Tarihi Yeniden Yazan Tapınak: Göbekli Tepe – 1

Bugün üzerinde yaşamaktan gurur duyduğumuz Anadolu toprakları kültürüyle, tarihiyle ve insanıyla dünyaya birçok değeri miras olarak bırakmıştır. Kuşku yok ki, bu coğrafyanın her karış toprağının anlatılmaya değer bir geçmişi, bir öğretisi ve bir hikâyesi vardır. Şimdi, son aylarda bizimle birlikte tüm dünyanın da ilgisini çekmeyi başarmış, artık haberlerde sık sık adını duyduğumuz, fakat içimizden bir hikâyesi olmasına rağmen pek bilgimizin olmadığı Anadolu topraklarında, 12 bin yıl öncesine dayanan ve tarihi değiştirecek nitelikte bir yolculuğa çıkıyoruz.

Hikâyenin en başına gidecek olursak, ilk olarak 1983 yılında tarlasını kara saban ile süren Mahmut Kılıç adındaki köylü, bu sırada bulduğu bir oymalı taşı arkeolojik bulgu olarak Urfa Müzesi‘ne teslim ediyor ve Göbekli Tepe’nin hikâyesi bu şekilde başlıyor. Çiftçinin tesadüf eseri bulduğu oymalı taşın, günümüzde kazıların sürmesi ile birlikte arkeolojik bir devrime dönüştüğüne şahit oluyoruz. Yani, günümüzde kazıların hızlanmasıyla önemli bir odak noktası haline gelen Göbekli Tepe’nin keşfi çok daha öncelere dayanıyor. Fakat 1980’li yıllarda bu bulgular yeterince iyi araştırılmadığından üzerinde çok durulmamış. Bölgenin yıllar içerisinde tekrar incelenmesi ile araştırmalar nihayet 1995 yılında başlatılıyor. 2007 yılında kazı başkanlığına bölgeye hâkim ve alanında uzman Prof. Dr. Klaus Schmidt’in getirilmesiyle kazılar, bulgular ve tezler hızlı bir biçimde yol kat ediyor. Geçen zamanda gün ışığına çıkan bilgiler, tüm dünyayı kendine hayran bırakmaktan da geri kalmıyor.

sanatkaravani.com

Kaynak: sanatkaravani.com

Göbekli Tepe Şanlıurfa’nın yaklaşık 17 km kuzeydoğusunda kalan 300 metre çapında bir tepe olarak karşımıza çıksa da, yapılan kazıların ilerlemesi ile bölgenin iç yüzü değişik bir hâl almaya başladı. İlk buluntu alanında 12 dikili taşın yuvarlak bir planda birbiri ardına konumlandığı ve yuvarlağın tam merkezinde de birbirine dönük konumda iki adet “T” şeklinde devasa sütun gözlenmiştir. Ortadaki “T” şeklindeki sütunların üzerine insan bedenini andıran kollar ve bacaklar işlenmiş. Bazı sütunlarda ise üç boyutlu ve oldukça ayrıntılı hayvan motifleri var. Bu bulguları dünya tarihinin baştan yazılmasına sebep olacak hale getiren keşif ise arkeologların yaptırdığı karbon testi sonucunda ortaya çıktı. Yapıların ait olduğu tarih M.Ö. 10.000 ila M.Ö. 8.000 arasındaydı. Bu tarih; Mezopotamya’daki en eski şehirden 5.000 yıl, İngiltere’deki Stonehenge’den 7.000 yıl, Mısır Piramitleri’nden ise 7.500 yıl daha önce demekti. Yani bu yapılar geçmiş uygarlıklarda yerleşik yaşama geçilmesi ile ilgili her şeyi yerle bir ediyordu.

