İşte bilinmeyen bir gerçek; bugün ticari sinemayla neredeyse eş anlamlı olmuş olan Hollywood, ironik şekilde zamanın bağımsız sinemasından doğmuştur. Buyurun bu da hikâyesi…
Thomas Edison pek çok kişi tarafından ampulü ve fonografı icat eden, “Amerika’nın en büyük mucidi” olarak tanınabilir. Bu şekilde anılmasının çok önemli bir sebebi de kinetoskopu icat etmesidir. Bu alet görüntüyü barındıran 35mmlik filmi, bir ışık kaynağından yansıtarak tek bir kişi için izlence oluşturur. Gösterdikleri arasında tavuk dövüşlerinden, kaslı erkeklere kadar her türlü imgeyi barındırmıştır. Daha sonraları Fransa’da Lumiere kardeşler tarafından geliştirilip pek çok insanın izleyebildiği ilk sinemalar kurulmuş olsa da, Edison kameranın icadını tamamen kendine mal etmişti. Bu şekilde Edison, yapılan her filmden belli bir miktar ücret alıyor ve bu istemine uymayan veya onun elinden çıkmamış kameralar kullanan stüdyoları, kurduğu “sinema mafyası” benzeri sistemle korkutuyor hatta zarar veriyordu. Kısacası sinema sektörünü tekelinde tutuyordu.
Artan baskıların etkisiyle, David Wark Griffith veya daha sık kullanılan şekliyle D. W. Griffith, kendisi ve onun gibi bu kıskaçtan kurtulmak isteyen filmciler, çok pahalılaşan New York sinemasından uzakta bağımsız bir yerde film çekmek için yola çıkarlar. Arayışları California’da son bulur. İkliminin yumuşaklığı ve Edison’un erişiminin dışında olması California’yı seçme nedenleri olur. Burada, patentli ürünleri izinsiz kullanarak yakalanma olasılıkları düşük ve kaçmaları çok daha kolaydır. Bu yeni durumla birlikte pek çok ezber de bozulmaya başlar ayrıca. Mesela, New York’ta bir filmin en önemli parçası olan kameramanların yerini yavaş yavaş yönetmenler almaya başlar. Yeni yönetmenler de yerinde yetişerek sektöre kazandırılmaya başlanır. Mesela “western” tarzı filmlerde öne çıkan isimlerden Allan Dwan bu zamanlarda tamamen rastlantı eseri bir şekilde oturur yönetmen koltuğuna. Bu rastlantının sonucu ise harikuladedir.
İlk görkemli Hollywood filmi işte bu dönemin bir kaçağından çıkar. Hollywood’un sahip olduğu ilk büyük yönetmen sayılabilecek D.W. Griffith’in çektiği Birth of a Nation(Bir Ulusun Doğuşu) halen geçerliliğini yitirmemiş bazı teknikler ve kurallar çerçevesinde, bugünkü sinematografik ifadenin temellerini atmıştır. Kendisi de bu durumu gayet mütevazı bir şekilde Hollywood’u icat eden adam: D. W: Griffith’in otobiyografisi adlı eseri yazarak belirtmiştir.
Griffith’in bu çığır açan filmi yapmasında ise babasıyla geçirdiği zamanların etkisinin boldur. Babası Jacop Griffith Amerikan İç Savaşı’ndan edindiği anıları ihtişamlı bir şekilde oğluna anlatarak onun hem tarihe hem de özelde savaş tarihine olan hayranlığını körükler. Bununla beraber Griffith, Kentucky ve Georgia bölgelerinde içinde bulunduğu kültürden de etkilenir. Daha sonra Thomas Dixon’un The Clansman(1905)adlı oyundan yararlanarak çığır açan filmi Birth of a Nation’ı çeker. Not düşülmesinde fayda vardır ki film aynı zamanda, çoğunlukla tiyatroda zencilerin temsili için kullanılan “blackface” uygulamasının sinemada ilk örneğidir. Türkçeye “siyah maske” olarak çevrilebilen bu teknik ile beyaz oyuncular tenlerini siyaha boyayarak, siyahi insanları canlandırıyorlardı. Şöyle bir durum vardır ki, Birth of a Nation ırkçılığıyla damgalanan bir filmdir başarısına rağmen ve bu yönüyle de Griffith’e oldukça fazla yüklenilmiştir. Daha sonraları kendisine yapışan “ırkçı” damgasından kurtulmak için için Intolerance(1916)’ı çeker. Kariyerinin hızlı bir inişe geçmeye başladığı nokta da bu olmuştur, beş yüzü aşkın film çekmenin ve Hollywood’un temelini atmanın ardından.
Zamanın “avam eğlencesi” bu adımları takip ederek bildiğimiz ihtişamlı Hollywood olma yolunda emin adımlarla devam eder. Griffith ona biçim vermiş, bir sistematiklik kazandırmıştır ancak hala bir sanat formu olarak değerlendirilmez. Adolph Zukor ise bu konunun üstüne eğilerek sinemanın orta sınıfa hitap edecek güzel çekilmiş bir tiyatro oyunu olması gerektiğini ileri sürer. Daha kaliteli işler izlemek için insanların daha çok ödemeye hazır olduğunu öne sürer. Kafasında bu düşünceyle, 1912’de çektiği Les amours de la reine Élisabeth’de aslen bir tiyatro oyuncusu olan Sarah Bernhardt‘ı oynatır. Film, seyircide kameraya alınmış bir oyun hissini uyandırır. Bu büyük bir sıçrayıştır çünkü artık sinemanın izleyici kitlesinde köklü bir değişim başlamıştır.
Takip eden yıllarda özellikle Charlie Chaplin’in sahneye girmesinin ardından, Hollywood artık isminin altını dolduracak bir kadroya sahiptir, patente para verme devri kapanmıştır ve kameranın büyüsü keşfedilmeye başlanmıştır. Başka bir deyişle ilk adımlarını, zor da olsa, atmıştır.
Kaynakça:
Hollywood’un doğuşu, Paul Merton- https://www.youtube.com/watch?v=UtCJj4ajbNc
Sinema Tarihi, Lo Duca- http://www.academia.edu/29671653/Sinema_Tarihi_Lo_Duca_i.pdf
The movie book, DK- https://www.overdrive.com/media/2466177/the-movie-book
Allan Dwan- http://www.newyorker.com/culture/richard-brody/the-films-of-allan-dwan
DW Giriffith father of film- https://www.youtube.com/watch?v=bWOaVhjQxZE
The History of the Hollywood Movie Industry– http://historycooperative.org/the-history-of-the-hollywood-movie-industry/
Birth of a Nation movie review- http://www.filmsite.org/birt.html
Görsel 1- http://orphanfilmsymposium.blogspot.com.tr/2015/11/orphans-at-moma-bonus-film-fred-ott.html
Görsel 2- http://www.rogerebert.com/reviews/great-movie-the-birth-of-a-nation-1915
Görsel 3- https://www.moma.org/collection/works/107651