Sultan II.Abdülhamid

Sultan II.Abdülhamid

Osmanlı İmparatorluğunun en bunalımlı ve tartışmalı dönemi olan 19. yüzyıl; dönemin padişahları tarafından devlet idaresi ve sosyal hayat düzenlenmesi açısından, zor bir yüzyıl olmuştur. Bu döneme ayak uyduramayan sultanlar tahttan indirilmiş veyahut el çektirilmiştir. 19. yüzyılda tahta çıkan 6 padişahın en uzun soluklu olanı Sultan II Abdülhamid’dir (1842-1918). Aynı zamanda 33 yıl tahtta kalarak Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzun süre tahtta kalan padişahlarından birisi olmuştur. Batıya karşı uyguladığı, reddetmeyen ancak tamamıyla da kabul etmeyen dengeleyici politikası, doğuya karşı ise halife gücünden  yararlanarak uyguladığı İslamcı politikayla sıradan bir padişah olmadığını kanıtlayan Sultan II Abdülhamid, gerek dönemin koşulları gerekse de siyasi uygulamalarıyla çok eleştirilmiş ve günümüzde de eleştirilmeye devam etmektedir. Eleştiri konularının en önemlilerinden birisi de  1881 yılında dönemin padişahı olarak kurulmasını onayladığı Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresidir. Bir kesim bunu devlet içinde devlet sistemi yarattığı için olumsuz, diğer kesim ise imparatorluğun ekonomik olarak batmaması için doğru hamle olarak görmüştür. Gelin konuyu birlikte irdeleyelim ve kararınızı siz verin…

Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde, bir yıl içindeki toplam gelirler, o yıl içindeki harcamalarını karşılamaz hale gelmişti. Bu durum, doğal olarak, Osmanlı ekonomisinde bütçe açığı yaratmaya başlamış ve kar topu misali bu açık büyümüştür. Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda tımar sisteminin yozlaşması ve merkezi otoritenin zayıflaması gibi nedenlerden dolayı sağlıklı bir şekilde vergi toplayamaz hale gelmiştir. Bu nedenle, yani  oluşan bu açığı kapatmak için, borçlanma yoluna gitmiştir. Tam da İmparatorluk bu durumdayken, 1854 yılında Kırım Savaşı patlak vermiş, artan askeri harcamalar ve nakit paraya duyulan ihtiyaç yüzünden Osmanlı Devleti tarihinin ilk dış borçlanmasını “Dent Palmer and Company” ve “Goldschmids and Company” isimli iki İngiliz firmasına yapmıştır. Osmanlı Devleti ardı arkası kesilmeyen bu borçlanmalara 1875 yılına kadar dayanabilOSMANLI IMPARATORLUGU'NUN SON 6 PADISAHI DISINDAKI PADISAHLARA AIT PARALARIN KOLEKSIYONU VE SATISININ YASAK OLMASI NEDENIYLE, BU DONEME AIT BINLERCE GUMUS VE ALTIN PARANIN HURDA OLARAK ERITILEREK, HEDIYELIK ESYA SEKTORUNDE HAMMADDE OLARAK KULLANILDIGI IDDIA EDILIYOR. (ANADOLU AJANSI - HUSEYIN KANBER) (ARSIV) (20120530)miştir. 1875 yılındaki dış borçlanma, devletin gelirinin neredeyse 2 katı seviyesine gelmiş ve müdahale edilmesi kesin bir noktaya ulaşmıştır. [pullquote_left]Deyim yerindeyse bıçak kemiğe dayanmıştır.[/pullquote_left] Bu noktada dönemin sadrazamı Mahmud Nedim Paşa bir tebliğ yayınlamıştır. Hükumetin bütçe açığından dolayı borçlarını ödeyemediğini açıklamış ve ödeme şeklinde yapılacak değişikliklerden bahsetmiştir. Bu kararname ramazan ayında yayınlandığı için Ramazan Kararnamesi adıyla anılmaktadır. Tek taraflı olarak alınan bu karar, doğal olarak amacına hizmet edememiştir.

