Doğu Akdeniz Meselesi ile ilgili bu yazım kendi araştırmalarım sonucu elde ettiğim bilgilerden ve kimi bölümlerde ise kendi yorumlamalarımdan oluşmaktadır. Verdiğim her bilgiye ulaştığım kaynakları yazının sonuna ekledim. Bu yazı, küresel enerji siyasetinin merkezi haline gelmiş veya gelebilecek olan Doğu Akdeniz’deki doğal gaz ve petrol kaynaklarından yararlanmaya çalışan pek çok devletteki, Türkiye merkezli bir bakış açısıyla, gelişmeler hakkında kapsamlı bir yazıdır.

Bir takım genel bilgiler vermek açısından konuya giriş yapmak gerekirse Doğu Akdeniz, Türkiye ile birlikte Libya, Mısır, İsrail, Lübnan, Ürdün, Filistin Yönetimi, KKTC ve GKRY’den oluşmaktadır. Doğu Akdeniz’de uzun yıllardan beridir yapılan çalışmalarda bir takım doğal gaz ve petrol yatakları bulunmuştu. Günümüzde ise bulunan yeni yataklar doğrultusunda ABD Jeolojik Araştırma Kurumu tarafından iddia edilen rakamlar doğu Akdeniz’de ortalama 1,7 milyar varil petrol ve 3.45 trilyon metreküp doğal gaz olduğu yönündedir. Bu dünya ihtiyacının yaklaşık %30’una karşılık gelmektedir. Türkiye’nin ise yıllık doğal gaz tüketimi 50 milyon küp civarlarındadır. Varın gerisini siz hesaplayın. Ayrıca Türkiye petrol ihtiyacının neredeyse %90’ını, doğal gazın ise neredeyse hepsini dışarıdan karşılamaktadır. Cari açığımızın her yıl petrol ve doğal gaz fiyatlarından etkilenerek dalgalanmasının en önemli sebepleri bunlardır. Türkiye’nin cari açığı doğal gaz ve petrol fiyatlarının artması ile artış göstermekte; azalması ile azalış sergilemektedir. 2013-2017 dönemlerinde toplam 220 milyar açığı olan Türkiye’nin yaklaşık 213 milyarlık kısmını enerji ihtiyacı oluşturmaktadır. Yani cari açığı resmen enerji açığı olarak da isimlendirebiliriz.

Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Kıta Sahanlığı Tartışmaları

Öncelikle Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) kavramlarının tanımlamalarıyla başlamak daha sağlıklı olacaktır. Kıta sahanlığı bir ülkenin topraklarının sınırlarının deniz kıyısından itibaren 200 m derinliğe kadar sürdüğünü ifade eden kavramdır. Kıta sahanlığı AB Deniz Hukuku’nun 76. maddesinde ‘’Kıt’a sahanlığı, karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz milinin ötesine uzandığı durumlarda, sahildar devlet kıt’a sahanlığının dış sınırını, enlem ve boylam koordinatları ile tespit edilmiş sabit noktaları, uzunluğu 60 deniz milini aşmayan düz çizgilerle birleştirerek belirleyecektir’’ şeklinde ifade edilmiştir. MEB kavramı ise AB Deniz Hukuku’nun 57. maddesinde belirtildiği üzere 200 mile(bir deniz mili 1852 m) kadar mevcut olan kaynakların o ülkeye ait olduğunun ifadesidir. Yani Akdeniz üstünden ele alırsak çıkan doğal gaz ve petrollerin işletilmesi, çıkarılması veya bir başka ülkeye işletilmesi için satma veya kiralayabilme haklarını veren bir kavramdır. Bu kavramlar Ege Denizi’nde olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de Yunanistan ve Türkiye arasındaki uyuşmazlıklarda sık sık geçmektedir. Bu bölgedeki en büyük problemlerden birini MEB kavramı oluşturmaktadır. Çünkü Doğu Akdeniz’in 400 milden fazla olmadığı düşünürsek çatışan MEB alanları yüzünden 200 mil gibi rakamların bu bölge açısından barışçıl bir çözüm getirmeyeceği fazlasıyla açıktır. AB Deniz Hukuku bu konuda başka bir madde daha öngörmüştür. 59. maddeye göre MEB alanları açısından çatışma veya uyuşmazlık yaşayan devletlerin bu uyuşmazlıkları diğer devletlerin menfaatlerine ve hakkaniyete uygun olarak çözmesi gerektiğini öngörmüştür. Karşımızdaki devletlerin çoğunun AB üyesi olduklarını göz önünde bulundurursak yaptıkları haksızlıkların manasızlığı apaçık ortadadır. Böyle söylememin sebebi yayınlanan Münhasır Ekonomik Bölge haritalarında Türkiye’nin kasten dışarıda bırakılmaya çalışılmasıdır. Türkiye’den 200 mil öteye gidildiğinde neredeyse Akdeniz’in yarısına ulaşmaktayız. Aynı şekilde GKRY, İsrail, Lübnan, Mısır ve Libya içinde bu ölçümler tabi ki geçerli durumdadır. Örneğin Mısır Doğu Akdeniz’de tam karşımızda konumlanmış bir ülkedir. Mısır ile Türkiye’nin hayali bir şekilde bir araya geldiği bir senaryo düşünürsek, iki ülkeden 200 mil öteye geçildiğinde Türkiye ve Mısır’ın ortak yayınlayacağı Münhasır Ekonomik Bölge haritası İsrail, GKRY, Libya ve Lübnan’ı tamamen dışarıda bırakacaktır. Bunun da hem Uluslararası Hukuka hem de hakkaniyete uygun olmayacağı bellidir. Böyle bir durumda Türkiye’yi dışarıda bırakma çabası Uluslararası Hukuka aykırılık teşkil etmektedir.

 

 

 

 

 

 

Şimdi sol tarafta gördüğümüz harita Türkiye’nin yayınladığı Münhasır Ekonomik Bölge haritası. Sağ taraf ise Yunanistan’ın ve hemen hemen AB’nin yayınladığı harita. Komik olan durum ise sağ taraftaki haritada sarıya boyadığım bölge Türkiye’ye ayrılmış olan MEB alanını göstermekte ve o sarı bölge de hiçbir doğal gaz ve petrol yatağı bulunmamakta. Kırmızı ile taradığım bölge ise iddia ettikleri Yunanistan MEB haritası. Bizi itmeye çalıştıkları alanın Doğu Akdeniz’den hiçbir şekilde yararlanamayacağımız bir alan olduğu görülmektedir. Bu iki harita arasında bu büyük farkın nereden kaynaklandığını anlatalım. Öncelikle Rumlara ve Yunanistan’a ait haritadan bahsedelim. Yunanistan’ın bu haritayı oluşturmasındaki en büyük sebep adalardır. BM Deniz Hukuku 121. maddede ‘’ İnsanların oturmasına elverişli olmayan veya kendilerine özgü ekonomik bir yaşamı bulunmayan kayalıkların münhasır ekonomik bölgeleri veya kıta sahanlıkları’’nın olmayacağı öngörülmüştür. Bu sebeple de Yunanistan kendi adalarına ve bizim kayalık diye savunmadığımız adalara el koyarak belediyeler inşa edip askeri üsler kurarak ekonomik bir yaşamı olan adalar inşa etmeye başladı. Şimdi ise bu adaları kullanarak kendine ait Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmektedir. Özellikle 2. Fotoğrafta bizi küçük bir alana mahkum etmeye çalışmaları Meis Adasına dayanır. Meis Adası hemen Kaş’ın altı olan neredeyse Antalya ile iç içe geçmiş bir adadır(Google Haritalardan kontrol edebilirsiniz). Kırmızı okla gösterilen ada Meis Adasını belirtmektedir. Yunanistan kıta sahanlığını bu adadan başlatmaktadır. Türkiye ise Uluslar arası antlaşmalara dayanarak 1. Fotoğrafı yayınlamıştır. 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması, 10 Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması, 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması ve 24 Temmuz 1923 Lozan antlaşması hükümlerine baktığımızda Girit Adasının yalnızca ¼’ünün Yunanistan’a bırakıldığı, ¾’ünün Türkiye’ye ve çevresindeki 14 adanın da Türkiye’ye verildiği görülmektedir. Özellikle de Atina Antlaşması’nda Girit Adası’nın Yunanistan’a verildiğine dair herhangi bir maddeye rastlanmamaktadır. Sonuç olarak uluslar arası sözleşmelerde Girit Adası’nın ¾’ünün sahibi olan Türkiye bu adadan başlatarak kendi MEB haritasını yayınlamaktadır. Zaten haritaya baktığımızda da Girit’in ¾’ünün MEB alanı için olduğu görülmektedir.

