Aslında evet ama aynı zamanda hayır.
İnsanoğlunun uzun tarihi boyunca sonsuz kabul ettiği doğal kaynakların aslında sonlu olduğunun anlaşılması neden 21. Yüzyılı buldu, buna anlam vermek gerçekten çok zor. Bu farkındalığın ardından gelen ekolojik hareketler son zamanlarda en çok duyduğumuz şeylerden biri. Televizyonlarda gördüğümüz protestolar, belki bizim de zamanında katıldığımız imza kampanyaları, açlık grevleri, kısacası lokal ve global anlamdaki tüm yeşil hareketlerin tek bir gayesi var: Dünyayı olabildiğince sömürmeden yaşayabilmek ve bunu sürdürülebilir şekilde ekonomik politikaların temeli haline getirmek.
Var olduğumuz sistemde emeği ve doğayı sömürerek gittikçe düşürülen fiyatlar, sorumsuz ve sürdürülemez üretim ve tüketim sistemleri, sınırsız kaynaklar var gibi tüketilen ve etik olmayan şartlarda sömürücü üretim yapan uluslararası firmalar ve daha pek çoğu…
Yeşil Ekonomi, serbest piyasa ekonomisi tarafından yıllardır empoze edilen bireyciliğin aşırılığı ve toplumsal bilincin eksik kaldığını öne sürerek ekolojik hareketin yanında bir o kadar önem taşıyan toplumsal ve ekonomik reformların da önemli olduğunu savunur. Zaten zannediyorum ki bireysel anlamda sürdürülebilir bir yaşam tercih etmeyen insanların en güvendiği argümanın da kendileri ne kadar etik tercihler yaparlarsa yapsınlar önemli olan devlet ve büyük şirketlerin yaptıkları seçimler olmasıdır. Şimdi ise yeşil ekonomistlerin bu argümana karşı nasıl bir duruş sergilediğine bakalım. Yeşil Ekonomistler, günümüzde dünyada yaşanan krizlerin üç ana kaynaktan beslendiğini öne sürerler: ekonomik sorunlar, toplumsal sorunlar ve ekolojik kriz. Bu kapsamlı krizle baş edebilmek için statükoyu korumanın ve sadece çeşitli ancak sınırlı reform veya düzenlemelerin yapılmasının yeterli olmadığını, yeşil ve yeni bir düzen anlayışı ile sistemin kökten değiştirilip en baştan tasarlanması gerektiğini savunurlar. Kısacası, devlet reformları yanında toplumu oluşturan her bir bireyin tercihi sistem içinde hayati derecede önem taşır.
Bu, her ne kadar harika duyulsa da ne yazık ki senelerdir süregelen sömürgeci sistemi kökten tasarlamak bu denli kolay değil. Zaten olay sistemin tasarımını baştan değiştirmekten daha çok bu sistemin yine çevreci ilkelere dayalı biçimde, sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi gerektiğidir. Kısacası, yeşil ekonomistlerin temelde var olan ekonomi akımına olan başlıca eleştirileri, toplumun ve Dünyanın genel faydasının rekabetten veya daha basit tanımıyla “parasal kardan” daha önce gelmesi gerektiğidir.
Eski Avrupa Parlamentosu milletvekili ve yeşil ekonomi savunucularından Lipietz’in bu konudaki argümanını incelediğimizde ekonomi ve sürdürülebilirlik bağlamını daha iyi anlayabiliriz. (Ve evet, ekonomi öğrencisi değilseniz ya da delice iktisattan hoşlanmıyorsanız bu bağlamı en başta görmek çok kolay olmayabilir.) Bu düşünce, bir toplumda orta sınıf genişledikçe et tüketiminin arttığıdır. Bu durum da elbette ki hayvancılığı tetikler ve hayvancılık sektörü de bitkisel üretimden 10 kat daha çok alan gereksinimi ortaya çıkarır. Alan gereksinimi, su, ortaya çıkan karbon atık ve çevreci olmayan yöntemlerden dolayı doğaya olan baskının da kapasitesinin sonuna yaklaştığı görülmektedir. Buna örnek vermek gerekirse, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan dev ekonomilerde gittikçe artan orta sınıf nüfusuna bakıldığında, arazi kullanımının aşırı artması hayvancılık sektörünü bununla beraber anti-çevreci politikaları doğurur. Benzer şekilde, finansal sistemin normal şartlarda tasarlandığı raddeyi aştığı, Keynes’in “küresel kumarhane” betimlemesi ile açıklanabilir.
