1941 yılı Türkiye için İkinci Dünya Savaşı’nın ülke sınırlarına en fazla yaklaştığı dönemdi. Dönemin Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun da belirttiği gibi Türkiye’nin coğrafi ve stratejik açıdan tümüyle yalnız kaldığı bir seneydi. Romanya, 1941 yılının Ocak ayında 1 Almanya tarafından işgal edilmesi ile birlikte Balkan Antantı’ndan Mihver Devletleri’ne katılan ilk ülke oldu. Savaşın Balkanlara gelmesi ile birlikte Türkiye dış siyasette kendini savaşın dışında tutacak ama olası bir saldırıda da kendini savunmasına yardım edecek hamleler yapmaya başladı. 1941 Ocak’ında İngiltere ile varılan antlaşma sonrası Türkiye askerî teçhizat açısından elini güçlendirdi. Bu anlaşmanın maddelerinden biri Türkiye’nin 1939 yılında İngiltere’den aldığı 4 muhrip ve 4 denizaltının teslimiydi. 1 Mart 1941’de Bulgaristan’ın da Mihver Devletleri’ne katılması ile birlikte Türkiye Alman askerî kuvvetlerini sınırında görmeye başladı. Balkanlar’daki Alman ilerleyişi 25 Mart’ta Yugoslavya’nın işgali ile devam etti. İtalyanlara karşı aylarca direnmiş olan Yunanistan, 6 Nisan 1941’de başlayan Alman taarruzuna dayanamadı ve Alman kuvvetleri 25 Nisan 1941’de Atina’ya ulaştı. Balkanlarda Türkiye hariç müttefiklerini kaybeden İngiltere Türkiye’nin Balkanlar’daki cepheyi diriltebileceği düşüncesiyle ABD’den Lend and Lease yasası dahilinde aldığı yardımda aslan payını Türkiye’ye vermeye başladı.
Almanya ile batıda sınır komşusu haline gelen Türkiye, Ankara’daki Alman Büyükelçi Von Papen aracılığıyla siyasi görüşmelere başladı ve 18 Haziran 1941’de Türkiye Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ve Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Von Papen arasında imzalanan Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Paktı Türkiye’nin kendisini bir nebze olsun savaştan uzak hissetmesini sağladı. 22 Haziran 1941’de Almanya’nın Sovyetler’e savaş açması ve kuvvetlerinin büyük kısmını kuzey cephesine kaydırması Türkiye’de büyük bir mutluluğa yol açtı. Savaşın Türkiye’den uzaklaştığı düşünülen 23 Haziran 1941 günü aynı zamanda Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndaki ilk şehitlerini Refah Faciası’nda verdiği gün oldu.
Türkiye’nin 1939 yılında İngiltere’den aldığı 4 muhrip ve 4 denizaltına, İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile İngiltere tarafından el konuldu. İngiltere hükümeti Mayıs 1941’de denizaltılarının Türkiye’ye teslim edileceğini bildirdi. Savaşın Türkiye’ye yaklaşması üzerine 1940’ta Gölcük’e çekilen donanma gerek nitelik gerekse nicelik açısından eksikleri olan bir durumdaydı. Öyle ki, Denizcilik Bankası’na ait olan dört gemi, üzerlerine uçaksavar toplarının yerleştirilmesi suretiyle harp gemisi flaması taşımaya başladı ve üç adet şehir içi yolcu vapuru da mayın tarama gemisi olarak kullanıldı. Bunun üzerine Türkiye, eski bir vapur olan Sümer Şilebi ile İngiltere’ye sekiz kişilik bir kafile gönderdi. Denizaltılar için Sümer Şilebi ile gönderilen ilk kafile, yola telsiz ve işaret bayrakları olmaksızın çıkmalarının sonucu olarak bir İngiliz gemisinin saldırısına uğradı ve karaya oturdu. Ana kafileyi İskenderiye’ye ulaştırması için ise 1901 yılında yapılmış olan Refah Şilebi görevlendirildi. Refah Şilebi’nin bu görev için seçilmesi 13 Haziran’da Ulaştırma Bakanlığı’nın Deniz Nakliyat Komisyonu’ndan göreve uygun bir gemi istemesi sonucu gerçekleşti. Deniz Nakliyat Komisyonu Başkanı İbrahim Kemal Baybora’nın topladığı komisyonda emekli Deniz Yarbayı Nuri Bey’in önerdiği Tan Vapuru yolcu taşımaya elverişli olmasına rağmen İskenderiye dönüşü yeterli miktarda tahıl getiremeyeceği düşünülerek reddedildi. Bunun üzerine alternatif olarak sunulan Refah Şilebi kesin bir karar verilmeden Baybora tarafından Ulaştırma Bakanlığı’na tahsis edildi. Deniz Nakliyat Komisyonu’nun kararı sonrası Refah Şilebi’nin sahipleri Barzilay ve Benjamen ile yapılan görüşmede vapurun sahipleri Refah’ın yolcu taşımaya elverişli olmadığının belirtti. Bunun üzerine Refah Şilebi’nin Mersin’e kendi mürettebatı ile gitmesine askerî mürettebatın ise demiryolu ile Mersin’e gönderilmesine karar verildi. Refah Şilebi kaptanı İzzet Dalgakıran ve mürettebat geminin görevini bilmediği için yolcu taşımaya uygun hazırlıklar yapmadan 16 Haziran’da İstanbul’dan Mersin’e doğru yola çıktı. Denizaltı personeli de İstanbul’da bir günde yedi aşı vurularak Yarbay Zeki Işın’ın emri altında aceleyle Ankara’ya doğru yola çıktı. 