Ben 1993 yılında Gölcük’te doğdum. Gölcük Deniz Hastanesinde.
Doğumumdan sonra Gölcük’e epey yakın olan Karamürsel’e taşındıysak da, 4 yaşımdayken Gölcük’e geri döndük. Babam orada çalıştığından, hep gider gelirdik zaten.
17 Ağustos 1999 gecesi öncesindeki Gölcük’e dair hatırladığım en net şey, adını tam hatırlayamadığım, sahil şeridinde yer alan kokoreççide yediğim kokoreç ve cam şişelerde satılan Sütaş ayrandır. Güzel yerdi cidden; Gölcük’e bağlı olan Değirmendere’nin sahilindeki en güzel kokoreççiydi bence. Nedendir bilmiyorum ama ayranı cam şişede verdikleri için de ayrıca severdim.
17 Ağustos 1999 sabahı, o kokoreççi ve aynı sahil şeridindeki onlarca bina, içlerindeki binlerce insan ile Marmara körfezinin sularına karışmıştı.
[box_dark]46. Saniye[/box_dark]
17 Ağustos 1999 gecesi ve sonrasında Gölcük’te ve depremi yüksek şiddette hisseden diğer yakın şehirlerde yaşananları tam anlamıyla anlatmaya ne benim, ne de bir başka kalemin gücü yeter sevgili dostlar. Hepinizin konuyu az çok bildiğine eminim; ben yine de o gece neler olduğunu ve o gece olanların tüm Türkiye’yi ne derecede etkilediğini kendimce anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle, o gece neler olmuştur, ilk dakikalarda Gölcük’te olaylar nasıl seyretmiştir, onu netleştirelim.
Kuzey Anadolu Fay Zonu üzerinde, Kocaeli iline bağlı Gölcük şehri merkez olmak üzere şiddeti 7.5 Mw olarak hesaplanan ve sadece 45 saniye süren deprem, 1999 yılının 16 Ağustos’u 17 Ağustos’a bağlayan gece saat 03:02‘de gerçekleştirmiştir. Merkez olması sebebiyle Kocaeli’nin yanında Sakarya ve Yalova da depremden oldukça şiddetli bir biçimde etkilenmiş, Ankara’dan İzmir’e kadar olan şeridin üst kısmında kalan bölgede yer alan şehirler de pek şiddetli bir biçimde olmasa da depremi yaşamıştır.
Anadolu tarihinin belki de en uzun süren 45 saniyesinin ardından yaşananlarsa, çok akıl alır şeyler değildir.
Öncelikle, bölgenin iletişim hatlarının büyük çoğunluğunu kapsayan Türk Telekom A.Ş.’nin telefon santralleri, enerji
ve transmisyon sistemleri ve binaları ağır hasar almış; sadece Kocaeli bölgesinde 12.000’den fazla hat doğrudan devre dışı kalmıştır. Bunun yanı sıra, yakınlarına ulaşmaya çalışanların ve organizasyon ekiplerinin sebep olduğu yüksek hacimli telefon trafiği, düşük trafiğe göre hesaplanan telekomünikasyon sisteminin neredeyse çökmesine sebep olmuş, deprem sonrasında bölge ile iletişim duracak hale gelmiştir. Yaşanan felaketin ardından bölgeye iletişimin de bu neredeyse kesilir hale gelmesi, depremin sebep olduğu felaketin boyutunun artmasına sebep olmuştur [1].
İletişimin yanı sıra, deprem enerji ve ulaşım yollarını da sarsıcı bir biçimde vurmuştur. Deprem, 8200 elektrik direğini yıkmış, 1500 km uzunluğundaki havai hattı da kullanılamaz hale getirmiştir. Vatandaşa elektrik sağlayan 600 alçak gerilim trafosu harap olmuş, 450 tanesi onarılamayacak, 1000 tanesi ise ancak sahada onarılabilecek hale gelmiştir. Bunun ne demek olduğunu anlayabileceğinizi düşünüyorum. Deprem bölgesine akan enerji, o gece neredeyse kesilmiştir. Özellikle elektriğin bölgenin büyük bir kısmına dağıtılamaması, felaketi daha da idrak edilemez bir boyuta getirmiştir. Bölgeye enerji aktarımında yaşanan bu aksamanın yanında, özellikle Gölcük’e ulaşan kara yolları da büyük miktarda hasar almış; haberi duyan depremzede yakınları ve yardım kuruluşlarının bölgeye akınının başlaması da zaten büyük hasar alan ana yollar kilitlenmiş, bölgeye ulaşan yollarda trafik felç olmuştur [2].
