Sinemayı Avrupalılar buldu çünkü yüzyıllardır onu arıyorlardı.
Bu cümlenin ne anlama geldiğini anlamak için gelin biraz sanat tarihine göz atalım. Yazıya başlamadan önce ünlü sanat tarihçisi Ernst Gombrich’in bir sözünü sizinle paylaşmak istiyorum. Çünkü yazı bu cümleyi temel alarak ilerleyecek. Gombrich bize der ki ” Sanat tarihi, resimdeki gelişen teknikleşmenin değil değişen insan koşullarının sebebiyet verdiği değişen insanın dünyaya bakışının tarihidir.” Örnek vermek gerekirse, gökyüzünde uçuşan bir kağıt parçasını bir kuş sanıp resmini çizmeye kalkmanızla onun bir kağıt parçası olduğunu fark etmeniz ile çizdiğiniz resim ne kadar farklı ise yüzyıllar içinde insanların yaşadığı farklı tecrübelerin resimlerdeki bakış açısının çok faklı olmasına neden oldu.
Hristiyanlık, İslam, Hinduizm, Budizm ve daha nice başka din “Doğu’da” ortaya çıkmıştır. Ve belki de bu sebepten ötürü geçmişten günümüze Doğu’nun insanı dünyayı daha fazla “ilahi” bir şekilde algılar. Ve gördüğü her şeyi ilahi bir bağlamda görür. Şüphesiz ki minyatür sanatının daha çok Mısır, İran, Irak, Orta Asya ve Anadolu’da popüler olmasının nedeni budur. Çünkü minyatür sanatındaki hakim bakış açısı tanrıdır. Minyatür sanatında bakış açısı daha yukarıdandır ve aynı anda görülmesi mümkün olmayan olaylar aynı anda görülebilir. Yani perspektifsizdir. Anlayacağınız minyatür sanatında, tanrının dünyaya baktığı çerçeveden biz de bakarız dünyaya. (İslam dininde resmin yasak olmasına rağmen minyatürün Osmanlı gibi ülkelerde de çok popüler olmasının nedeni de bu sanatın böyle bir bakış açısının olmasıdır.) Verdiğim iki farklı örnekte sizde bunu fark edebilirsiniz.
Bilindiği üzere Hristiyanlık ilk Orta Doğu’da ortaya çıktı ve daha sonra Batı’da yayıldı. Hristiyanlık batıya doğru kayarken batıya yanında sadece teolojisini götürmedi, şüphesiz dünyayı algılama ve dünyayı görme biçimini de götürdü. Böylece minyatür sanatı da Orta Çağ’da, Batı’da dini içerikli resimler ile popüler olma şansı yakaladı birçok incilde kullanıldı ve minyatür Orta Çağ boyunca Batı’da popülaritesini korudu. Minyatür sanatının Avrupa’da Orta Çağ’da popüler olması tesadüf değil tabi ki de sebebinin Orta Çağ’daki müthiş güçlü olan kilise baskısından ötürü resimlerde ilahi bir bakış açısı kullanıldığını söylemek yanlış olmaz. Lâkin bir süre sonra biraz beklendik biraz beklenmedik bir olaylar silsilesi meydana geldi. Rönesans ve reform.
Kiliseye tarihteki en ağır darbeyi vurmuş klisenin otoritesini yerle bir etmiş bu Rönesans dönemi nasıl bir dönemdir?
Rönesans, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir. Ve bu dönem hümanizmi de yanında getirmiştir. Hümanizm çoğunluğun sandığının aksine insan sevgisi demek degildir. Hümanizm terimsel tanım açısından “sevgi” içermez. Daha felsefi ve bilimsel bir temeli ifade eder. Türkçe karşılığı “insan-merkezcillik”tir. Yani tanrı-merkezcillik geri plana atılır ve bir anlamda reddedilir, insan-merkezcillik esas alınır. Ve insanoğlu humanizm ile bereber sanat tarihini tümden değiştirecek bir cümle söyler: ‘Bu dünyanın merkezinde BEN varım ve her şey benim gördüğüm şeklide resmedilecek.’ Ve resme ilk defa derinlik, perspektif (uzaklaşan cisimlerin küçülmüş, yakınlaşan cisimlerin büyümüş halde çizilmesi) katılmış olur. Dünyaya artık birey olmuş insan bakmaktadır çünkü.
Erken dönem Rönesans sanatçılarından Giotto, perspektifi kullanan ilk kişidir. Aynı konuları işlemiş bir Orta Çağ minyatürü ile Rönesans sanatçısı Giotto’nun resmini karşılaştırılmış haline bakınca humanizm ile beraber gelen insan gözünden dünyaya bakışı daha iyi fark edeceğinizi umuyorum.
Rönesans ve hümanizm gördüğünüz üzere bu denli büyük bir sıçrayış yarattı, hem Avrupa’daki hakimiyetin kiliseden insana geçmesinde ve dolayısıyla Avrupa’nın sanatında. En bilinen bütün büyük Rönesans sanatçıları ; Leonardo da vinci, Michelangelo, Raphael ve Donatello sanatlarında merkeze insanı alıp insanın gördüğü biçimde sanatlarını ürettiler.
Evet, Batı medeniyetinde dünyayı algılayış biçimi değişmiş, evrenin merkezine ‘birey’ oturmuştu lakin Rönesans’ın getirdiği birtakım fikirler sadece Avrupa’da etkili oldu. Doğu humanizmden bihaberdi âdeta. Doğu’da hâlâ evrenin merkezinde Tanrı olduğu için orada bakış açısı değişmemişti. Doğu’da perspektif keşfedilememişti. Bu keşfedememe Doğu’nun resimdeki teknik yetersizliğinden ötürü değil, Avrupa’daki gibi köklü değişikliklere neden olacak, merkeze insanı almasını sağlayacak bir kıvılcımın olmamasındandır. Aynı yüzyıllarda yapılmış (burası dikkat çekici) iki farklı kültürün iki farklı resmine bakınca aradaki kopuşu göreceksiniz.
Orta Çağ’da iki kültür de dini hakimiyet yüzünden aynı tekniği kullanırken Avrupa’nın Rönesans ve reform ile dini hakimiyeti sonlandırdıktan sonra Hümanizm ile merkeze insanı ve insanın bakışını almış olmasının yanı sıra Doğu’da bu gelişmeler yaşanmamasından ötürü, Doğu’da evrenin ilahi bir boyutta algılanışı devam etti. Batı’da ise Batı’nın bireyin bakış açısına daha da ulaşma çabaları nihayetinde fotoğrafın bulunması ile sonuçlandı.
Bir süre sonra da 12 tane fotoğrafın 1 saniye içerisinde gösterilmesinin hareket illüzyonuna yol açtığı fark edildi. 1 saniyedeki 12 fotoğraf gösterme fikri 1 saniyede 24 fotoğraf gösterme fikrine evrildi. Bir süre sonra da saniye başına 24 kareden 8 saniyelik bir gösterim gerçekleştirildi. Ve biz bu gösterime bu gün ilk sinema filmi diyoruz.
Ernst Gombrich’in “Sanatın Öyküsü” kitabından faydalanılmıştır.