Gül yüzüñ vasfında bülbül kılsa elhânı dürüst
Bâgda bir goncanuñ kalmaz girîbânı dürüst…
(Ey sevgili; bülbül, nağmelerinde senin gül yüzünün özelliklerini gereği gibi anlatabilse, bağda hiçbir goncanın yakası sağlam kalmaz) Bâkî – Günümüz Türkçesi: Aytaç Güler
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
Fuzûlî
Oğuz Türklerinin 13 ve 18. Yüzyıllar arasında Anadolu’da oluşturdukları hayatı yansıtan ve geniş ölçüde İran ve onun kadar olmasa da Arap etkisini taşıyan Divan Edebiyatı; hiç şüphesiz Türk edebiyatı tarihini anlamak için elzem bir dönemdir. Soyut ve yüce konulara yönelen, Arapça ve Farsça kelimelerin yoğun olarak kullanıldığı ağır bir Osmanlıca’ya sahip divan edebiyatına “saray edebiyatı”, “yüksek zümre edebiyatı” gibi yakıştırmalar yapmak da yanlış kaçmayacak olsa gerek.
Nitekim; divan edebiyatının bu şekilci bakış açısı zaman zaman onu çıkmazlara sürüklemiş, konudan çok konunun işleniş biçimine önem verilmesi gibi tekrara yol açan sonuçlar doğurmuştur. Zaten divan edebiyatının en önemli karakteristiklerinden biri de duygu ve düşüncelerin mazmun adı verilen kalıplaşmış benzetmelerle ifade ediliyor olmasıdır.
Ne var ki; bu tıkanmışlığa divan şiirinin altın çağı olarak nitelendirilebilecek 16. Yüzyılda, Fuzûlî ve Bâkî, mazmunlara yeni anlamlar yükleyebilen özgün bakış açılarıyla bir çözüm getirecektir.
Fuzûlî ve Bâkî’nin bu başarısının yanında o kadar çok konuşulmayan ve biraz daha magazinsel kalan bir diğer husus ise bu iki büyük şairin hayat şartları ve bulundukları sosyal konumdur. Fuzûlî ne Bâkî gibi padişahın sohbet arkadaşıdır, ne de şiirlerini başkent İstanbul’un Türkçesi ile kaleme alır. Fuzûlî kendisine bağlanan azıcık maaşı almak için çileler çekerken, Bâkî sürekli yeni bir makama atanmakta, şeyhülislam olmayı hayal etmektedir. Fuzûlî’nin şiirlerinden aşkın ıstırabı akarken, Bâkî’nin şiirleri adeta neşeli bir flört dönemini bizlere sunar. Aşkın çok farklı iki yanını, bu iki şairde çok yoğun bir anlatım ile görürüz. Bu iki büyük şair, ustalıkları ile bize aynı duygunun bambaşka yanlarını bulundukları akımın en çarpıcı hali ile yansıtır.
Şöyle olmış câm-ı aşk-ı yârdan mest ü harâb
Kendüsin dîvârdan dîvâra urmış âfıtâb
(Güneş sevgilinin aşkının kadehinden öylesine kendinden geçmiş ki kendini duvardan duvara vurmakta.)
Nâfe kıldı zülf-i müşgînün görüp ser-ber zemîn
Ayagun toprağına miskînlik etdi müşg-i nâb
(Misk senin mis gibi kokan saçlarını görünce başını eğdi. Saf misk, ayağının toprağında miskinlik edip kaldı.)
Bâkî (Günümüz Türkçesi: Aytaç Güler)
Can verme sakın aşka aşk afeti candır
Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır
Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an
Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır
Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz
Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır
Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma
Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır
Aşk içre azap olduğu bilirem kim
Her kimseki aşıktır işi ahü figandır
Fuzûlî
Fuzûlî’nin bu mahlası seçmesinin altında yatan düşünce bile onun şiirlerindeki yalnızlığa ve acıya duyduğu gizli sevda ile benzer niteliktedir. Şair “Fuzûlî” mahlasını seçmesinin nedenini, Farsça Divanı’nın önsözünde “Fuzûlî” ibaresini kimsenin sevmeyeceğini ve kimsenin almayacağını düşünerek seçtiğini ifade etmektedir.
