Baktım: Konuşurken daha bir kerre güzeldin.

İstanbul’u duydum daha bir kerre sesinde.

                                                                            -Yahya Kemal Beyatlı-

1 Kasım 2013 Ahmed Agâh’ın 55. ölüm yıldönümü.  Ahmed Agâh, yani Yahya Kemal Beyatlı.

Bir okyanus kadar engin olan büyük şair için nice kitaplar yazıldı nice sözler söylendi. Bu yazıda ise ölüm yıldönümünde andığım şairin sadece tek yönü üzerinde duracağım -ki yine de hakkını vereceğimi zannetmiyorum-  fakat öncelikle büyük edibin hayatını bir gözden geçirelim:

Asıl adı Ahmed Agâh olan Yahya Kemal Beyatlı şimdiki Makedonya sınırları içerisinde kalan Üsküp’te Rakofça Çiftliği’nde dünyaya gözlerini açtı. Babası Üsküp Belediye Başkanı İbrahim Naci Bey, annesi ise şair Lefkoşalı Galip’in yeğeni Nakiye Hanımdır. Çocukluğunun geçtiği yerler, ilerde yazacağı şiirlerde önemli yer tutacaktır. Ufak bir örnek olarak şu beyti verebiliriz,

Yayha Kemal Beyatlı. Türk şair, yazar, siyasetçi ve diplomat.

Yayha Kemal Beyatlı. Türk şair, yazar, siyasetçi ve diplomat.

Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,

Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını,

                                                                           -Açık Deniz’den-

İstanbul’da ve Fransa’da okudu. Jön Türklere yakınlık gösterdi. Servet-i Fünun, İrtika ve Malumat dergilerinde yazdı. Fakat en önemlisi ise Mondros’un ardından arkadaşlarıyla beraber kurduğu Dergâh dergisi olacaktı.  Milli Mücadele’ye destek verdi. Lozan’a delege olarak gitti. Çeşitli illerin milletvekilliğini yaptı. Çeşitli yerlerde de büyükelçilik görevinde bulundu.

Ölümüne kadar hiçbir kitabı yayınlanmadı, bu yüzden edebiyat tarihçilerince “Kitapsız Şair” diye tanımladı. Fakat şiirlerindeki güç ona “Kelime Sihirbazı” lakabını da kazandırdı.

Şimdi gelelim asıl mevzuya, Yahya Kemal ve Parnasyenliği.

Parnasizm, gerçekçiliğin şiirdeki yansıması olan edebi akımdır. Parnaiszmde şiirde ölçü, kafiye ve şekle çok önem verilir. Bu akım şairin bir kuyumcu titizliğiyle çalışmasını ister. Temel kuralı” sanat için sanat” temel içeriği ise “tarihin işlenmesi”dir. Uzak ve yabancı diyarların tarihlerinden bile faydalanılır. İşte Yahya Kemal böyle bir tutumla Selçuklu ve Osmanlı tarihini bir nakkaş hassasiyetiyle kağıda dökecek ve tarihin unutulmaz sahnelerini söz gücüyle tekrar canlandıracaktır.

Yahya Kemal, Fransa’ya gittiği vakit birçok şair ve sanat adamıyla haşır neşir olma fırsatı elde etti. Onları ölçtü biçti, yeri geldi çok etkilendi; yeri geldi çok sinirlendi. “Fransa’da şiir Yahya Kemal’i Parnasse’cı şairlerin mükemmel manzumeleriyle ve Symbolisme’nin derûni musikisiyle karşıladı. Sanat için sanat anlayışının altın devrini yaşadığı o yıllarda Fransa’da mazi’nin sanatkâr ruhları aydınlatan, yine eski Yunan şiiriydi.” (Banarlı, “Yahya Kemal Yaşarken”, 1959)

Yine o devirde 18. asrın parnasyenlerinden tut 19. asrın sembolistleri bile eski Yunan şiirinden bir mısrayı kendi dillerine çevirmeye muvaffak olduklarında büyük bir zafer kazandıklarına inanıyorlardı. Örneğin, Leconte de Lisle’nin direk olarak Théocrite’den çevirdiği idiller ve egloglar ısrarla Fransız dilinin ögelerine dönüştürülmeye çalışılmıştır.