Yeşil Yeni Düzen – Green New Deal
1929 Büyük Buhran’ın sonrasında ekonomik toparlanma için ABD başkanı Roosevelt, Yeni Düzen’i (İng: “New Deal”) ilan etmiştir. Bu Yeni Düzen, yalnızca regülasyonlar veya vergi düzenlemeleri ile kalmayacak, ekonomik yapıya müdahale ederek yeni bir bakış getirecektir. İşte Roosevelt’in bu atılımının günümüzdeki üç ayaklı krize uyarlanmış hali Yeşil Yeni Düzen’dir (İng: “Green New Deal”). Yeşil Ekonomi, en basit tanımı ile, Yeşil Yeni Düzen aracılığı ile insanoğlunun doğaya karşı davranışlarını normale indirgeyerek dünya üzerindeki canlı yaşamının devamlılığının sağlanmasını hedefler ve saplantı haline getirilmiş ekonomik büyüme kavramının politika gündeminden ve ekonomik amaçlardan tamamen çıkarılmasını hedefler. Büyümenin sözlükten çıkması ile toplumsal açıdan daha faydalı olan yaşam boyu eğitim, eşitsizlik gibi diğer hedeflere gereken dikkat ve özen verilebilecektir.
Yeşil Yeni Düzen İçin Basit Bir Yol Haritası – Neler Yapılmalı?
Yeşil Ekonomi’nin yapılacaklar listesinin temelinde maddi varlıklara verilen önemin yerini insanlara verilen öneme bırakarak toplum bilincinin gündeme geri dönmesi yatar. Bu amaç için toplumsal eşitsizliklerin azaltılması güzel bir başlangıç noktası sunmaktadır. Ancak çocuk, yaşlı ve engelli bireylerin sosyal hayata doğru şekilde kazandırılması ile sürdürülebilir bir topluma ulaşılabilecektir.
Yine bu noktada eşitsizliğin en önemli alt başlıklarından biri olan gelir eşitsizliğine önem verilerek hem ülke içi hem uluslararası gelir dağılımını düzenleyici politikalar izlenmelidir. En etkili yollardan biri, kaliteli ve yaygın eğitim için yatırım yapmaktır. Yaşam boyu öğrenme fırsatının tüm vatandaşlara tanınması ile, insanca çalışma koşulları ortaya çıkmaya başlayacak ve gelir eşitsizlikleri düzelen bir trende girecektir, böylece toplumda sosyal sürdürülebilirlik hedefine doğru büyük bir adım atılabilir. Eğitimle beraber sistemin baştan tasarımı gerçekleştirilecektir.
Günümüzün en büyük sorunlarından biri haline gelmiş olan tüketim alışkanlıkları yeniden düşünülmelidir. Kâr amacı güden her işte öncelik çevresel düzene verilmelidir. Üretim sürecinde doğaya verilen zararlar ve toplanan vergiler, yeşil yatırımlara harcanmalıdır ve sistem bu şekilde kendini besler hale gelmelidir. Üreticiler açısından bakıldığında Yeşil Ekonomi’nin temel ideolojisi “küçük güzeldir” yani less is more anlayışıdır. Bu anlayışa göre, özellikle küreselleşme ile coğrafi olarak fazlasıyla uzak hale gelmiş olan tarım ve sanayinin bir kısmı yeniden yerelleşmelidir. Minimalist bakış açısı devlet politikasında yeşil düzenin en yakın dostu olmalıdır.