1877-1878 Osmanlı Rus savaşı mağlubiyeti sonrasında yapılan Berlin Antlaşması gereği, Osmanlı Devletinin dış borçlarını ödeyebilmesi için uluslararası mali bir komitenin kurulması önerilmiştir. Bu direk olarak devletin içişlerine karışmak istedikleri anlamına geliyordu. Bu duruma yerli bankalar da itiraz etti. Çünkü bu, onların alacaklarından vazgeçmeleri anlamına geliyordu. Bunun üzerine Hükumet ile Osmanlı Bankası arasında “1879 Kararnamesi” olarak anılan antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre hükumet, başını tütün tekeli ve ipek öşrü gibi ürünlerin çektiği bir çok ürünün vergi toplama ve işletme hakkını 10 yıllığına bu bankalara vermiştir. İç borçları ödemek için kurulan bu yönetime Rüsum-ı Sitte İdaresi denilmiştir. Osmanlı kendi içinde iyi adımlar atmaya çalışsa da, Avrupalı alacak sahiplerinin bu yönetime, yani Rüsum-ı Sitte İdaresi’ne itirazları gecikmedi. Çünkü 1879 Kararnamesi  bütünüyle onların aleyhine bir antlaşmaydı ve iç borçların ödenmesini amaçlayan bu antlaşmanın uygulanmaması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Sonuç olarak Avrupalı temsilcilerin de katıldığı 4 aylık bir müzakere sonucunda ortak bir karara varılmıştır. Tarihe Muharrem Kararnamesi olarak geçen bu metin, kısaca Osmanlı borçlarının yönetimi için bir kurum oluşturulmasını kabul etmiştir. İşte Düyun-u Umumiye İdaresi böyle uzun ve birçok yönden kayıplar içeren bir sürecin sonunda kurulmuştur.

Düyunu Umumiye Binası

Düyun-u Umumiye Binası

Düyun-u Umumiye’nin görevleri Muharrem Kararnamesi’nde belirtilmiş olmakla beraber; genel olarak gelirlerin tahsili, işletmesi ve belirlenen plana göre alacaklılara paralarının ödenmesi şeklindedir. Ayrıca bu kurum sadece dış borçların ödenmesi için değil aynı zaman da iç borçların da bitirilmesi için kurulmuştur. Kabul edilmesinin en geçerli sebeplerinden birisi de iç borçlara yaklaşımıdır.

Gelelim Düyun-u Umumiye’nin Osmanlı üzerindeki olumlu etkilerine. Kurduğu denetimle Osmanlı bütçesini tanzim etmiş ve maliyesine disiplin kazandırmıştır. Bu sebeplerden ötürüdür ki Osmanlı tahvillerinin riski azalmıştır. Ödenecek paraların belirlenmesiyle, yani alacakların güvence altına alınmasıyla, Osmanlı Devleti Avrupa’da daha düşük faizli borç bulmuştur. Ayrıca bu kararname sayesinde Avrupalı devletlerin Bab-ı Aliye doğrudan müdahalesi de engellenmiş oldu. Bu konuda bir çok iktisat tarihçimizin yorumu olmuştur. Bunların en önemlilerinden birisi Prof. Dr Şevket Pamuğun yaklaşımıdır. Prof.Dr Şevket Pamuk’a göre; Düyunu Umumiye kurulduktan sonra Osmanlı dış borçu sürekli azalmıştır. Bu azalma sayesinde sonradan alınan borçlar ödenen borçlardan az olduğu için bütçe açığı sürekli azalmıştır. Bu da II Abdülhamid’in diğer yönlerine yorum yapmamakla beraber en azından devlet ekonomisi konusunda bir strateji sahibi olduğunu ve kısmi de olsa başarıya ulaştığını göstermektedir.

Son olarak değinmek istediğim, Düyun-u Umumiye’nin yararlarının yanı sıra ülkeyi etkileyecek kötü yanlarının da olduğudur. Evet, bu idare bizim bazı egemenlik haklarımızı kısıtlıyordu. Kurulan sistematik yapı sayesinde her şey denetim altında olduğu için yüksek değerli net fon akımı yurt dışına doğru oluyordu. Düyun-u Umumiye zamanla Osmanlı ekonomisini denetleyen ikinci bir güç haline geldi. Çalışan sayısı, maliye bünyesinde çalışanların iki katına kadar çıktı. Bunların hepsi tek bir anlama geliyordu: devlet içinde devlet.

Yazının da başında belirttiğim gibi bu kurum kimilerine göre dönemin can simidi, kimilerine göre ise bir şekilde ülke kaynaklarının teslimiyeti anlamına gelmektedir. Size göre hangi görüşün daha makûl olduğunu bilemiyorum. Lâkin yıkılış döneminin ekonomik çıkmazlarını gidermek için atılan bu adımı değerlendirirken, dönemin sosyal kurumlarının gerçekliklerinin de incelenmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde Sultan II. Abdülhamid’in politikalarına olumlu ve olumsuz yönleriyle vakıf olabiliriz.

  • Düyun-u Umumiye’nin son borcu 1954 yılında ödenmiştir.
  • Düyun-u Umumiye binası günümüzde İstanbul Lisesi olarak kullanılmaktadır.

KAYNAKÇA:

http://www.serenti.org/osmanli-borclari-ve-duyun-u-umumiye-idaresi/

Emre Kongar, Tarihimizle Yüzleşmek Remzi Kitabevi , 4. Baskı

Leave a Reply