“Hiçbir şey bir anda değişmez: Derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan haşlanarak ölürsünüz. Elbette gazetelerde öyküler vardı, hendeklerde ya da ormanlarda bulunan cesetler, ölesiye dövülmüş ya da sakatlanmış, eskiden dedikleri gibi saldırıya uğramış; ama bunlar başka kadınlar hakkındaydı ve bunları yapan erkekler başka erkeklerdi. Hiçbiri tanıdığımız erkekler değildi… Gazetelere konu olmayan kadınlardık biz. Baskı kenarlarındaki beyaz boş alanlarda yaşıyorduk. Bu bize daha çok özgürlük veriyordu. Öyküler arasındaki boşluklarda yaşardık.” (Margaret Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü)

Damızlık Kızın Öyküsü kitabını okuduğumda derece derece ısınan bir küvette olduğumu hissettim. İlk başta ılık ve cildime zarar vermeyen bir sıcaklıktayken duş perdesinin arkasında yüzünü gizlemiş birinin, göz göre göre suyun derecesini arttırdığını ve yavaş yavaş yanmakta olduğumu hissettim. Ben bir kadınım. Şanslı biriyim çünkü ailem hiç cinsiyetimden dolayı benim tüm ışıklarımı söndürmedi. Fakat ailemin ışıklarımı kapatmaması bunun başka birinin yapmayacağına güvence sağlamaz. Ilık bir küvette yaşamam, bir gün birisinin suyun ısısını değiştirmeyeceği anlamına gelmez. Biri tamamen benim hayatımı değiştirebilir. Sadece kadın olduğum için.

“Damızlık Kızın Öyküsü” kitabında anlatılanlar hem çok uzak hem de çok yakın bana, sana, size, bize… İlk başta uzak geliyor. Mesela bizi eko-kadın, damızlık ve eşler olarak ayıramazlar. Bizi kamu hayatından, sevdiklerimizden bu kadar hızlı ve kolay uzaklaştıramazlar, sevdiğimiz her şeyi ‘uygun değil’ diye yasaklayamazlar. Bizim ismimizi bu kadar kolay silemezler. Ya da silebilirler mi? Küvetimizdeki suyun ısısı her geçen gün değişirken televizyonlarda, gazetelerde o küvette yanarak ölen kadınları görmüyor muyuz? Ama sorun değil çünkü o isimler bize ait değil. Onlar sadece adına ve soyadına tekabül eden iki kelime sadece. Bu bizim başımıza gelmez. Onların hayalleri, umutları, acıları yok. En sevdiği filmleri, kitapları ve dondurma çeşitleri yok. Bir bahar günü rüzgar saçlarını usul usul tararken güneş onların tenini ısıtmaz, hoşlandıkları kişi tarafından dudaklarına bir inci bırakılmaz, aylarca çalıştıkları hedefleri gerçekleştirince gözleri tatlı tatlı, gururla dolmaz. Onlar sadece baskıdaki ve bir akşam ailecek akşam yediğin zaman bir spikerin usulca söylediği iki kelime ve bir sayı. Fakat bir gün suyun sıcaklığı seni de yakmaya başlar ve bir gün kollarına ve bacaklarına bağlanmış metreleri ve ipleri fark edersin. Kafanın üstünde sana bakan gözleri fark edersin.

Her an her saat bazı insanlar televizyonlara gazetelere çıkıp bir şeyler diyorlar bizim hakkımızda. Olduğumuz küvetten bize bakıp bizi ölçüyorlar. Bizim vücudumuz hakkında yorum yapıyorlar. Artık bu yorumların yapılması o kadar normal geliyor ki konuşulan, biçilip ölçülen şeyin biz, kadınlar olduğunu unutuyoruz. Bizim doğamız olan şeyler hakkında bile konuşmayı normal görüyorlar. Biz onlar için sürekli konuşabilecekleri, ölçüp tartabilecekleri ve istedikleri zaman bir şeyler değiştirebilecekleri nesnelerden başka bir şey değiliz. En kötü şey ise; artık bu tartıları sadece onlar kullanmıyor biz fark etmeden o tartılara çıkıyoruz böylece özgürlüğümüzden, konuşma hakkımızdan vazgeçiyoruz. En son ne zaman gece yürüyüşe çıktın ya da en son ne zaman bir elbiseyi giymeyi çok istediğin halde bundan vazgeçtin? İşte şimdi o iki kelimenin tekabül ettiği ismi görebilirsin. Onların umutlarını ve acılarını hissedebilirsin. Onların da bir hayatı ve sevdikleri olduğunu fark ettin çünkü artık onlar sadece iki kelime değil. Onlar sana bir ayna; sana olabileceklerin bir örneği. Fark ediyorsun ki ona bağladıkları iplerle senin iplerin aynı. Belki tamamen farklı yerlerde farklı hayatlar yaşıyorsun ama onun ipi çözülmedikçe sen de özgür değilsin.

          

“Margaret Atwood, bu sen ve hoşgörüsüzlüğe, adaletsizliğe karşı konuşacak kadar cesur; bu dünyada eşitlik ve özgürlük için savaşan bütün kadınlar için. Biz artık baskı kenarlarındaki boş alanlarda yaşamıyoruz. Biz artık öyküler arasındaki boşluklarda yaşamıyoruz. Biz baskıdaki hikayeleriz ve hikayeyi kendimiz yazıyoruz.”

Leave a Reply