Yeşil düşünce, üreticilere planlı eskitmeden vazgeçilmesini önerir. Bu kavram, ürünlerin ömürlerinin aşırı kısalması ve tamir servislerinin neredeyse yok olması dolayısıyla, tüketiciyi hep yeni ürünleri almaya yönlendirmekte ve tüketicilik davranışını körüklerken, doğa üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Sanıyorum ki bu durumun mevcut sistemdeki kar amacı güden şirketler için pek de iç açıcı olmayan bir yöntem olduğunu söylememe gerek yoktur.
Devlet ve özel sektör iş birliği noktasında ise istihdam dostu yeşil işlere yatırım yapılması ile karbon temelli ekonomiden, yenilenebilir enerji temelli bir ekonomiye geçişin önü açılmalıdır. Örneğin, rüzgar elektrik santrallerine yapılacak olan yatırım ile, doğalgaz veya kömür termik santrallerine yapılacak olandan daha çok istihdam yaratılabilmektedir; bu da yeşil işlerin doğaları gereği emek-yoğun olmalarından kaynaklanır. Yeşil düşünceye göre, gerçek işlemlerin onlarca katı paranın döndüğü ve riskli bir şekilde rayından çıkmış olan finansal sistem, doğuşunda tasarlandığı üzere reel sisteme hizmet eder hale geri dönmelidir. Benzer şekilde şehir içi ulaşımda tamamen elektrikli sistemlere geçiş yapılmalı, şehirlerin karbon salınımı azaltılmalıdır. Sanayi sektörüne benzer düzenlemeler getirilmeli ve yeşil yeni düzene uygun yasalarla denetlenmelilerdir.
Peki her şey böylesine açıksa, yazının başında bahsettiğim “aynı zamanda hayır” ibaresini neden kullandım? Yeşil enerji devrimi makro düzeyde gerçekleştirilse de lokal düzeyde iş hala bireye düşmeye devam ediyor. Biz yeşil yeni düzeni kendi bireysel hayatımıza adapte etmedikçe devrimler kalıcı ve uygulanabilir olmayacak. Öyleyse biz kendi başımıza ne yapabiliriz? Bu konuda detaylı şekilde daha önce GazeteBilkent’e yazdığım iki bölümden oluşan Karbon ayak izimizi azaltmak isimli yazı dizisinde bahsetmiştim.
Sonuç:
Eğitim sistemi, ekonomik kalkınma reformlarıyla beraber uzun vadede çizilecek yol haritası sistemi baştan tasarlamamıza ve ekolojik sorunlara iktisadi bir çözüm sunmamıza yardımcı olacaktır. Halihazırda var olan düzenin statükosunun korunması ve sadece sınırlı reformlarla düzenlemelere gidilmesi yetersizdir, yeşil düzen devrimi en alttan başlayarak büyümelidir. Bunun yanında bireysel sürdürülebilirlik bilinci bireylere aşılanmalı ve devletlerin iş birliğiyle kalıcı hale gelmelidir. Son olarak eklemek gerekirse, global bir kalkınma için yeşil düzen politikalarında devletlerin birbirleriyle olan iş birliği de hayati derecede önemlidir.
Kaynakça ve İleri Okuma:
A. S. Reyhan. (2014). Çevre Ekonomi̇si̇nde Çevre Vergi̇leri̇ Uygulamaları. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sf: 110-120.
N. Stern. Stern Review On The Economics Of Climate Change. (30 Ekim 2006). Alındığı Tarih: 19 Şubat 2021. Alındığı Yer: The London School of Economics and Political Science
A. A. Aşıcı, Ü. Şahin. (2012). Yeşil Ekonomi. ISBN: 978-975-2498-21-1. Yayınevi: Yeni İnsan Yayınevi. sf: 20-31, 42-47, 51, 55, 57-59, 69,76, 88, 98, 106-112, 122-124, 133, 1391,42-144, 148,155-157, 174 , 175, 178, 181, 182, 191, 205, 214-216.
J. C. J. M. van den Bergh. (2011). Environment Versus Growth- A Critisizm Of “Degrowth” And A Plea For “A-Growth”. Ecological Economics, sf: 881-890.