Çok gezen mi bilir çok okuyan mı sorusunu soran insan ne gezmiştir ne de okumuştur. Ben kendimce kanaat getirdim ki gezen de okuyan da benden çok biliyor, çünkü ne gezdim ne de okudum. İnsanların diğerlerini birbirleri arasında kıyaslaması bana o kadar mantıksız geliyor ki… Çok gezeni çok okuyanla kıyaslıyor ama ne geziyor ne okuyor, zarfa o kadar çok takılmış ki mazruf nedir haberi yok. Bunu kendim dışındaki insanları eleştirmek için söylüyor olsaydım gerçekten kendimi komik duruma düşürüyor olurdum. Fakat ben bu eleştiriyi kendim için yapıyorum. Ben bir zamanlar o eleştirdiğim insandım. O yüzden bu kadar net eleştirebiliyorum.
Üniversiteye başladığı zaman insan bir hoş oluyor, hele de bir başarı hissi varsa ona eşlik eden, değmeyin keyfine. Düşünüyorum da hak da veriyorum yani, neden keyiflenmesin ki? Genç, sağlıklı, umutlu… Yine kendimden yola çıkıyorum bu duygular için, kendi halimi tasvir ediyorum. Kendime sorduğum sorudan da anlaşılabilir ne kadar mutlu, umutlu ve cahil olduğum; çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Bu soru beni epeyce oyaladı ama sonra kendimce çok okuyan bilir diye karar vermiş olacağım ki okumaya başladım. İnsan öğrendikçe fark ediyor ne kadar cahil olduğunu. Şimdi tekrar hatırlıyorum da güzel zamanlarmış. Belki de o yüzden hiç üşenmeden tekrar başladım üniversiteye.
Ne diyordum, kitap okumaya başladım, yani okuma yazmayı yeni öğrenmiş gibi değil tabii ki ama bilinçli okumaya. Kendime bir liste hazırladım “okunması gerekenler” diye, bir program yaptım. Listeyi bitirmeye niyet ettim ama ne mümkün? Bir kitap okuyorum, iki belki üç kitap ekliyorum listeye. Liste hiçbir zaman ilk yaptığım kadar kısa olmadı, hâlâ da değil. Sonra yenilmişlik hissiyle temel probleme geri döndüm. Gerçekten çok okuyan daha mı çok biliyordu çok gezenden? Hem ölçüsü neydi ki çok okumanın, kitapların sonu mu var? Ama gezmek öyle değil. Tamam, dünya büyük ama sonuçta ülke sayısı belli diye düşündüm. Hem gezmem kitap okumama engel değil ki, gezerken de okuyabilirim. Sanırım yanılmadığım nadir noktalardan birisi bu. Niye soruyu böyle ayrıştırıcı bir şekilde dillendirmişler ki dillendirenler, kimse onlar?
Bir arkadaş istedim yanıma, istedim ki yalnız kalmayım gittiğim yerlerde. En azından yalnızlık duygumu paylaşan biri olsun yanımda. İlk sorduğum arkadaşım yok dedi, öteki olmaz dedi, beriki güldü geçti. Birilerini buldum yanıma ama onlarla iken burada da yalnızdım ben. Dedim kervan yolda düzülür, hem kitaplarım da var yanımda, yalnız hissetmem kendimi. Hissetmedim de “şükür”. Kitaplardan sonra birkaç da ülke gördüm ama yine kendimi daha cahil buldum. Tamam başlangıçtaki cehaletimle kıyaslarsam bir şeyler öğrendim çünkü başta cehaletimden de bihaberdim ama gezmek ve okumak kavramlarının sayfaları ve toprakları kastetmediğini öğrendim. Bu da cehaletimin çıpası oldu.
İnsan demek bakış açısı demek, ne kadar insan o kadar bakış açısı. Okuduğumuz her kitapta, gezdiğimiz her yerde yeni insanlar görmeli, onlarla tanışmalı onların bakış açılarını deneyimlemeliyiz. Onların ayakkabılarıyla yürümeye çalışmalı, dertleriyle dertlenmeli, yapabiliyorsak derman üretmeliyiz. Bu görüşe varmak için onlarca kitap okudum, yüzlerce roman karakterinin gözünden değişik durumlara göz atma şansı buldum, birkaç da ülke, şehir gezdim, onlarca insanla muhabbet etme şansı buldum. Ama gözümü açan canımın sıkıntısı oldu.
Gezerken hepimiz bir nevi refleks olarak kendimize meşgale ararız, gidince nerede kalacağımız, nereleri göreceğimiz ne yiyeceğimiz bile bellidir çoğunlukla. Vaktimizi evimizde olduğumuzdan daha sıkı planlarız, sürprizlere yer bırakmamaya özen gösteririz. Başta benim için de farklı değildi, ilk gezime arkadaşlarımı ikna edemeyince tanıdığım herhangi birilerini götürecek kadar sıkı sıkıya bağlıydım bu fikre. Sonra iki taban tabana zıt balkan gezisi yaptım, birisi arkadaşlarımla titizce planlanmış yoğun bir geziydi, diğeri bir arkadaşımla biraz daha rahat belki birkaç sürprize gebe bir geziydi. İlkinden yorgun argın 5 ülke görmüş ama hiçbir şey öğrenmemiş biri olarak döndüm. İkincisi ise bugün sahip olduğum gezme fikrini, bu yazıda da ifade etmeye çalıştığım düşünce tarzımı oluşturan gezi oldu.
Daha gezi başlamadan bir sürpriz oldu ve ben yalnız çıkmak zorunda kaldım yola. Daha da garibi kısa bir gezi olacağı için bana daha sonra da katılmayacak olan arkadaşımın gezi rehberi olması ve benim bu küçük şehri hiç bilmiyor oluşumdu. O kısa gezi tek başıma olduğum için bitmek bilmeyecekti bunu öngörebiliyordum ama belki biraz bizim rahat davranmamız biraz da sürprizler sayesinde konfor alanımdan çıkmak zorunda kaldım. Üç gün boyunca Budapeşte’nin her yerini gezdim ama vakit bitmek bilmiyordu. Son günümde hem yorgunluğum hem de can sıkıntım sayesinde birileriyle tanışmak zorunda kaldım ve o son gün hayatımın en keyifli ve en hızlı geçen zamanı oldu o zamana kadar. O gün orada diğer insanların sahip olduğu ve bir karşılık beklemeden sana, bana ikram etmeye hazır olduğu hazinenin kapısını araladım. Bundan sonra da çok okumanın da çok gezmenin de ölçüsünün insan olduğunu kavradım. Artık cehaletimin çıpasını kaldırmama yardım edecek insanlar biriktiriyorum. Kitap okurken de bir yer gezerken de…