Modern devlet sistemlerinde temelde iktidarı denetlemeye yönelik üç farklı denetim yolu vardır. Bunlardan ilki siyasî denetimdir ve parlamentolarda soru/gensoru önergeleri, meclis araştırma komisyonları, güvensizlik oylaması gibi yöntemlerle yasama organının yürütmeyi denetlemesi şeklinde karşımıza çıkar. İkinci denetim hemen hemen tüm hukuk sistemlerinde (farklı şekillerde de olsa) düzenlenen yargısal denetimdir ve bu da anayasa mahkemeleri veya çeşitli yüksek mahkemelerin yasama faaliyetlerini hukuka uygunluk veya yerindelik denetime hatta bazı ülkelerde her ikisine birden tabi tutmaları anlamına gelir. Bunun yanı sıra yargısal denetim idarenin kamu gücünü kullanarak yaptığı faaliyetlerin bağımsız mahkemelerce denetlenmesini de kapsar. Bu iki denetim yoluna ek olarak, ideal bir devlet düzeninde her daim var olması gerektiği savunulan diğer bir denetim şekli kamusal denetimdir. Bizim Anayasamızda hukuken güvence altına alınmayan bu denetim biçimine toplum olarak oldukça yabancı olduğumuz açıktır. Pekiyi yabancı olduğumuz kamusal denetim nedir ve meşru bir zemine oturtulabilir mi? Esasında birçok farklı alt başlıkta incelenebilecek bu denetimin en temel çıkış noktası direnme hakkıdır.
Devlet yönetimini hemen her alanında eline yüzüne bulaştıran, bocaladıkça panikleyen, panikledikçe saldırganlaşan ve saldırganlaştıkça meşruiyetini her alanda yitiren iktidara karşı sokaklar direniş sesleriyle doluyor. İnsanlar itiraz ediyor, kendini ‘millet iradesi’nin – ki burada kullanılan ‘millet’ kavramı içerik açısından oldukça tartışmalıdır- sandıktaki yansıması olarak ilan eden AKP iktidarına karşı kamu iradesi dur diyor, iktidarı ve eylemlerini, bu eylemlere kaynaklık eden iktidar gücünün doğal sahibi olarak reddediyor bu halk. Karşı argüman hazır: Sorunları sandıkta çözelim, sokaklara çıkmak anarşizmdir.
İlk olarak şunu söylemek gerekir ki AKP iktidarı kavramlar hakkındaki bilgisizliğini defalarca kanıtlamış, gerek ulusal gerekse de uluslararası alanda defalarca rezil olmuş bir iktidar olarak anarşizmi ve bu insanların kullandığı direnme hakkını da yanlış bilmektedir. Bu bağlamda, her gün ihtiyacını daha da çok hissettiğimiz bu direnme hakkının ne olduğuna göz attıktan sonra Anayasa tarafından korunmasa da sahip olduğumuz bir hak olup olmadığına bakalım.
Her ne kadar devlet biçimlerine ve yönetim şekillerinin değişmesine bağlı olarak tanımı değişken olsa da ‘demokratik’ yollarla iktidarın belirlendiği Türkiye açısından bakacak olursak direnme hakkı, anayasaya ve hukuka aykırı tutum ve davranışlarıyla yasallığını yitiren bir iktidara hukuka itaati sağlamak, zulüm ve bakıdan kurtulmak amacıyla karşı koymak şeklinde tanımlanabilir. Bu hakkın ülkemizde anayasal güvence altına alınmamış olmasının direnmeyi ‘hak’ niteliğinden çıkardığını ve gayrı meşru kıldığını savunanlar vardır. Fakat bu açıkça yanlış bir önermedir. Temellerini devletin var oluş anına dayandırabileceğimiz bu hak doğal hukuk çerçevesinde tartışmasız bir ‘hak’tır. İktidar-halk ilişkisinin toplumsal sözleşme anlayışına dayandığı modern devlet sistemlerinde bireyler devredilebilir haklarını iktidara devreder ve iktidarı bu hakları koruyarak onlara güvenlik sağlamak amacıyla yükümlü kılarlar. Ne zaman ki iktidar yönetilenlerin haklarını ihlal eder ve toplumsal sözleşmeyle sağlanan bu güvene aykırı hareket ederlerse sözleşmeye aykırı davranmış olur. Bu da bireylere doğal olarak direnme hakkı doğurur. Bu nedenledir ki direnme hakkının meşruiyeti devletin ilk anında mevcuttur ve bu hak, anayasal güvence altına alınmasa bile tıpkı yaşam hakkı gibi devredilemez bir ‘hak’tır. Kaldı ki bu hakkın hiçbir şekilde hukuki güvence altına alınmamış olduğunu savunmak da yanlıştır.