20 Haziran’da Ankara’ya ulaşan kafilenin yolluklarını alması için Merkez Bankası gece saatlerinde açıldı, subaylar ve erler yolluklarını aldı. 21 Haziran gecesi Toros Ekspresi ile Mersin’e doğru yola çıkan kafile aynı gün Mersin’e ulaştı. Refah Şilebi’nde yeterli sayıda yatak ve battaniye bulunmadığı için kafile, Amiral Mehmet Ali Ülgen’in emri ile Deniz Harp Okulu ve Lisesi Komutanlığı’ndan bu eksikleri giderdi. Alınan yatak ve battaniyeler askerlerin üzerine zimmetlendi. Kafilenin ihtiyacı olan gerekli kumanya sağlanmadığı için subaylar Mersin pazarından alışveriş yaparak kafilenin gıda ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı. Refah Şilebinin süvarilerinden Nejat Bey ve Kazım Bey’in ayarladığı bir aşçı da İskenderiye’ye kadar kafilenin yemeklerini yapmayı kabul etti. 22 Haziran günü Refah Şilebi’ne krom yüklemesi yapılmaya başlandı. Yarbay Zeki Işın’ın bu durumun gemiye sıkıntı çıkaracağını Ankara’ya bildirmesi üzerine yüklenen krom geri boşaltıldı. Bu gecikme geminin belirlenen tarih olan 22 Haziran’da değil 23 Haziran’da yola çıkmasına sebep oldu. Refah Şilebi’i iki tane elli kişilik ve iki tane de on kişilik toplamda dört tane filikası ile yani herhangi bir tahliye durumunda en iyi ihtimalle 120 kişiyi kurtarabilecek teçhizatla 200 yolcusu ile birlikte 23 Haziran 1941’de Mersin limanından ayrıldı.
Refah Şilebi 23 Haziran 1941 saat 18:30’da Mersin Limanı’ndan ayrıldıktan sonra Kıbrıs yakınlarındayken gece saatlerinde meydana gelen bir patlama ile su almaya başladı. Geminin telsiz sistemi dahili elektrik hattına bağlı olduğundan, ayrı bir batarya ile enerji sağlanamadığı için patlama sonrası herhangi bir yerle iletişim sağlanamadı. Telsiz sisteminin çalışmamasından ötürü ilk patlamanın saat kaçta gerçekleştiği de bilinmemektedir. Patlamanın hemen ardından denize indirilmeye çalışılan ilk filika güverteye devrilerek kullanılmaz hale geldi. Yarbay Zeki Işın ve Kaptan İzzet Dalgakıran gemiyi terk etmeyi reddederken bir grup denizci Kıbrıs’a kadar yüzebileceklerine inanarak denize atladı. Kıbrıs’ın yüzülerek ulaşılabilecek kadar yakın olmaması ve patlamadan ötürü denizin gemi parçaları ile dolu olması sonucu Refah Vapuru’ndan kimse Kıbrıs’a ulaşamadı. İkinci filikanın indirilmesi için Refah Şilebi’nin su seviyesine gelmesi beklendi ve saat 02:00’da filika denize indirildi. Filika, Refah Şilebi’nin etrafında dolaşmaya devam ederek denizdeki kazazedeleri kurtarmaya çalıştı. Saat 04:30’da meydana gelen ikinci patlama ile Refah Şilebi ortadan ikiye ayrıldı. Kurtulanların ifadesine göre ikinci patlamanın sebebi buhar kazanlarının infilak etmesiydi. Bu patlamanın ardından filika kazadan kurtulan 28 kişi ile birlikte Türkiye sahillerine doğru yol aldı ve Karataş Burnu Feneri yakınlarında karaya çıktı. Kaza sonrası Kıbrıs’tan gelen yardım ve yapılan kurtarma çalışmaları sayesinde gemide az sayıda bulunan can simitlerini kullanmış veya tahta parçalarına tutunmuş 4 kişi daha kurtarıldı. Refah Faciası tarihimizde İkinci Dünya Savaşı’nda verdiğimiz ilk şehitlerimiz ile yer aldı ve kaza sonrası dönemdeki tartışmalarla anıldı. Refah Şilebi ve şehitlerinin hikayesi bir sonraki yazımızda devam edecek.
KAYNAKÇA
Öndeş, Osman. Refah’ı Kim Batırdı?, İstanbul: Denizler Kitabevi, 2006.
Akbaş, Rahmi. “Osmanlı’nın Son Döneminden Cumhuriyet’e Türk Donanması ve Refah
Faciası,” Yüksek Lisans tezi, Dumlupınar Üniversitesi, 2011.
Tekeli, İlhan ve İlkin, Selin. İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi. Cilt.1 Ankara: İletişim Yayınları,
2013.
Tuncer, Hüner. İsmet İnönü’nün Dış Politikası. İstanbul: Kaynak Yayınları, 2012.
Deringil, Selim. Denge Oyunu. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2017.