Tüm bunlar olurken, bir taraftan da körfezin karşısından, yani İzmit’ten alevler yükselmeye başlamıştır. Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş., yani TÜPRAŞ‘ın birçok rafinerisinde yangınlar çıkmış; bu yangınların bir kısmı o sabaha kadar kontrol altına alınsa da, “tank sahasındaki 4 nafta tankında” başlayan yangının kontrol altına alınabilmesi için dört gün insan üstü bir uğraş gerekmiştir. Bu yangınların olası ve geniş çaplı bir doğal gaz sızıntısı ile birleşmesinde oluşabilecekler ise, tüm körfezi havaya uçurabilecek nitelikte olarak değerlendirilmiştir [3].
Saatler ilerledikçe Gölcük’te bir şeyler olduğu, o gece korkunç bir şeyler yaşandığı yavaş yavaş tüm Türkiye’ye yayılmaya başlamıştır.
Yukarıda yazdıklarımı kısaca toparlayalım tekrar: Şehrinizde deprem oluyor; her yer yıkık binalarla ve o binalarda çıkamamış hemşehrilerinizin cansız bedenleriyle dolu. Şehre ulaşım yok; haberleşme hatları kesilmiş halde. Elektrik bulmak, elektrikle çalışan aygıtları kullanabilmek neredeyse imkansız halde. Feryatlarla, çığlıklarla dolu o korkunç geceyi aydınlatan tek şey ise, o güzel körfezin karşısında cayır cayır yanmakta olan, genel bir patlama halinde tüm körfezi silip süpürebilecek olan TÜPRAŞ rafinerilerinin yangınları.
Bu satırları hayalinizde canlandırdığınızda ortaya çıkan görüntü ise, gerçekte yaşanana yaklaşamaz bile.
[box_dark]Toprağın Yuttukları[/box_dark]
Ben depremi yaşamadım. Herhalde Gölcük’te doğan ya da 1999 yazını Gölcük’te geçiren herhangi
birinin ağzından çıkabilecek en şanslı sözler de bunlardır. Tatildeydik o sırada, dönüş biletimiz de 17 Ağustos tarihindeydi, şansa bakın ki. Evimizin, aldığı hasar sebebiyle devlet tarafından yıkıldığı o seneyi memleketim olan Lüleburgaz’da geçirmemizin ardından Gölcük’e geri döndük; 14 yaşıma kadar da orada yaşadım. Haliyle, çocukluğum Gölcük’ün küllerinden doğmaya çalışmasını izlemekle ve deprem hikayelerini dinlemekle geçti. Bu hikayelerin her biri de başlı başına roman olacak cinste olduğundan, güzel dostlarımın hikayelerini burada tek tek anlatamadan depremin bilançosundan bahsedeceğim size şimdi.
2010 yılında yayınlanan Meclis Araştırma Raporu’na göre 17 Ağustos depreminde yaşanan can kaybı sayısı 18.373 olarak resmi kayıtlara geçmiştir. Aynı raporda yaralı sayısı 48.901’dir [4]. Buradaki önemli nokta, bunların resmi rakamlar olmasına rağmen, özellikle ilk günlerde resmi kayıtlara geçmeyen/geçemeyen birçok kaybın da olduğu gerçeğidir. Nedim Şener’in 20 Ağustos 1999 tarihinde yayınlanan yazısındaki şu satırlar, bu durumu oldukça iyi yansıtmakta:
“Enkaz kaldırma ve kurtarma sırasında yaşanan fiyasko cenazelerin kimlik tespitinde olduğu gibi korunmasında da yaşanırken, mezar yeri sorunu ilginç yöntemlerle gideriliyor.Hastanelerin morglarının ardından kentteki buz pateni pistini de dolduran üç binden fazla ölüyle karşılaşan Kocaeli’de mezar kazılması sorunu belediye ve özel sektör kuruluşlarına ait kepçelerle halledilmeye çalışılıyor. İzmit merkezinde bulunan Bağçeşme mezarlığında yeri olan aileler cenazelerini buraya defnediyor. Kimsesizlerle Bağçeşme mezarlığında yeri olmayan ve daha çok kente çalışmak için gelmiş “gurbetçilerin” cenazeleri ise Kandıra’da “eski İstanbul Yolu üzeri” denilen bölgedeki asri mezarlığa ne namaz, ne de defin kağıdı olmadan defnediliyor. [5]“
