O, Fransa başbakanının kuzeni ile Savoy ve Soissons dükünün oğluydu, aslen İtalyandı. Ancak yaşadığı ortam gereği Fransız kültürü ve ortamı ile yetişmişti. Küçük yaşta alay komutanlığı isteyince alay konusu oldu ve o da soluğu Fransa’nın düşmanı olan Avusturyalıların ordusunda aldı. Hem çok yetenekli ve iyi bir stratejist hem de IV. Murad kadar büyük bir askeri dehaydı. Tarihte onun gibi kumandanlara az rastlanır, ayrıca öyle bir unvanı vardı ki tarihe altın harflerle yazılmasını da o sağladı: Osmanlı’yı Yenen Tek Avusturyalı. Peki kim o? Bu muazzam kumandan Avusturya ordularının lideri Prens Eugen Savoyen.
Prens Eugen’in ismi söylendiği anda Osmanlı tarihiyle ilgilenenlerin aklına hemen Zenta Muharebesi gelir. Malumunuz odur ki bu savaş Osmanlı’yı Karlofça Antlaşması’na sürüklemiş ve bu antlaşma ile çöküş dönemi başlamıştı. Zenta Muharebesi’ne olağan gücüyle giden Osmanlı ordusu, aldığı yenilgi ile mağlubiyetler serisine başlamış ve uzun bir süre boyunca Prut Savaşı haricinde bir başarı gösterememişti. Peki Osmanlı’nın başında kimler bulunuyordu, bu savaşta ipler kimin elindeydi? Sultan II. Mustafa, tahta çıkmasından bu yana Macaristan cephesinde iki sefere katılmış ve her ikisinden de başarıyla dönmüştü. Ancak seferlerin ardından Macaristan’da daha kalıcı bir yönetim inşa etmek ve Avusturya baskısını tamamen kaldırmak adına çok büyük bir sefer planlanmıştı. Karşıda disiplinden tamamen uzak, savaş hazinesinde birliklere ödenecek tek kuruş dahi parası olmayan bir Avusturya ordusu ve başlarında tecrübesiz bir prens (Eugen) beklemekteydi.
II. Mustafa, Eyüp Sultan’ın kabristanını ziyaretinin ardından sefere hareket ederken ordusu 100 bini aşmıştı ki, Avusturya birliklerinin sayısı 40 bini geçmemişti. II. Mustafa’nın ordusu Macaristan Cephesi’ne yaklaştığında Viyana’da yoğun bir panik başlamıştı. Prens Eugen, acilen Osmanlı karşısında yer alacak ordunun başına geçmek istemişti ve isteği hemen kabul edilerek oraya yönlendirilmişti. Padişah ve ordusu önce Sofya’da konakladı ve ardından Macaristan’a doğru ilerledi. Güzergâha yakın kalelerdeki Avusturya kuşatmalarından alınan zaferler ve Venediklilerin yol üzerindeki kaleleri boşaltıp kaçmaları moralleri daha çok yükseltmişti. Ordu Belgrad’a ulaştığında savaşın son hazırlıkları yapılmış ve Avusturya’nın Osmanlı’yı nerede karşılayacağı ve nasıl mücadele edileceği planlanmıştı.
II. Mustafa, ordularıyla beraber bir zafere doğru emin adımlarla yürürken Eugen ise Zenta’ya kadar geri çekilmişti. Zenta bölgesinde yeniden 50 binin üzerinde bir ordu çıkınca Prens Eugen gerileyişini kesmiş ve son hız ilerlemeye başlamıştı. II. Mustafa’nın en büyük hatalarından olan istihbarat eksikliği, Eugen’in hareketlerinin anlaşılamamasına neden olurken, Eugen casuslarıyla bırakın Osmanlı ordusunun hareket güzergâhını, ordu içerisindeki karışıklıkları dahi öğrenmişti. Orduların birbirlerine çok yaklaşması Osmanlı ordusu için yeni bir sorun ortaya çıkarmıştı: köprülerin inşası. Koskoca Osmanlı ordusunun geçişini sağlayacak bir köprünün yapılmasına teşebbüs dahi edilemezdi, çünkü Avusturya ordusu taciz ateşleri açarak köprü kurulumunu engelleyecek kadar yakın bir bölgeye yerleşmişti. Osmanlı mecburen güzergâhını değiştirerek Zenta bölgesine doğru ilerlemek ve Erdel’e ulaşmak zorunda kaldı.
Osmanlı köyleri için bütün tehditleri altında toplayan Zenta bölgesi (haydutlar, Avusturyalılar, asiler ve kaçaklar) fethedildi ve bu fetih ordu içerisindeki tüm sorunların bir anlığına unutulmasını sağladı. Zenta’nın alınmasının ardından ordu Tisa’ya bir köprü kurdu ve Osmanlı ordusu köprüden geçmeye başladı. Otağ-ı Hümayun, hazine, yeniçeriler, silahdarlar, cebeciler, Kırım kuvvetleri, padişah ve hanedan halkı köprüden ilk geçenler olduysa da ordunun büyük bir kısmı ve sadrazam, yeniçeri ağası, beylerbeyleri gibi önemli isimler karşı tarafta kalarak düzenli geçişi sağlıyorlardı. Casusları ile böyle bir fırsatın eline geçtiğini öğrenen Prens Eugen, hızla harekete geçti ve Tisa’nın etrafındaki tepeleri tuttu.
