Normalde şizofreni hastaları içine kapanıktır diye bilinir, sizse önceden içine kapanık olduğunuzu, hastalıktan sonra utangaçlığınızı aştığınızı söylüyorsunuz. Nasıl böyle gelişti?
Terapiler sayesinde aslında çekingenliğin gereksizliğini kavradım. Her zaman her yerde varlığını gösterme ve ispatlama çabası gereksizdir ama çekingenlik de öyle. Varız ve hissediyoruz, düşünüyoruz. Kendimizi ifade etme olanağımız da var. o halde neden saklanalım?
Atak dönemlerinde gerçeklikle hayal dünyasını (akıl oyunlarını) nasıl ayırt ediyorsunuz? Farkına varmaya nasıl başlıyorsunuz?
Ben insanların yüzlerinde maskeler görüyordum. Bu maskelerden korkmuyordum, çünkü bana bir sürpriz hazırlandığını düşünüyordum. Maskelerin kalkabileceğini ve arkasında hep aynı insanın olabileceğini düşünüyordum ve bütün insanları bu şekilde tanımlarken, görürken, doktoruma gittiğimde onu da öyle görüyordum ve o insanın bir gün kendisini göstereceğini düşünüyordum. Doktorumu da o insan zannettim ve kendisi sonrasında bana bazı sorular sormaya başladı, ama ben hiçbirine cevap vermiyordum çünkü o insanın benimle konuşmaya çabaladığını görüyor ve gülümsüyordum, ben onu seviyorum o da beni seviyor gibisinden. Fakat doktorum bana öyle sorular sordu ki ben bir yerde cevap vermek durumunda kaldım. Bu arada maskenin arkasında o olduğunu düşündüğüm doktorumun aslında kendisi olduğunu fark etmeye başladım bu sorularla beraber. Oradan ve ilaçların da etkisiyle yavaş yavaş bir uyanma başladı. Bu insan o değil dedim. Tabii ki ailem bana söylüyordu doktora gidiyoruz diye, ama ben kendi kurgumun içindeydim. Çocuklukla ilgili sorular sorularak sorunların ortaya çıkarılabileceğini biliyordum o yüzden psikiyatr olduğunu anladım. Peki diğer insanlar dedim o zaman anladım herkesin.
Medyadaki temsilleri nasıl buluyorsunuz?
Araştırılmadan, sormadan, şizofreni hastasının tehlikeli olduğuna dair, birçok haber yapılıyor. Mesela bir cinayet işlendiğinde, işleyenin şizofreni olduğu kanısı oluşturuluyor. Üçüncü sayfa haberlerinde şizofren katil diye olayın iç yüzü araştırılmadan haberler yapılıyor. Şizofreni hastalarının daha tehlikeli olduğuna dair hiçbir bilimsel bulgu yok ortada. Normal dediğimiz insanlar planlı cinayetleri işlerken ya da savaşlar çıkarken, niye şizofreni hastalarının üzerine böyle bir yük ekleniyor anlamıyorum. Çok üzücü bizler için. Tedavi görmüyorsa, ilaçlarını bırakmışsa her zaman olmamakla beraber saldırganlık olabilir. Tehlikelilik imajı çok yaygın medyada. O yüzden insanlar kafeye ya da derneğe gelmiyorlar. İşin kötüsü, hastalığı yaşamayanların kafeye gelmemesi bir tarafa, hastalığı yaşayanlar da bu korkularla bana şizofren, katil gözüyle bakarlar, tehlikeli derler diye tedaviden yararlanmıyorlar. Dernek de cafe de sosyal rehabilitasyon. İnsanlar evlerinde kendi kendilerine bu işi çözmeye çalışıyorlar ki bu da hem aile için hem hastanın kendisi için çok zor bir süreç.
20 yaşından bu zamana içinde olan bir insan olarak, dışarıdakilerin bilincinde bir artış oldu mu yoksa durum hala aynı mı?
Akıl oyunları bu anlamda çok önemli bir filmdi. Daha sonra “Biz,Siz,Onlar” belgeseli çekildi, Türkiye’nin dört bir yanından şizofreni hastalarının çizdiği resimler sergilendi. “Korku Dolu Tır” etkinliğinde empati yapıyor insanlar. Bizden korkmalarını gerektirecek bir şey yok. Bizim yaşadıklarımızı anlamaları açısından çok önemliydi. Eğer böyle bir iyileşme varsa federasyona bağlayabiliriz. Olmuyorsa da sesimizi yeterince duyuramıyoruz demektir. Ben işin çok içinde olduğum için objektif değerlendirmiyor olabilirim ama, insanlar cafeye ilk başta önyargıyla, yadırgayarak, kapıdan çekinerek geçerlerken, şu anda daha aktif bir şekilde katılabiliyorlar. Cafeden içeri girip arkadaşlarla sohbet ediyorlar, en azından bu çevrede böyle bir iyileşme var.
Röportajın diğer diğer bölümleri için:
Şizofreni Odağında İkili, Üçlü… Mücadele – Bölüm 1
Şizofreni Odağında İkili, Üçlü… Mücadele – Bölüm 3