Paul adlı ana karakterin ardı arkası kesilmeyen gülünç aksiliklerin pençesinde harcadığı kabus gibi bir gecesini konu alan After Hours, Martin Scorsese’nin 1982 yapımı The King of Comedy’nin ardından yönettiği “kara komedi” türündeki ikinci filmidir.
Bir şirkette bilgi işlemci olarak çalışan Paul Hackett iş çıkışı bir kafeye uğrar. Önündeki masada oturan Marcy adlı bir kadınla o sırada okumakta olduğu bir kitap üzerinden başlayan ufak sohbet, Paul’un hayatında yaşayacağı –büyük ihtimalle- en kötü gecenin yaşanmasına sebep olacaktır.
Marcy’nin aslında psikolojik olarak anormal bir vaziyette olduğunu oldukça geç fark eden Paul, o gece yağmur altında kalır, polisle başını belaya sokar, cebindeki tüm parasını kaybeder, suça bulaşmış veya akıl sağlığı yerinde olmayan tiplerle muhatap olmak zorunda kalır, bir hırsızlığa ve intihar teşebbüsüne şahit olur ve uykusuz geçirdiği talihsiz bir gecenin ardından kendini yine ofisinde bulur.
Paul’un geçirdiği sefil gecenin ardından üstü başı dağınık ve pasaklı bir vaziyette iş yerindeki masasının başında gösterildiği final sahnesi çeşitli yönlerden kafa karıştırıcıdır. Atlattığı badirelerin ardından iş yerinde göreceli olarak huzurlu bir ruh halinde görünen Paul, belirli belirsiz bir şekilde gülümserken mevcut dış görünüşü açısından iş arkadaşları arasında net bir şekilde ayırt edilebilmektedir. İş yerindeki masasına oturduğu andan itibaren ofiste hızla dolanmaya başlayan kamera, hem yeni başlayan iş gününün telaşını gözler önüne serer hem de izleyiciyi film boyunca görmeye alışık olmadıkları güneş ışığına alıştırır. Ofisteki labirentimsi koridorlar arasında dolanan kamera yaklaşık yarım dakika sonra Paul’un masasını tekrar ziyaret ettiğinde Paul’u göremeyiz. Belki daha da ilginci, ofisi hızla dolaşan kameranın filmin son saniyesinde yan taraftaki kapıdan çıkan siyah paltolu bir adamı kaydetmiş olmasıdır. Bulunulan mekan itibariyle alakasız görünen bu bir saniyelik esrarengiz karakterin absürtlüğü ve uyumsuzluğu simgelemek için eklenmiş olduğu değerlendirilebilir.
Joseph Minion’ın Columbia Film Okulu’nda mezuniyet tezi olarak yazdığı, ve yine bir yönetmen olan hocası Dusan Makavejev tarafından “A” notu verilen senaryonun kullanıldığı film, o sene yönetmen Martin Scorsese’ye Cannes Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü kazandıracaktır.
Film çeşitli psikanalitik referanslar barındırmaktadır. Yalnız yaşadığı anlaşılan ana karakter Paul’un kadınlardan yana bir türlü şansının dönmediğine şahit oluruz. Karşı cinsle yaşadığı tecrübelerde sıklıkla maskülen kimliğinin “bastırıldığını” hisseden Paul, zihnindeki kalıpların da etkisiyle “kendini gerçekleştiren kehanet”ler üretir. Etrafta gördüğü imajları ve yaşadığı olayları sık sık kendi maskülen kimliği ile ilişkili olarak değerlendirir.
Filmin cinsiyet kimliklerini kritiğe tabi tutan bu tür motifler barındırmasından dolayı kimi eleştirmenler After Hours’u “Screwball komedisi” olarak adlandırılan bir tür altında değerlendirir. Büyük Buhran döneminde popülerlik kazanan bu tür komedilerde genellikle kadın erkek ilişkilerindeki dominant taraf kadın karakterlerdir. Erkek karakterlerin kendilerini gülünç ve kimi zaman olaylar karşısında çaresiz durumda bulduğu bu tür komedilerin bazıları ciddi kimliksel sorgulamalar içerir. After Hours’da ise bu temaya dokunan birçok olay, ima ve diyaloga rastlamak mümkündür.
Film, ana karakterin kendi güvenliği ve akıl sağlığını tehdit eden çeşitli olaylar silsilesini betimler. Bu yönden Kafkaesk olarak tanımlanabilecek yapıttaki kabusu andıran ortamlar ve sürreal olaylar, izleyicinin gerilmesine, kafa karışıklığı yaşamasına ve çaresiz hissetmesine yol açar. Bütün bu karmaşık hislerin kıskacındaki izleyiciyi güldürmek ise yalnızca ustaca kurgulanmış bir örgü ve nitelikli diyaloglar ile mümkündür. Bana göre Scorsese’nin asıl başarısı da tam burada yatmaktadır.
Sonuç olarak After Hours, tek bir ana karakter etrafında başarılı bir şekilde örgülenmiş sorgulayıcı bir filmdir. Janr açısından komedi, gerilim, korku filmi veya drama gibi spesifik bir türe sığdırmanın mümkün olmadığı After Hours, çatışan ruh hallerini ve çetrefilli problemleri gerilimli bir tarzda yansıtırken hem bazı yerleşik kalıpları kritik altında tutuyor, hem de izleyiciyi gülümsetmeyi başarıyor.