MEB alanı tartışmaları hemen hemen bundan ibarettir. Şimdi sırada ülkelerin planlarını ve faaliyetlerini konuşmak var.

Ülkelerin Bölgedeki Planları ve Faaliyetleri

Öncelikle bizi bu alanın dışına itmeye çalışan küresel enerji siyasetinin faaliyetlerinden bahsedip ardından Türkiye’nin faaliyetlerinden bahsedeceğim.

2007 yılında GKRY’nin parselleme yaparak lisans çalışmalarına başlaması Doğu Akdeniz sorununun ilk fitilini ateşledi ve bunun üzerine 2011 yılında Türkiye ve KKTC Türkiye Petrol Anonim Ortaklığına belli alanları sondaj faaliyetleri için verdi. 2018’e kadarki süreçte bir takım MEB alanları yayınlandı ve işbirlikleri kuruldu.

Haritada gösterilen numaralar parsellere ayırma işleminin ardından hangi bölgenin yani hangi numaranın hangi şirketlere verileceği üzerine şirketlerin lisans başvuruları yapması için oluşturulmuştur. Bu bölgede faaliyet gösteren şirketleri; Fransa’nın Total’i, ABD adına ExonMobil ve Noble Energy, Katar’dan Qatar Petroleum, İtalya’nın ENI’si, Hollanda Menşeili Shell ve Güney Koreli Kogas olmak olmak üzere sıralayabiliriz. GKRY parsellediği alanların tümünü Türkiye’yi ve KKTC’yi yok sayarak bu şirketlere lisans verdi ve bizi oyun dışı bırakmaya çalıştı. Açıklamak gerekirse, Haritada görülen parsellerden 1,4,5,6 ve 7 numaralı alanlar Türkiye ve GKRY’nin kesişen alanlarını göstermekte; 1,2,3,8,9,12 ve 13 numaralı parseller ise KKTC ve GKRY’nin kesişen alanlarını göstermektedir. Şimdi bu noktada konuşmamız gereken şey ada devletlerin uluslar arası antlaşmalardaki statüsüdür. Uluslar arası antlaşmalara göre bir adada yalnızca tek bir devlet bulunuyor ise o devlet Münhasır Ekonomik Bölge ilan edebilir. Ancak Kıbrıs Adası’nda iki devletli bir yapı bulunmaktadır. Kuzeyde KKTC; güneyde GKRY. Eğer bir adada birden fazla devlet yapılanması var ise bu devlet MEB haritası yayınlayabilmek için anlaşma yapmak zorundadır. Bazı kişiler Kıbrıs’ın güneyinde görev yapan Barbaros Hayreddin Paşa gemisi kastederek bizim de haksızlık yaptığımızı söylemektedir. Ancak dediğim gibi bölgedeki kesişen alanlar nedeniyle bu üç ülke arasında hakkaniyete uygun ve hepsinin menfaatine hizmet eden bir anlaşma sağlanması gerekirsen, GKRY tüm bu kesişen ve kesişmeyen parseller adına yukarıda sayılmış olan şirketlere lisans vererek Türkiye’yi ve KKTC’yi dışarıda bırakmaya çalışmaktadır. Ancak Kıbrıs bir adadır ve adadaki iki devletin çevredeki tüm parseller de hakları söz konusudur. Bu nedenle de iki devletli bir anlaşma sağlanmalı ve gelirlerin eşit dağılımı söz konusu olmalıdır. Fakat GKRY bu noktada KKTC’yi dışarıda bırakmaya ve gelirlerin tümünü kendilerine almayı hedeflemektedir. Buraya kadar hep belirttiğim gibi bu işbirlikleri ve faaliyetler Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku’na ve uluslar arası hukukun temelini oluşturan ve hatta böyle bir hukuktan bahsedebilmemizin tek sebebi olan hakkaniyet ilkesine aykırıdır.  