Lider olmak beraberinde eşi benzeri az rastlanır özellikleri taşımayı, bu durumun farkında olmayı ve algıların açık olmasını gerektirir. Bu özellikleri bünyesinde barındıran ve böylece farkını ortaya koyan birey artık bir grubun liderlik rolünü üstlenebilir. Uluslararası arenada en etkin grup egemen devlet, en etkin lider de söz konusu devletin başındaki kimsedir.
Liderlerin lider olma yolunda ve esnasında kendilerinden önceki büyük isimleri örnek almaları, övmeleri ya da onlara özenip saygı duymaları oldukça normaldir. Faşizmin akla gelen ilk isimlerinden İtalya lideri Benito Mussolini’nin Roma İmparatoru Augustus’a olan hayranlığı ve hatta onun ruhunu taşıdığına dair iddiası veya Çin Halk Cumhuriyeti’nin lideri Mao’nun Leninizm’den dolayısıyla da Lenin’den etkilenmesi bunun açık örnekleridir. Burada Mussolini ve Lenin’e ek olarak daha birçok önemli isme yer vermek mümkün.
Her ne kadar güzel anılar uyandırmasa da akıllarda, şüphesiz Hitler de gerçekleştirmiş olduğu eylemleri ve bu eylemlerin sonuçları bakımından bu isimler arasındadır. O, belirli ve katı bir düşünce yapısına sahip, zararlı olduğu kadar kararlı, daha önceden ciddi başarılar elde etmiş ve kendi hedefleriyle paralellik gösteren faaliyetlere imza atmış liderlere karşı sempatisini açığa vurmaktan çekinmeyen bir lider profili çizmiştir. Yazılarında ve konuşmalarında zaman zaman Kutsal Roma-Germen imparatorluğu ile imparatorluk liderlerine değinmiş ve hatta Rusya’ya karşı planlamış olduğu ve dünyanın en büyük kara harekatı niteliği taşıyan operasyonunu İmparator Friedrich Barbarossa’ya ithafen Barbarossa Harekâtı olarak adlandırmıştır.
Hitler’in sempati duyduğu liderlerden bir diğeri de hepimizin çok yakından tanıdığı bir isim, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’tür. Hitler’in Atatürk’e olan hayranlığını ortaya koyan en önemli kaynak 2. Dünya Savaşı devam ederken gizli karargâhında Hitler’in akşam yemeklerinde yaptığı konuşmalardan oluştuğu belirtilen “Hitler’in Sofra Sohbetleri” adlı eserdir. Hitler’in 1933 yılında hükümetin başına geçtiği zaman Versailles Antlaşması’nı yırtarken Sevr’i kastederek: “Atatürk’ün 10 yıl önce yaptığını biz şimdi yapabiliyoruz” demiş olması ve Atatürk’e zırhlı bir Mercedes hediye etmesi ona duyduğu hayranlığın göstergeleri arasındadır. Hitler’in Atatürk’e dair sözleri elbette bunlarla sınırlı değildir. “Benim ustam Il-Duce’dir, ama onun ustası da Mustafa Kemal’dir” ya da “Adolf Hitler: Ben Kimim?” başlıklı bir önceki yazımda da yer verdiğim üzere 1933 yılında Milliyet Gazetesi’nin kurucusu ve aynı zamanda Siirt Milletvekili Mahmut Soydan’a “Gerçek şudur ki, Türkiye’de doğan ve parlayan yıldız bize takip edilecek yolu gösterdi. Atatürk öyle bir kişiliğe sahiptir ki, daima çağımızın en büyük kişilerinin önünde olacaktır. Bu tarihin ona verdiği haktır” söylemleri Hitler’in Ata’ya olan hayranlığını açık bir şekilde gözler önüne seriyor.
“Mustafa Kemal; bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi, kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini ispat eden adamdır.” Adolf Hitler
Şu ana kadar Hitler’in Atatürk’e olan hayranlığı üzerinde durduk, ancak buradan Mustafa Kemal Atatürk’ün de, kendisine sürekli övgüler düzen ve hediyeler gönderen Alman liderine sempati duyduğunu ya da onun faaliyetlerini doğru bulduğunu belirtmek güç olduğu kadar yanlıştır da. Zira 1930’lu yıllara, aydınların ve bilim insanlarının Nazi Almanya’sından kaçıp Türkiye’ye geldiği döneme giderek bunu daha rahat bir şekilde anlayabiliriz. Bilindiği üzere Türkiye o dönemde Almanya’dan ve Nazi tehdidinden kaçan onlarca hatta yüzlerce bilim insanına ve Yahudi’ye kapılarını açmış ve bu bilim insanları da Ankara ve İstanbul üniversitelerinde hocalık yapmışlardır. Nazi Almanya’sının bundan pek hoşlanmadığı hatta bu bilim insanlarını sınır dışı etmesi koşuluyla Türkiye’ye Nazi ideolojisine sahip aydınları gönderebileceğini dahi teklif ettiği iddia edilmektedir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti bunu kabul edilemez bulmuş ve sığınma talep eden Alman vatandaşlarına yardımcı olmuştur. İşte Cornelius Bischoff da bu vatandaşlar arasında. 1939 yılında 11 yaşındayken ailesiyle birlikte Türkiye’ye gelen bir sığınmacı kendisi. Sığınma amaçlı Türkiye’ye gelmelerinin iki ana sebebi söz konusu: İlki Bischoff’un ebeveynlerinin İstanbul’da tanışıp evlenmeleri bu sayede Türkiye’ye aşina olmaları, bir diğeri de genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Alman sığınmacılara olumlu yaklaşması. İlginç bir diğer noktada Bischoff’un anne tarafından atalarının yaklaşık 500 yıl önce İspanya’dan Osmanlı’ya kaçan Yahudilerden olması.
DHA’dan Kemal Doğan’ın Bischoff ile gerçekleştirmiş olduğu 28.06.2010 tarihli röportajda Bichoff Mustafa Kemal’in Hitler hakkındaki düşüncesine dair şunları dile getirmiştir: “Bizden önce Hitler’in ilk Başbakan olduğu 1933’de Türkiye’ye sığınan çok sayıda bilim adamı vardı. Bazıları bizzat Atatürk ile tanışma imkanı bile bulmuşlardı. Onlar daha sonra lisede, üniversitede hocalarımızdı. Atatürk’ün hep, Hitler’in aptallığına güldüğünü anlatırlardı. Atatürk, akıl almaz ırki ve siyasi sebeplerden dünyaca ünlü bilim adımlarını Almanya’dan kovan Hitler’in aptallığına gülermiş. Atatürk, hatta Türkiye’nin bu bilim adamlarını ülkeye almamasını talep eden Hitler’in bir elçisini kapı dışarı etmiş.”
Liderler birbirlerinden etkilenebilirler, birinin izlediği yolu bir başkası da izleme teşebbüsü içine girebilir; ancak unutulmamalıdır ki her lider kendisinden sorumludur ve tarafınca örnek alınan veya hayranlık duyulan kişilerin olumsuz faaliyetlerinden ötürü mesuliyet altına sokulamaz.
[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]
http://www.cnnturk.com/2010/dunya/06/28/ataturk.hitlerin.elcisini.kapidan.kovmus/581524.0/
Ceren
Okurken şaşırdığım, hayrete düştüğüm, çok farklı örneklerle dopdolu bir yazı. Anlam teşkil eden yapıtın kalemine teşekkürler..