Yine aynı komisyon raporuna göre, “yıkık-ağır hasarlı 96.796 konut ve 15.939 işyeri, orta hasarlı 107.315 konut ve 16.816 işyeri ve az hasarlı 113.382 konut ve 14.657 işyeri olmak üzere toplam 364.905 hasarlı konut ve işyeri tespiti yapılmıştır. [6]” Depremin en sarsıcı biçimde Kocaeli iline, özellikle de Gölcük’e vurduğu resmi raporlarda da ortaya çıkmaktadır. Kocaeli iline bağlı yerleşim birimlerinde 9.476 kişi ölmüş, bunun 5.239 ‘ini Gölcük’te yaşanan can kayıpları oluşturmuştur [7]. Yine Türkiye Deprem Vakfı’nın raporuna göre Gölcük’teki konutların %35.7’si ağır hasar almıştır; bu oran da 6000’den fazla konuta tekabül etmektedir [8]. Depremin bilançosuyla ilgili en ilgi çekici istatistiklerden biri ise, depremden farklı biçimlerde etkilenen toplam insan sayısıdır. Kadir Karagöz’ün “1999 Marmara Depreminin Ekonomik Etkileri: Ekonometrik Bir Yaklaşım” isimli çalışmasına göre, Türkiye nüfusunun %23’ü depremden farklı boyutlarda etkilenmiştir ki bu oran da 16 milyon insana karşılık gelmektedir [9].
Aynı rapor incelendiğinde, o 45 saniyenin Türkiye’yi ekonomik açıdan da nasıl sıkıntılı bir hale soktuğu ortaya çıkmaktadır. Rapora göre “deprem’in etkilediği 7 ilin Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı yüzde 34.7, sanayi katma değeri içindeki payı ise yüzde 46.7 seviyesindedir.” Deprem bölgesinin toplam ihracattaki payının %5, toplam ithalattaki payının da %15 olması, depremin ekonomik açıdan yaratabileceği yıkımı gösterir niteliktedir. Özellikle vergi yükümlülüğü ile Türkiye’nin en önde gelen şirketlerinden olan TÜPRAŞ’ın 115 milyon $’dan fazla hasar alarak büyük bir zarara uğraması bile depremin ekonomik etkilerinin kolay sarılabilecek nitelikte olmadığını göstermiştir [10].
[box_dark]Toprağı Sallamaya Devam Eden İnsan[/box_dark]
Bu noktada şunu da belirtmek gerek ki, deprem binlerce can alırken ona yardımcılık eden de yine insandır. Özellikle İstanbul Üniversitesi Jeofizik Bölümünün depremle ilgili derlediği ön bilgilendirme raporu incelenirse, zemin seçimi ve yapı hatalarının depremdeki kayıplara deprem kadar sebep olduğu görülecektir. Raporda, Ankara üniversitesine ayrılan kısımda açıklanan 8 madde, özellikle rant peşindeki kimi müteahhitlerin insan canını nasıl hiçe saydığını gösterir niteliktedir:
“Yıkılmaların başlıca nedenleri:
1) Yerleşim yerlerinin bir kısmının yerleşmeye hiç uygun olmaması,
2) Yüksek hasarların meydana geldiği alüvyal kesimlerde zeminin emniyetli taşıma gücünün zayıf olması ve kat adedinin buna göre planlanmaması,
3) Alüvyal zeminlerde deprem dalgalarının kaynaktan uzağa doğru büyütülerek iletileceğinin dikkate alınmaması,
4) Temel tipinin zemin ve yapı karakterine uygun seçilmemesi,
5) Kullanılan yapı malzemesinin düşük kaliteli olması,
6) Özensiz imalatlar,
7) Zeminin hakim titreşim periyodunun bilinmemesi,
8) Özellikle çok katlı bina yapımlarında jeofizik etüt yapılmamasıdır [11].”