Bu meseleyi daha ayrıntılı anlatabilme olanağım olsun isterdim ancak yazının çok uzaması sebebiyle diğer konulara geçiş yapmak zorundayım. Gelişmelere gelecek olursak, 2018 yılı sondaj faaliyetlerinden daha çok planlama, iş birliği kurma ve gözdağı verme gibi siyasi uyuşmazlıklarla geçti. 2018’deki önemli gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz. GKRY’nin lisans vermesi üzerine bölgeye gelen ENI şirketine ait SAPIEM 12000 sondaj gemisini Türkiye savaş gemileri 9 Şubat 2018’de engelledi. 24 Şubat 2018’de sondaj çalışması yapmak amacıyla bölgeye gelen ENI şirketine ait SAPIEM 12000 adlı gemiyi Türk savaş gemileri tekrar engelledi ve bunun üzerine İtalya şirketten gemiyi geri çekmesini istedi. Bu gelişmenin yankısının sürmesi üzerine ABD bölgeye 6. Filoyu gönderdi. Ayrıca yine bu gelişme üzerine 9 Nisanda AB’nin silahlı kuruluşu olan PASCO’nun güvenlik amacıyla bölgeye donanma göndereceği açıklaması yapıldı. 29 Nisanda ise ABD’nin en büyük uçak gemisi olan Harry Truman uçak gemisi Akdeniz’e geldi. Bölgede ki askeri gelişmeler GKRY’nin Fransa ile halihazırda var olan antlaşmasına Fransa’nın GKRY’nin hava ve deniz üslerini güvenlik amacıyla kullanabilmesi için maddeler eklemesiyle devam etti. 2019’da ise altı ay içinde bu maddelerin faaliyete dönüşeceği açıklandı. 19 Eylül 2018’de ise Mısır ve GKRY, Türkiye’nin tepkilerine rağmen doğal gaz anlaşması imzaladı. 2019 yılında ise tansiyon daha da yükselmeye başladı. Özellikle Türkiye’yi plan dışına itme çabaları daha da sertleşti. 14 Ocak 2019’da İsrail, İtalya, Filistin Yönetimi, Mısır, Ürdün, GKRY ve Yunanistan katılımı ile Doğu Akdeniz Gaz Forumu Kahire’de kuruldu. 4 Nisan’da GKRY ile İngiltere arasında Londra’da 121 F-35B tipi savaş uçaklarının Ağrotu Üssü’ne yerleştirilmesi için memorandum imzalandı. İngiliz Savunma Bakanı bu konuda ‘’ Kıbrıs değerli bir ortak ve arkadaştır ve bu anlaşmayı imzalayarak, önümüzdeki yıllarda savunma konusunda yakın bağlarımızı güçlendirdik’’ açıklamasını yaptı. 29 Nisan’da Suriye Ulaştırma Bakanı Ali Hammund Tartus Limanı’nın 49 yıllığına Rusya’ya kiralanacağını söyledi. Ayrıca Lukoil Firması Mısır’dan ZOHR sahasının %30’unu satın alarak Rusya’yı denklemin içine almış oldu. Haziran ayında ise sanki bir hükmü varmışçasına GKRY Fatih sondaj gemisinde çalışan 25 personelimiz ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortakları ile işbirliği yapan yetkililer adına tutuklama emri çıkarttı. Tüm bu gelişmeler tabi ki Doğu Akdeniz’deki tansiyonu her geçen gün daha da yükseltti. Bu bilgiler