Şairlerin aşkı şiirlerine yansıtırken ortaya çıkan bu fark kendini sürdürdükleri yaşamda da gösterir. Hayatıyla ilgili çok az bilgi olan Fuzûlî’nin Bağdat civarında doğduğu rivayet edilmektedir. Şairin doğum yılı aynı doğum yeri gibi yalnızca rivayet düzeyinde kalmaktadır. Akkoyunlu Türkmenlerinin Bayat boyuna mensup olduğu söylenen şairin Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534’teki Bağdat fethine kadar hayatı hakkında yegâne bilgi fethe kadar o bölgeye hâkim olan Safevi yöneticilerinin himayesinde yaşadığıdır.
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Fuzûlî
Fuzûlî’nin kendisine takdim ettiği kasideleri çok beğenen Sultan Süleyman ise şaire gündelik dokuz akçe maaş bağlamıştır. Daha sonra bu maaşın ödenmesindeki aksaklıkları Fuzûlî, Sultan Süleyman’a “Şikayetname” adlı eseri ihbar edecektir. Şairin dönemin başka devlet adamlarına yazdığı mektuplardan da kendisinin yeteri kadar takdir edilmediği görüşünde olduğu anlaşılmaktadır. Büyük şair hayata gözlerini ise 1556’da Bağdat ve çevresini kasıp kavuran büyük veba salgınında yumar.
Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler.
Eğerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.
Dedim: – Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?
Dediler: – Bizim adetimiz böyledir.
Dedim: – Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.
Dediler: – Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.
Dedim: – Beratımın gereği niçin yerine gelmez?
Dediler: – Zevaittir, husulü…
Bâkî ise en başta Fuzûlî’nin aksine henüz yaşadığı zaman aradığı takdiri görmüş, şairlerin sultanı anlamına gelen “Sultânü’ş-şuarâ” yakıştırması ile anılmaya başlanmıştır. Bâkî, Fuzûlî’nin aksine imparatorluğun başkenti İstanbul’da doğmuştur fakat fakir bir ailenin çocuğu olduğunu da eklemek gerekir. Ne var ki başkentte doğmuş olmanın faydası ile gençlik yıllarında Nev‘î, , Hoca Sâdeddin, Zâtî gibi başka önemli şairlerle tanışma imkânı yakaladı. Özellikle, Zâtî ona sanatını geliştirmesinde çok yardımcı oldu.
Gül yüzüñ vasfında bülbül kılsa elhânı dürüst
Bâgda bir goncanuñ kalmaz girîbânı dürüst
(Ey sevgili, bülbül, nağmelerinde senin gül yüzünün özelliklerini gereği gibi anlatabilse, bağda hiçbir goncanın yakası sağlam kalmaz)
Olsa ‘irfân ehline cânân olınca şöyle kim
Zülf-i müşgîni şikeste ‘ahd ü peymânı dürüst
(Eğer, irfan ehline bir sevgili gerekirse o sevgili, müşk saçı kıvrımlı, söz ve yemini de dürüst olsun.)
Dil-berüñ ‘ahdi bütün ammâ vefâsı süst olur
‘Âşıkuñ göñli şikeste ‘ahd ü peymânı dürüst
(Umursamayan ancak gönül çelen güzel vefa göstermez. Aşığın gönlü kırıktır ama verdiği söze bağlıdır. Aşkında dürüsttür.)
Cevşen-i pûlâd-ı çarhı çâk çâk itdüm dahı
Âh-ı âteş-bârumuñ şemşîr-i bürrânı dürüst
(Feleğin çelikten zırhını parça parça ettiğim halde, ateşler saçan âh edişimin keskin kılıcı daha hala sapasağlam duruyor.)
