Türkiye, dünyanın en güzel şehrine sahip olmanın, ekonomik ilerlemelerin, siyasi itibarın artmasının ve bunun gibi birçok itici gücün verdiği öz güvenle, çok sıkı bir hazırlık sürecinden sonra 2020 Olimpiyatları’na aday oldu. Başbakan Erdoğan, girdiği meclislerin çoğunda bu adaylıktan bahsetti, destek aradı, kendine has üslubuyla “Biz bunu yapabiliriz.” mesajını ısrarla verdi.

7 Eylül akşamı tüm Türkiye’nin heyecanla beklediği an geldi, nefesler tutuldu, Olimpiyat Komitesi Başkanı Jacques Rogge elindeki kağıtta “Tokyo 2020” yazdığını açıkladı, Japonlar çılgınca sevindi, biz ise ülkece derin bir hayal kırıklığına uğradık.

Gençlik ve Spor bakanı Suat Kılıç 2020 Olimpiyatları'nın Türkiye'ye gelmesi için en çok çaba sarfedenlerin başında geliyordu.

Gençlik ve Spor bakanı Suat Kılıç, 2020 Olimpiyatları’nın Türkiye’ye gelmesi için en çok çaba sarf edenlerin başında geliyordu.

Ülkelerin artık (kısmen) savaş yerine sporla birbirleriyle rekabet ettikleri, sporun öneminin zirvede olduğu bir dönemdeyiz ve bu dönemde en üst spor organizasyonu olan Olimpiyatlar’ın ülkemizde düzenlenmesi, hiç şüphesiz bize inanılmaz şeyler katacaktı. Türkiye’nin tanıtımına, ekonomisine, yatırımlarına, turizmine, toplumdaki spor bilincine başka hiçbir yerden elde edemeyeceğimiz büyüklükte faydalar elde edecektik.

Fakat öyle olmadı. Türkiye, birçok sebepten ötürü bu fırsatları yakalayamadı, Olimpiyatları düzenleme hakkı kazanamadı.

Birkaç ay evvel ülkemizde yaşanan ve 6 kişinin ölümüyle sonuçlanan  hükümet karşıtı protestoların,  anti-demokratik müdahalelerin, olimpiyatları alamamızda doğrudan bir etkisi olduğunu sanmıyorum. Olimpiyat Komitesi böyle siyasi gelişmeleri kayda değer bir şekilde değerlendirerek iş yapsaydı, 2008’de Pekin Olimpiyatları’nı Çin’in alması imkan dahilinde olmazdı. Çünkü, The Economist’in Demokrasi İndeksi’nde, “Otoriter Rejim” sıfatıyla 138. sırada yer alan bir ülke Çin.

Ülkemizde böylesine devasa bir spor organizasyonu düzenleyebilmek için, önemli bir spor kültürüne sahip olmamız gerekiyor. Bu kültürün tam ve adil bir şekilde Türkiye’de yer aldığını söylemek ise çok zor. Dopingli sporcular (ki sayıları hiç azımsanmayacak sayıda), şike yaptıkları kanıtlanan takımlar, spor anlayışımızın sadece 3 branştan ibaret olması, sporun siyasallaşması, birçok sportif faaliyette siyasetin belirleyici olması, ideolojilerin spora bulaşması gibi durumlar, Tokyo karşısında aldığımız mağlubiyet konusunda üstünde düşünmemiz gereken hususlar.

Siyasetten uzak, geniş ve hoşgörülü bir sportif anlayışla bezeli, rekabet duygusuyla beraber kardeşlik duygusu da aşılayan, dünyaya

Son yıllarda Türkiye'de dopingli sporcu sayısında patlama olması, Türkiye'nin imajını çok olumsuz etkiledi.

Son yıllarda Türkiye’de dopingli sporcu sayısında patlama olması, Türkiye’nin imajını çok olumsuz etkiledi.

kendimizi tam olarak anlatabileceğimiz, dolu bir spor kültürü ile, gelecekte Olimpiyatlar gibi tüm Dünya’nın takip edeceği müthiş organizasyonlar düzenleyebiliriz.

Toplumumuzun gerçeklerinden birisi de, böyle büyük kamusal yenilgiler aldığımız zaman birbirimizi suçlayıp, hatamız üzerinde kritik bir analiz yapmamamız ve bunda ısrar etmemizdir. Olimpiyat konusunda da, “Gözün aydın Gezici, Türkiye kaybetti.” demekle, “Hükümet yüzünden alamadık.” demek arasında pek bir fark yok. Sporu iç siyasete bulaştırmanın basit ve düşüncesizce ifadeleri.

Böyle geldi, İstanbul 5 kez Olimpiyatlar için aday oldu ve hiçbirini kazanamadı, böyle de gidiyor. Bu spor anlayışı ile daha uzun yıllar, Dünya’nın en büyük spor organizasyonlarını televizyondan izlemekten başka şansımız olmayacak.

 

Leave a Reply