Savaşlar ve büyük kayıplarla dolu yıllar artık geride kalmış, 624 yıllık Osmanlı mirası eski düzende devam ettirilecek mi yoksa artık yepyeni bir düzen mi kurulacak tartışmaları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ve halk arasında çokça konuşulur ve tartışılır olmuştu. Bu sıralarda yani 28 Ekim gününde Mustafa Kemal eski silah arkadaşlarını ve birkaç arkadaşını daha bir yemekte toplamış ve bu tartışmalara son noktayı koyacak fikrini açıklamıştı: “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz!” 29 Ekim 1923 tarihinde saat 20.30’u gösterdiğinde Cumhuriyet oy birliğiyle kabul edilmiş ve 101 pare top atışıyla kutlanmıştı. Aynı gece yine oy birliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa olmuştu. Oysaki o taptaze, o büyük gurur ve umutlarla bin bir emekle dikilen o canım fidanın dalları, ileriki yıllarda, nice darbelerle; nice siyasi olaylar ve terörizmle kırılmaya çalışılacak; onun özgürlüğüne kasteden içte ve dışta düşman çokça olacaktı. 1920’lerde oy birliğiyle büyük devrimler yaparken, 2000’lerin Türkiye’sinde bırakın oy birliğiyle cumhurbaşkanı seçmeyi, tek başına 3 dönem boyunca iktidarda kalmayı başaran bir parti, muhalefetin kanun tasarısı diye kendi kanun tasarısını hiç tereddüt etmeden komiktir ve acıdır ki reddedecekti.
Demokrasi, eşitlik ve özgürlük günümüzde en çok kullanılan kelimeler arasında. Bunun yanında belki de en çok istismar edilenler olarak da kabul edilebilir. Günümüz dünyasında bu üç sihirli kelime adına ülkeler arasında savaşlar çıkıyor ya da ülkelerde iç savaşlar körüklenip bu sözcüklere göre saflar belirleniyor. Irak ve Afganistan’daki Amerikan ve “koalisyon güçlerinin” işgali ve Suriye’deki iç savaş yakınımızda olan biten bu durumla ilgili verebileceğimiz en güzel örnek. Ancak asıl amaç, bu ülkelere baktığımızda kolayca görülebileceği üzere, onlara demokrasi getirmek, eşitliği sağlamak ve özgürlüğü yaymak değil aksine belirli bir gücün çıkarlarına hizmet eden bir sistemi yerine koymak veya o düzene hizmet edecek şekilde o ülkeyi “hizaya” getirmek. Gel gelelim bizim güzel ve yalnız ülkemize. Demokratikleşme paketi kapsadığı 18 maddesiyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı. Paket gerçekten de ülkede hayli merak uyandıracak kadar “yenilikçi” ve “kapsamlıydı”. Destekleyen de çok oldu karşı çıkan da. Klişe sözler bir yana, gerçekten ne oldu bu paketle birlikte ya da ne olacak? Gerçekten demokratikleşiyor muyuz ve başbakanın deyimiyle ileri demokrasi yolunda son hız ilerliyor muyuz yoksa her zamanki gibi bir grup güç kazanırken ötekisi kayıp mı ediyor? Bu paket iktidarın gücüne güç katıp, gündemi daha iyi yönlendirmesine olanak sağlamak için mi ortaya çıktı yoksa tam aksine bize daha fazla özgürlük, eşitlik ve demokrasi getirmek için mi? Görüldüğü gibi kafalardaki soru işareti bir hayli fazla. 18 maddenin hepsi de tek tek tartışıldı ve tartışması yapılıyor hala. Ancak bu soru işaretleri ve endişeler hala kaybolmuş değil. Bunca ümitle, bunca çabayla, bunca kanla, emekle, devrimle kurulan ülkemizde bugün ne oluyor?
İç siyaseti meşgul eden bir başka konu olarak, Gezi Parkı’nın etkilerinin sürdüğünü hala ve bu ruhun ODTÜ ormanları ile tekrar yükselişe geçtiğini görebiliriz. 20 yıldır Ankara’da yaşayan ve bu şehrin iyisiyle kötüsüyle pek çok haline tanık olan biri olarak şunları söyleyebilirim. Biz Ankaralılar olarak günlerce susuz, saatlerce elektriksiz kaldık kalmaya da devam ediyoruz (daha geçtiğimiz cumartesiden itibaren Çankaya bölgesine 3 gün su verilmedi). Trafiğimiz de apayrı bir problem ancak Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bu kadar canla başla bir işi bitirmek için hızlı davrandığına daha önce şahit olmamıştım. Trafik Ankara için bir sorun mudur? Evet, kesinlikle bir sorundur. Peki ya çözüm nedir? Senelerdir süren ve her nedense bitmeyen, bitirilmeyen metro inşaatlarını bitirmek varken; ODTÜ yolu projesi bir gece operasyonu ile oldu-bittiye getirildi. Artan nüfus ve araba sayısı karşısında yol maalesef geçici bir çözüm gibi olarak duruyor ister Karayalçın planlasın, ister Gökçek. Çünkü araba arttıkça daha çok yol yapılması gerekecek ve daha çok yol yapılmak istendikçe tekrar nice ağaçlarımız yok olacak. Toplu taşım, yer altı taşımacılığının önemi; ayrıca daha çok arabanın daha çok trafikten başka bir şeye yaramayacağının anlaşılması bizim geleceğimiz ve belki bize “daha çoook zaman varmış” gibi gelse de çocuklarımız için daha güzel bir Ankara ve Türkiye bırakmak elimizde. Çünkü bu şehir ve bu ülke hepimizin, onu bu cumhuriyet gibi hep birlikte yaşanabilir ve refah dolu kılmak elimizde!
Ha bu arada yarın 29 Ekim. Yani Türkiye Cumhuriyetinin, o büyük savaşlar ve mücadeleler sonunda, büyük umutlarla kuruluşunun yıl dönümü. Hakikaten 90 yıl oldu mu yahu?