Âteş-i sûz-ı firâkuñ bir harâret virdi kim
Nûş ider bir demde dil deryâ-yı ‘ummânı dürüst
(Ayrılığın yakıcı ateşi öylesine bir sıcaklık verdi ki Bir nefeste gönlüm büyük denizi içine alır, içer)
Bâkıyâ fennüñde tutmaz kimse noksânuñ senüñ
Hamdü li’llâh tab’ mevzûn ‘akl mîzânı dürüst
(Ey Bâkî Allah’a hamdolsun ki şair tabiatın düzgün, aklının terazisi ise sapsağlam, bu şairlik hünerinde kimse senin eksiğini noksanını yakalayamaz.)
Bâkî (Günümüz Türkçesi: Aytaç Güler)
Şairlik dışında da mesleki hayatında hızla tırmanan Bâkî, yaklaşık dört yıl halep kadılığı yaptıktan sonra istifa ederek İstanbul’a döndü. İstanbul’a dönmesinin ardından dönemin Şeyhülislam’ı Ebüssuûd Efendi’nin çevresine girdi ve çok da alışık olunmayan bir usulle dönemin önemli medreselerine atandı. Yine bu görevleri sayesinde Sultan Süleyman ile yakın bir arkadaşlık kurdu. Bu sayede madden çok rahat etti ve Sultanın ölümü üzerine ünlü mersiyesini yazdı.
Mersiye-İ Sultân Süleymân Hân ‘Aleyhi’r-Rahmeti Ve’l Ğufrân
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm u neng
Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng
(Ey, ayağı şan şöhret endişesi tuzağına bağlı kişi; bu, dursuz duraksız dünyanın işleri ile uğraşma sevdası daha ne kadar sürecek?)
An ol güni ki âhır olup nev-bahâr-ı ‘ömr
Berg-i hazâne dönse gerek rûy-ı lâle-reng…
(Ömür ilkbaharının sona erip de lâle (gibi kırmızı) renkli yanakların, sonbahar yaprağı (gibi sapsarı) bir hale döneceği o günü aklından çıkarma!…)
Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra pek çok defa dönemin ilmiye sınıfı mensupları ile güç mücadelesine girse de Bâkî padişahlara sunduğu kasideler ile Osmanlı bürokrasisinde tutunmayı başardı. Ancak; hiçbir zaman istediği Şeyhülislamlık makamına ulaşamadı.
Karakteri itibari ile makam mevkiye düşkün hırslı bir insan olduğu anlaşılan şairin sinirli bir yapıya sahip olduğu da rivayet edilmektedir. İlerleyen yaşı ile sinirleri iyice zayıflayan şair 73 yaşında 1600’de yine hiddetlendiği bir anda hayatını kaybetmiştir.
Bu iki büyük şair arasındaki fark görüldüğü üzere şiirlerine hâkim olan duygunun iki farklı yanı ile sınırlı kalmamıştır. Biri aşkın ıstırabına tutkun diğeri ise sevgilisinin güzelliği ile kendinden geçen bu iki şair belki de sanatlarını hayatlarına da aksettirmiştir.
KAYNAKÇA
Kurt, Hasan; et. al., Türk Edebiyatı Kılavuzu, Yayındenizi, 2019, Ankara, s. 118 vd.
https://islamansiklopedisi.org.tr/baki–sair
https://islamansiklopedisi.org.tr/fuzuli
Güler, Aytaç., Baki’nin 20-25 Arası Gazelinin Günümüz Türkçesine Çevirisi, 2015, Academia, https://www.academia.edu/18039569/Baki_nin_20_25_Aras%C4%B1_Gazelinin_G%C3%BCn%C3%BCm%C3%BCz_T%C3%BCrk%C3%A7esine_%C3%87evirisi
Fuzûlî Divanı, (Yayına Hazırlayan: Abdürrahim Kılınç), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, http://ekitap.yek.gov.tr/urun/fuz%C3%BBli-divani_765.aspx
Bâkî Divanı, (Yayına Hazırlayan: Sabahattin Küçük), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-78361/baki-divani.html