Grigori, Ural Dağları’nın eteklerinde, çocukluğunun geçtiği çiftlikte uyanmıştı 15. yaşına. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, çoğu zaman yaptığı gibi atların yanına gitmek üzere yola düştü. Önceleri yalnızca babasının atlarıyla ilgilenirken, zamanla köy halkı da onu bu iş için çağırır olmuştu. En vahşi atları bile sadece fısıldayarak ve dokunarak sakinleştirebilen Grigori, erken yaşlarında daha bir çok yeteneğini keşfetmişti. İşte tamda bu nedenle doğduğu bu küçük köyden çıkmalı, daha fazlasına sahip olmalıydı.
Onun hayatının amacı her zaman buydu: ‘’Daha fazla’’.
Atların yanına vardığında, gün henüz aydınlanmıştı. Huzursuzlanan, sürekli sesler çıkaran kar beyaz atın yanına gitti ağır adımlarla; karnına dokundu, at başını hafifçe eğdikten sonra parmak uçlarında yükselerek her zaman yaptığı gibi kulağına fısıldamaya başladı.
Dudaklarından dökülen her söz sihirliymişcesine etki ediyordu, durgunlaşan atın yanından ayrılırken bir gölet görüp hüzünlendi Grigori. Yürümeye devam etti..
22 Ocak 1869’da Ural Dağları’nın yakınlarındaki bir köyde, çiftçi bir ailenin 3 çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Grigori Yefimoviç’i, daha sonraları bütün dünya aslında lakabı olan ‘’Rasputin’’ olarak tanıyacaktı. Bu, tuhaflıklar ve bilinmezliklerle dolu olan hayatına çok uygun bir lakaptı.
Rasputin… Yani; baştan çıkarılmış.
Çocukluk dönemine dair çok az şey bilinmesine rağmen, iki kez boğulmaktan kurtulduğu ve her iki seferinde de beraberindeki kardeşlerinin, boğularak can verdiği bilinmektedir. Rasputin’in hayatla olan mücadelesi bir anlamda bu şekilde başlamıştı. Boğularak ölen kardeşleri, onun içinde her zaman bir yara olarak kalsa da kendinde bir şeylerin farklı olduğunu ilk defa bu olaylar ile fark etmiştir. Biri gölde, diğeri ise Tuna Nehri’nde boğulan iki kardeşinin isimlerini, daha sonradan çocuklarına vermiştir. Henüz erken yaşta iki kez ölümden dönmesiyle tuhaflaşan hayatı, giderek ‘’Daha fazla’’ olmaya başladı. Kimine göre şans kimine göre doğa üstü güçleri ona hep yardım etti ve özel biri olmasını sağladı.
Daha 16 yaşındayken, babasının çalınan atlarını -olay anında olaya şahit olmamasına rağmen- bulmuş ve hırsızları tespit ederek; tüm köy halkına yaptığı bir konuşma ile açıklamıştır.
Okuma yazma bilmeyen Rasputin; çok keskin bir zekaya, güçlü bir hitabete, ileri görüşlülüğe ve insanları hipnotize edebilecek yeteneklere sahipti. Genç adam 18 yaşına geldiğinde, dini eğitimine devam etmesi için manastıra gönderildi. Burası onun ileriki hayatı için çok önemli bir dönüm noktası oldu. Manastırda kendini din ve hitabet konusunda iyice geliştiren Rasputin; buradan çıktıktan sonra Meryem Ana’nın kendisine göründüğünü iddia ederek, kendini bir aziz olarak tanıtmaya başladı. Fakat, bu yakın çevresinde ve vaaz vermeye gittiği toplantılarda hiç dikkate alınmadı çünkü; o dönemde Rusya ekonomik, sosyal ve politik birçok sorunla mücadele etmek zorundaydı, ülkede tam bir kriz ortamı varken halkın sorunlarına çözüm bulacağını söyleyen pek çok sahte din adamı ve şifacı sokaklarda gezmekteydi. Haliyle Rasputin bu sahtekarlardan çok farklı olduğunu kanıtlamak, insanlara kendini ispatlamak zorundaydı. Bu yüzden doğduğu köyden ayrılıp, Rusya’dan Athos Dağı’na kadar uzanan geniş bir bölgeyi vaaz vererek, insanlarla konuşarak dolaştı. Her gittiği yerde ‘’daha fazla’’ insana hitap ediyor, geniş kitlelere ulaştıkça insanları kendine daha fazla bağlıyordu.
Bu gezintileri sırasında, yeni bir tarikatla tanışan Rasputin’e bu tarikatın vaazları oldukça çekici geliyordu. Onlara göre; ‘’Tanrıya ulaşmanın tek yolu; günah işlemek ve daha sonra işledikleri bu gerçek günahları için tanrıya yakarmak, ondan af dilemekti.’’ Günahlardan çekinmeyen bu topluluk için hırsızlık, evlilik dışı ilişki ve daha bir çok şey fazlasıyla olağandı. Bu düşünce sistemi Rasputin’in hayatındaki onlarca kadını ve içkiye olan düşkünlüğünü açıklıyordu. Rasputin’in müritleri arttıkça, büyük dini toplantılara katılıp saygı görmeye, iyi bir çevre edinmeye de başlıyordu. Fakat hayatta hiçbir şey böylesine ucuz ve kolay değildi, çevresinde onu sevenler kadar sergilediği kötü tavırlardan rahatsız olanlar ve kuyusunu kazmaya hazırlananlarda vardı. Tamda bu sırada Rasputin, Çariçe’den kendisini sarayda görmek istediklerini belirten bir davet aldı.
Bu davet; ona kraliyet kapılarını aralayabileceği gibi, boynunu bedeninden ayıracak olan cellattın kendisi de olabilirdi. Belki de köyünden çıktığı günden beri ilk defa, ölümün soğuk pençesini ensesinde hissediyordu Grigori, artık incecik bir ipin üzerinde yürümeye başladığını kendisi de biliyordu.