Osmanlı ordusunda uzun zamandır köprüyü geçememenin, tepeler arasında bir ovada kalmışlığın sıkkınlığı ve düşman saldırısının korkusu vardı. Prens Eugen, Zenta’yı geçtikten sonra haberi alınınca sadrazam 7 bin kişilik bir savunma hattı oluşturdu ve topları yerleştirdi. Ancak ordu içerisinde çıkan panikle 2 bin asker köprüden düşmüş ve bu tahribat kaos ortamının artmasına neden olmuştu. Buna Eugen’in gözle görülür bir yere yerleşmesi ve Sadrazam Elmas Mehmed Paşa’nın sert tutumları da eklendi ve gece karanlığına yakın saatlerde Eugen saldırı kararı alarak Osmanlı ordusunun üzerine yürüdü. Osmanlı paşaları köprüde metris alınarak savunma hattını daraltmak istediler. Bunu bir yenilgi zanneden askerler köprüden kaçmaya çalıştılarsa da paşaların yalın kılıç köprü başında beklemesi orduyu yeniden siperlere gönderdi ama bu karışıklık sonun habercisiydi.
Hazırlıklar tamamlanmıştı ki tepelere yerleşmiş Avusturya askerleri çapraz ateşe başladılar ve Osmanlı ordusu köprünün her tarafından ateş altında bırakıldı. Bunun üzerine yeniden kaçmaya yönelen askerleri durdurmaya çalışan Sadrazam Elmas Mehmed Paşa, askeri tarafından öldürüldü. Sadrazamın ölümü ve ordunun köprüden geçememesi sabaha kadar süren bir mücadeleyi başlattı. Karşı tarafta II. Mustafa, askerlerini izliyor ancak herhangi bir müdahale şansı bulamıyordu. Ne kadar acıydı ki eli kolu bağlı bir şekilde askerlerinin ne zaman yok olacağını bekliyordu. Sabah olduğunda içler burkan, canlar acıtan bir manzara vardı: Köprüyü geçemeyen bütün ordu katliama uğramıştı ve Prens Eugen çok görkemli bir zafer kazanmıştı. 30 bin Osmanlı askeri şehit olmuşken diğer tarafta kayda değer sayıda bir kayıp yoktu. Tisa’nın bir kenarında cesetlerden ada oluşmuş ve Avusturyalılar cesetleri gömmekle dahi uğraşmayıp “muzaffer hareket” olarak nitelendirdikleri bu muharebeyle neredeyse tüm Türk piyadeleri öldürmenin keyfini yaşıyorlardı.
Osmanlı büyük bir devletti, bir imparatorluktu; öyle 30 bin askerin kaybıyla sarsılacak kadar küçük de bir ordusu yoktu. Ancak Zenta’nın en büyük sorunu önemli sayıda subayın şehit düşmesiydi. Subaysız bir ordu düşünülemezdi ve yeni nesil subayların yetiştirilmesi de uzun zaman alırdı. İşte bu Osmanlı’nın batıda toparlanamayacak duruma düşmesinin nedenleri arasında yerini alıyordu. Bu kayba seyirci kalan II. Mustafa, çaresizce Tımışvar’a gitti ve oradaki birliğe takviyeler yaparak İstanbul’a döndü. Prens Eugen de boş bulduğu alanlarda birçok kaleyi fethederek Saraybosna önlerine geldi. Saraybosna’da halkın da desteğini arkasına almış Osmanlı ordusu güçlü bir direniş gösterdi. Bunun yanında kışın yaklaşması Prens Eugen’in geri dönmesini sağladıysa da Avusturya ordusu geri dönerken yol üzerindeki tüm Türk köylerini yaktı. Fransızlar, Lehler ve Rusların da savaş ortamına dâhil olması ve tüm ülkelerde kırmızı alarm yaşanmasının ardından Avusturya ve Osmanlı barış antlaşması imzaladılar. Osmanlı’nın çöküşünü başlatan, ardı arkası kesilmeyecek toprak kayıplarının öncüsü olan Karlofça Antlaşması yürürlüğe sokularak Macaristan ve Erdel Avusturya’ya, Podolya Lehlere, Dalmaçya’nın bir kısmı ile Mora da Venediklilere verildi.
[box_light]Kaynakça[/box_light]
Afyoncu, Erhan. Sorularla Osmanlı İmparatorluğu IV. Yeditepe Yayınevi, 2016.
İnalcık, Halil. Osmanlılar. Timaş Yayınları, 2010.
Ortaylı, İlber. Defterimden Portreler: Tarihten ve Günümüzden. Timaş Yayınları, 2011.
Özcan, Abdülkadir. Anonim Osmanlı Tarihi. Türk Tarih Kurumu, 2000.