1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde şu ifadelerle direnme hakkının varlığı kabul edilmiştir: “Bireylerin yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişmek gibi doğal, devredilmez haklarını sağlamak için insanlar arasında meşru, iktidar hak ve yetkilerini yönetilenin rızasından alan hükümetler kurulmuştur. Halk bu amaçtan sapan yönetimi değiştirmek ve devirmek ve temelleri kendi güvenlik ve refahlarını sağlamaya en uygun görünecek ilkeler üzerine dayanan, güç ve yetkiyi aynı amaçla örgütleyen yeni bir hükümet kurmak hakkına sahiptir.” Aynı şekilde 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 2. Maddesi’nde doğal ve dokunulmaz insan hakları; özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, güvenlik hakkı ve baskıya karşı direnme hakkı olarak belirlenmiştir. Daha yakın bir tarihe gelmek gerekirse 10 Aralık 1948 tarihli ve Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin başlangıç bölümünde “insanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan hakları hukuk rejimi ile korunmalıdır.” denilerek direnme hakkı son çare olarak kabul edilmiştir.
Alman Anayasası’nın 20. Maddesinde “Bu anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözüm bulunmaması halinde, bütün Almanlar direniş hakkını bir hak ve ödev olarak niteler.” ifadesi kullanılarak direnme hakkını bırakın bir hak olarak tanımayı bir ödev yani Alman vatandaşları için bir yükümlülük olarak getirmiştir. 1793 Fransız Anayasası ve Yunan Anayasası ‘nda da koruma altına alınan direnme hakkının dayanaklarının yukarıda belirtilen ve evrensel hukuk kurallarına dayanak oluşturan metinler olduğu söylenebilir.
Türk hukuk sistemi’ndeki duruma gelince; her ne kadar 1982 Anayasası’nda açık bir hükümle direnme hakkı anayasal güvence altına alınmasa da Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında belirttiği gibi bir hukuk devletinde yasa koyucu yalnız yasaların Anayasa’ya değil, Anayasa’nın da evrensel hukuk ilkelerine uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Evrensel hukuk kuralları direnme hakkını kabul ettiğine göre 1982 Anayasası’nda açık bir hüküm bulunmaması bu hakkın hukuken korunmadığı anlamına gelmemelidir. Anayasa’nın başlangıç bölümü ve temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen bölüm birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın ruhunun direnme hakkına zemin hazırladığı pekâlâ savunulabilir.
AKP iktidarı gerek yürütme organı olarak hukuka aykırılığın sınırlarını zorlamakta gerekse de yasama organındaki mutlak gücüyle hukuku yerle bir etmekte ve baskı ve zulmü egemen kılmaya çalışmaktadır. Yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı bir matruşka gibi iç içe sokan bu iktidar elindeki polis gücüyle de fiziksel olarak baskı kurmayı amaçlamakta ve her geçen gün uygulamasını artırarak direnme hakkını iliklerine kadar hisseden bu halkı sindirmeye çalışmaktadır. Dedim ya AKP iktidarı çoğu kavramı yanlış anladığı gibi direnme hakkını da yanlış anlamıştır. Bu nedenledir ki özellikle egosu ülke çapını aşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan henüz idrak edemese de bu halk artan zulme karşı iliklerine kadar direnme hakkını hissedecek ve direnecek. Unutulmamalıdır ki direnmek doğal, tertemiz bir HAKTIR!