abdülaziz’i tahta çıkarmayı hedefleyen ancak amacına ulaşmamış bir darbe girişimidir. Olayın Kuleli Askeri Lisesi ile bir alakası olmamasına rağmen tutuklananların burada tutulması ve davaların burada görülmesinden dolayı Kuleli Vak’ası denilmiştir.
[box_light]Olayın Öğrenilmesi[/box_light]
13 Eylül 1859 Çarşamba günü, günümüzde Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı görevine denk düşen, dönemin Seraskeri Rıza Paşa telaş içinde soluğu padişahın huzurunda alır. Gizli bir örgütlenmenin olduğunu ve amaçlarının Padişah’ı tahtan indirmek suretiyle yönetimi ele geçirmek olduğunu anlatır. Bu örgütte üst seviyedeki askerlerden devlet içinde bir çok kademede çalışana, medrese hocalarından muhallebicilere kadar toplumun bir çok kesiminden insanın olduğunu belirtmiştir. Bu grubun ivedilikle dağıtılması gerektiğine aksi taktirde, cuma selamlığında halkla arasında hiçbir engel kalmayan padişaha suikast düzenleyerek hedeflerine ulaşabileceklerini ifade etmiştir.
[box_light]Darbe Nedeni ve Darbe Planı[/box_light]
Darbenin nedeni olarak 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ve 1856’da ilan edilen Islahat Fermanı’ndan dolayı azınlıklara gereğinden fazla özgürlük verildiğini, bu durumun dinin elden gitmesi suretiyle toplumu oluşturan insanlar arasında karmaşaya neden olduğunu, dolayısıyla Şer-i hükümlerin artık uygulanamadığını ve bu hükümlerin sadece bu grup tarafından yeniden hayata geçirilebileceği gösterilmiştir.
Örgüt darbeyi gerçekleştireceği yer olarak Kılıç Ali Paşa Cami olarak belirlemişti çünkü sultana en rahat ulaşabilecekleri yer burasıydı. Sultan Aldülmecid cuma selamlığına vardığında ulema dini kitapları yere atarak darbe girişiminin başladığını bildirecekti. Bu esnada kapılar tutularak, dönemin deneyimli Çerkez askerleri tarafından suikast gerçekleştirilecekti. İlk planda hazır bekleyen örgüt elemanlarına haber verilecek, müteakibinde ateşlenecek işaret fişekleriyle İstanbul’un çeşitli yerlerinde bekleyen örgüt elemanları teyakkuza geçirilecekti. Onlarda telgraf tellerini kesecek, köprüleri tutacak ve hedeflerini engelleyecek her şeyi silah zoruyla ortadan kaldıracaklardı.
[box_light]Sonuç[/box_light]
Osmanlı Devleti’nin tarihindeki bu ilk modern darbe girişimi başarısız olmuştur. Aralarında dönemin en üst düzey askerlerinden Cafer Dem Paşa’nın, Şeyh Feyzullah ve Şeyh Ahmed’in, İmalat Meclisi üyelerinden Binbaşı Rasim Bey’in, muhallebici Erzurumlu Mehmet’in, hatta ve hatta Tophane-i Amire Katiplerinden Arif Bey’in de aralarında bulunduğu grup darbeyi gerçekleştirecekleri camide tutuklanmıştır. Bu olay tarihe “Tanzimat’ın getirdiği reformlardan hoşnut olmayan bir grup insanın, bu reformların uygulanmasını engellemek için giriştikleri gerici bir deneme” şeklinde geçmiştir.
[box_light]Bakış Açısı[/box_light]
1859 gerçekleşen Kuleli Vak’ası birçok açıdan kendisiyle çelişen ve “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünü kanıtlayacak nitelikle bir olaydır.Kendiyle çelişmesi açısından bakacak olursak, din elden gidiyor diye darbe girişiminde bulunacak olan kişilerin darbeyi gerçekleştirecekleri yer olarak Kılıç Ali Paşa Cami’ni seçmeleri gerçekten de trajikomik bir durumdur. Çünkü siz bir padişahı dine sahip çıkmamakla suçlayıp sonra da onu cami de öldürürseniz onu halkı gözünde nasıl bir konuma getireceğini bilemezsiniz. Yinede bunun kötü bir intiba olmayacağı kesindir.
Bu vak’aya günümüzle ilişkilendirmek gerekirse, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması yanlış bir tutum değildir. Ancak ne kadar kontrolden çıkmış olursa olsun, bu askerler tüm dünyanın çekindiği, ilk modern düzenli orduyu temsil ediyorlardı. Onların yarattığı boşluğun kullanılmak istenmesi çok doğaldır. İlginçtir ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türk Milleti tarihin tekerrüründen nasibini fazlasıyla almaktadır. Düzenli ordumuz olan Türk Silahlı Kuvvetleri yıpratılmakta ve dönüştürülmektedir. Bundan 150 yıl önce bu boşluktan yararlanmak isteyen insanlar,topluluklar, lobiler elbette bugün de amaçlarından hiçbir şekilde vazgeçmemişlerdir.
Belki de olayın akıllarda daha iyi yer edinmesi ve ve günümüze ne derecede paralel olduğunun ortaya çıkması adına sözlerimize şu anekdotla söz vermek manidar olacaktır:
Gazeteci ve dönemin aydınlarından olan Namık Kemal, Kuleli Vak’ası cereyan ettiğinde “Hürriyet” gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni’dir. Bu gazete vasıtasıyla darbecilerin hukuka aykırı olarak yargılandığını belirtmiş ve hükumeti zalimlikle suçlamıştır. Dönemin diğer ünlü gazetecisi Şinasi’nin de olaylarla hiçbir alakası olmamasına karşın, soruşturma tutanaklarında Namık Kemal ile isminin geçmesine engel olamamıştır.
Mertcan Sezer
Mustafacim tebrik ederim basarili bir yazi olmus.
Osman GÖR
Mustafa Bey, yazı güzel de çok noksan çünkü: Kuleli vakasında Tatar Hasan paşa’dan hiç bahsetmediniz. Tatar Hasan Paşa olayın bastırılmasında büyük rol oynamış, isyanın bastırılmasında ancak 41 kişi tutuklanabilmiş diğerleri kaçabilmiştir. Kaçabilenlerin arasında Tatar Hasanın yakınlarından olan Tatar Ali de vardır. Kaçmasında belki de Tatar Hasan’ın göz yumması sebep olmuştur.
Tatar Ali o tarihten sonra bir daha görükmemiştir. O olayda denize atlayıp intihar edenler bile olmuştur. Tatar Ali de bulardan biri olabilir ihtimaline dayanarak üzerine gidilmemiştir.
Oysa Tatar Ali Bir gemiye atlayarak canını kurtarmış. Doğu Karadenize giden gemi Tesadüfen Rize Sancağına doğru yol almış Derepazarı (Marpet) den inmiş,ne olur ne olmaz diyerek herhalde Derepazarından yaya 1 saat içerde bulunan Ğoloz (Kendirli) ye yerleşmiştir. Vaca denilen bir Rum kızıyla evlenerek hayatını burada idame ettirmiştir.
Günümüzde halen daha Tatar Alinin Çayırı denen Bir arazi mevcuttur. Bü çayır şu anda beniz zimmetimde bulunmaktadır.
Bunları nerden biliyorsun dersen, Tatar Ali babaannemin dedesi olduğundan biliyorum. Bu anlatılanlar doğrudur fakat beğelendirilememektedir.
Ne demiştim güzel de noksan yazılmış