“Tamamıyla şiirin eski ve en klasik mazisine bağlı, şuurlu ve ısrarlı dil çalışmaları, Yahya Kemal’i Türk şiiri için nasıl çalışmak lazım geldiği mevzusunda düşündürmeye başladı. İlk anda, ‘Türk şiirini ve Türk zevkini asırlardan beri almış olduğumuz Arap ve Acem tesirlerinden uzaklaştırarak, doğrudan doğruya Yunan ve Latin edebi terbiyesine bağlamak’ düşüncesi Yahya Kemal’e çok cazip göründü. Bu sebeple Yahya Kemal’in Fransa’daki ilk şiir denemeleri, eski Yunan mısralarının bu sefer Türkçedeki ifade sırlarını aramak ve bulmak gibi, kendisine cazip görünen hareketlere uygun bir çalışmadır. (Bu arayış Nev-Yunanîlik’tir. Fakat bu çalışmalar tutmamış 3-5 şiir ile sınırlı kalmıştır).” (Banarlı, “Yahya Kemal Yaşarken”, 1959)

“Yahya Kemal, Fransa’da işte böyle bir şiirin mısralarını Türkçe’de hangi dil ve sanat unsurlarıyla örebileceğini araştırıyordu. Fakat sözün başında dediğimiz gibi,

Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,

Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını.

mısralarının şairi, şiir iklimlerine ancak bu akıncı cetlerin at sürüşlerindeki her şeyden önce ‘Türk’ olan bir üslupla girebilirdi. Ve Yahya Kemal, tamamıyla Avrupaî ve kozmopolit bir sanat çevresinde içindeki bütün Avrupaî sanat heveslerine rağmen dilde, şiirde ve düşünüşte, yine Türk olarak milliyetine sadık kaldı. Bunun içindir ki Yahya Kemal, Servet-i Fünun şairleri gibi, Osmanlı Türkçesi ile Avrupalı şiir söylemek hatasına düşmedi. Bunun aksine Avrupalı bir şiir anlayışıyla Türk’ün şiirini söylemeye çalıştı. Şiirini ilk anda gözlerini kamaştıran eski Yunan şiirinden sıyırarak şiirimiz milli mazisine döndü.” (Tanpınar, “Yahya Kemal”, 1982)

Kısacası Yahya Kemal sanat içgüdüsüyle daldığı Yunan ve Latin rüyasından erken uyandı. Özüne ve toprağına döndü. O, bazı çağdaşlar gibi özentiyle Yunan heykellerini anlatmadı. Tam aksine o Rakofça kırlarından bize akıncıların doludizgin koşuşlarını anlattı, Mohaç ufuklarından kılıç şakırtılarını o gözlerimizin önüne serdi. O bütün heyecanlarıyla Balkan fetihlerini anlattı. Süleymaniye’de bayram sabahı, meleklerinin kanat seslerini onun beyitleri bizlere duyurdu. İstanbul’u hiç görmemiş birine onun yazıları o kutsal şehri sevdirdi. O sözün sınırlarını zorlamış ve en şahane sahneleri sözlerle resmetmişti.

Yahya Kemal, arkada bıraktığı bütün eserleriyle tam bir entelektüel ve milletimizin ‘estetik’ şairiydi.

Mekanı Cennet olsun.

Yahya Kemal, ömrünün son günlerini geçirdiği Park Otel'de

Yahya Kemal, ömrünün son günlerini geçirdiği Park Otel’de

Kaynakça

1-) Banarlı, Nihat Sami (1959). Yahya Kemal Yaşarken, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları

2-)Tanpınar, Ahmet Hamdi (1982). Yahya Kemal, Dergâh Yayınları

3-) Yavuz, Hilmi (2010). İslam’ın Zihin Tarihi, Timaş Yayınları

4-) http://tr.wikipedia.org/wiki/Yahya_Kemal_Beyatl%C4%B1

5-) http://www.biyografi.info/kisi/yahya-kemal-beyatli

6-) http://www.efecehaber.com/yazaroku.asp?id=5191

 

Leave a Reply