Buz Devri’nden hemen sonraya denk gelen erken (çanak-çömleksiz) Neolitik Çağ’a ait bu alan, 80 dönümü kaplayan en az 20 adet yuvarlak şekilde dizilmiş sütun öbeğinden oluşmaktadır. Her bir dairesel alan bu bölgeye yayılmış ve birbirinden uzakta, fakat her biri ilk bulunan yapı gibi dikili taşlarla çevrelenmiş bir çemberin ortasında iki adet büyük “T” sütun barındırıyor. Bölgeyi inceleyen araştırmacılara göre, bu alan bir yaşam alanı olarak inşa edilmedi. Yakınlardaki bir toplu yaşam merkezinden insanlar buraya ibadet için geliyordu. Yani bu keşif yalnızca medeniyetler tarihini değil, dinler tarihini de yakından ilgilendiriyordu.

Bir Taş Devri tapınağı barındıran bölgede çanak-çömlek kalıntılarına bile rastlanamazken her biri 11 ton civarı olan sütunların nasıl konumlandırıldığı hâlâ bilim dünyasının kafasında soru işareti olmaya devam ediyor. Erken insanlık tarihi uzmanları Taş Devri araç gereçleriyle bu karmaşık yapının yapılmasıyla ilgili, “3 yaşındaki bir çocuğun oyuncak tuğlalar ile Empire State’i inşa etmesi gibi bir şey.” ifadelerini kullanıyor. Henüz ilkel aletler bile kullanılamazken yapılmış hayvan tasvirleri ve taşınmış büyük taşlar bu ifadeleri doğrular nitelikte. Göbekli Tepe bir Mısır Piramidi’nden daha küçük; fakat bu taşları yontmak, dikmek, taşımak ve böyle bir yapıyı tasarlamak için aynı iş gücü, aynı organizasyon gerekiyor. Hem de Piramitlerden 7.500 sene önce…

Kaynak: http://onedio.com/haber/dunyanin-ilk-tapinagi

Ayrıca bir açık hava tapınağı olarak kullanılan bu yapıların sütunları arasına su kanallarının açılmış olması en başta uzmanları şaşırtmış olsa da, sonradan yapılan keşifler de bu bilgiyi destekler nitelikteydi. Sütunların alt kısımları da özel olarak su geçirmez şekilde tasarlanmıştı. Su geçirmez tabanları ve su kanallarını, bulunan 160 litrelik kapasiteye sahip, kireç taşına oyulmuş 6 adet varil takip etti. Uzmanlara göre tapınaklar içinde sıvı kullanılarak bir ayin veya tören yapıldığı aşikâr. Fakat bu sıvının su, alkol veya kan olabileceğine dair çeşitli şüpheler var. Zaman zaman ayinlerin düzenlendiği bu tapınakta, dinler tarihi yanında sanat ve mimari tarihini de kökten değiştirecek olan motifler bulunuyor. Tek parça devasa sütunlara kazınmış 3 boyutlu leopar figürlerinde hayvanların kaburga kemiklerinden dişlerine kadar tüm ayrıntıları büyük bir sanatla taşa işlenmiş. Yalnızca bu üç boyutlu kabartmalar bile Taş Devri insanları için çok fazla sayılırdı.

“Göbekli Tepe’deki kazılarda elde ettiğimiz bulgularla, dünyanın bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu ortaya çıkarmıştık. Ancak, son kazı çalışmalarıyla tapınma merkezinin dünyanın en büyük tapınma merkezi olduğunu tespit ettik. Ayrıca, dikili taşların üzerindeki resimler ve kabartmalar o dönemde yaşamış olan insanların sanatları hakkında bizlere fikir veriyor. Buradaki tapınak, dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor.”

Prof. Dr. Klaus Schmidt

Devam edecek…

Kaynak: http://onedio.com/haber/dunyanin-ilk-tapinagi


[box_light]Kaynakça[/box_light]

Andrew Collins, Göbekli Tepe: The Genesis of the Gods, Bear & Company, 2014.

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/

Klaus Schmidt, Göbekli Tepe Kazısı 2006 Yılı Raporu.

Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Göbeklitepe – Dünyanın İlk Tapınağı belgeseli.

Leave a Reply