İnsan hatalarının can kaybının artmasında bu denli etkili olduğu bir olayda, ne yazık ki hukuk sistemi de, faillerin cezalandırılmasında oldukça başarısız bir duruş sergilemiştir. TMMOB Makine Mühendisleri Oda raporunda yer alan aşağıdaki kısım, durumun içler acısı halini gözler önüne sermektedir:
“Marmara Depreminden sonra inşaat hatalarından dolayı çöken binalarda oluşan ölüm ve yaralanmalara sebebiyet vermekten dolayı binaların müteahhitlerine yaklaşık 2.100 dava açıldı. Bu davalardan 1.800’ü Şartlı Salıverme Yasası ve hukuki boşluklardan dolayı cezasız kalmıştır. Geriye kalan 300 davanın 110 kadarına ceza verilse de çoğu ertelenmiştir. Diğer davalar ise 16 Şubat 2007 günü 7,5 yıllık zaman aşımı sürelerini doldurmuş ve düşmüştür. [12]”
Görülebileceği üzere yer 45 saniye sallanmış olsa da, deprem yıllarca devam etmiştir.
[box_dark]Fayları Dostlukla Doldurmaya Çalışmak[/box_dark]
Dostlar, yukarıda istatistiklerle ve sayısal verilerle size depremi anlatmaya çalıştıysam da, o gece yaşananları size anlatabilmek tam olarak yapabileceğim bir şey değil. Bence hiç kimsenin değil, zira çoğu olayı ve duyguyu aktarmada en başarılı araç olan kelimeler, depremin yarattığı yıkımı ve yaşattığı hissi aktarabilmek için uygun araçlar değil, garip bir şekilde. Yukarıda belirttim, ben depremi yaşamadım bile. Kendimizce zorluklar çektik biz de ama; ve ruhlarını ve vücutlarını orada bırakanların, sevdikleri binalardan yahut denizlerden çıkamayanların, çıksa da nefes alamayanların hikayelerinin yanında benim hikayem binlerce canı yutan Marmara denizinin yanında bir damla olur belki. Depremi yaşamadım ama depremin ardından 7 senemi daha Gölcük’te geçirdim. O 7 sene boyunca da binlerce güzel insanı toprağa sürükleyen depremin, hayatta kalanları da birbirine görünmez bir bağ ile bağladığını gördüm. Deprem sonrasında şehirde kalan yahut kalmak zorunda olan o tüm güzel insanların, ruhları Gölcük’ün zarif toprakları gibi kırılmış olsa da, hep beraber, biraz da toprağa girenlere borç ödermişçesine, Gölcük’ü enkazdan çıkartmaya çalıştığını ve şehri buruk bir biçimde yeniden inşa etmeye çabaladığını gördüm.
Depremin bir şehri yıksa da, o şehrin güzel insanları arasındaki dostluğu yıkamadığını, o güzel insanların paha biçilmez kayıplarının paylaşılmasının da bu şehrin dostluklarının daha da yıkılmaz kıldığını gördüm.
Bu dostluklar üzerinden bir şehri küllerinden bir Anka kuşu gibi canlandırmaya çalışan tüm Gölcüklülere selam olsun.
Bu yazı da, 17 Ağustosun aldığı, tanışma fırsatı bulduğum ve tanışamadan kaybettiğim tüm dostlarıma adanmış olsun. Hepinizi rahmetle anıyorum.
Ve, o gece hayatını kaybetmeyen tüm dostlarım adına söz veriyorum ki,
Unutulmayacaksınız.
Not: Her cam şişede ayran verdikleri yerde o kokoreççi ağabeyleri hatırlarım, kendi kendime biraz burukça sırıtırım.
KAYNAKÇA
1) Özmen, Bülent. (2000). 17 Ağustos 1999 İzmit Körfezi Depremi’nin Hasar Durumu (Rakamsal Verilerle). Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Deprem Araştırma Dairesi.
2) Özmen, B., a.g.e.
3) Danış, Hüsamettin; Görgün, Mustafa. (2005). Marmara Depremi ve Tüpraş Yangını. 2005 Kocaeli Deprem Sempozyumu.
4) Türkiye Büyük Millet Meclisi Deprem Riskinin Araştırılarak Deprem Yönetiminde Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu:
https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss549.pdf
5) http://onedio.com/haber/17-agustos-1999-353072
6) Türkiye Büyük Millet Meclisi Deprem Riskinin Araştırılarak Deprem Yönetiminde Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu:
7) Özmen, B., a.g.e.
8) a.g.e.
9) http://www.e-kutuphane.imo.org.tr/pdf/3924b.pdf
10) Özmen, B., a.g.e.
11) http://avnidincer.8m.com/IURapor.html
12) http://www.mmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=30181#.VdC4_Pntmko