ile karşımızda duran ve bizi küresel enerji siyasetinin dışına çıkarmaya çalışan ülkelerin faaliyetlerini kısaca özetlemiş olduk. Bu yazıyı yazdığım tarihte önemli iki gelişme daha yaşandı. Doğu Akdeniz o kadar önemli ki benim bu yazıyı yazdığım zaman aralığı ülkeler için çok kısa bir zaman dilimi teşkil etse bile hala gelişmeler olmaya devam ediyor. Yeni gelişmelerden biri Reuters haberine göre Avrupa Birliği, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ki faaliyetlerine karşılık olarak üst düzey görüşmeleri ve Türkiye-AB Kapsamlı Havacılık Antlaşması’na ilişkin müzakereleri askıya almayı içeren taslağı kabul etti. Peki nedir bu Türkiye-AB Kapsamlı Havacılık Antlaşması? AB ile bu konudaki müzakereler 2010 yılında başladı ancak AB üye ülkeleri AB Komisyonu’na bu görüşmeleri yürütmesi için ancak 2012 yılında yetki verdi. Bu anlaşma sayesinde AB üye devletlerinin 26’sının Türkiye’ye serbestçe uçuş yapma fırsatı olacaktı. Ancak Türkiye’nin üye ülkeler arasında uçuş yapmasını kapsamıyordu. Yani bu bilgileri aldığım Abdullah Nergiz’in yazısında verdiği örneği kullanırsam Türk Hava Yolları Atina-Münih arasında uçuş yapamayacakken Lot veya diğer üye ülkelerin havayolları örneğin Londra-Antalya seferini doğrudan yapabilecekti. Ancak görüşmeler o kadar kısır ve yavaş gerçekleşti ki yapılabilmesi çok zor görünüyordu. Böyle bir anlaşmanın yapılması halinde daha ucuz uçak biletleri, yeni iş alanları veya uçuş sıklığının artması gibi yararları olacaktı. Bir diğer gelişme ise 13 Temmuz tarihinde ABD Temsilciler Meclisi GKRY’ne ilişkin silah satmama yaptırımını kaldıran maddeyi kabul etti. Yani eğer ki söz konusu madde Senato’dan da geçerse önümüzdeki süreçlerde ABD’nin GKRY ile imzalayacağı bir takım F-35 veya pek muhtemel Patriot satışlarına şahit olabiliriz. Zaten ABD’nin bölgede hazır durumda 10 savaş gemisi, 130 savaş uçağı ve 9 bin askeri bulunmaktadır. Ayrıca GKRY’nin planları dahilinde olan East-Mad boru hattı projesinden bahsetmem gerekir. East-Mad projesi Doğu Akdeniz’deki çıkarılacak doğal gazın ve petrolün GKRY üzerinden Girit Adası üzerinden Avrupa’ya ihraç yolu olarak planlandı. Ancak bunun fazla maliyetli olması sebebiyle Mısır’ın altyapısı kullanılarak Mısır üzerinden ihraç edilmesi planı ortaya konuldu. East-Mad denizin 3.3 km altından 2 bin kilometrelik bir boru hattı inşa etmeyi ve Türkiye’nin milyarlar harcadığı TANAP boru hattı projesini by-pass etmeyi planlıyor. Her ne kadar GKRY yine Türkiye’yi oyun dışı bırakmaya çalışsa da uzmanlar Türkiye’deki Ceyhan boru hattının kullanılarak Avrupa’ya sevkiyat yapılmasını en ucuz ve en güvenli yol olarak görüyor. Ek olarak Türkiye’nin bölgedeki en istikrarlı ülke olduğunu göz önünde bulundurup son yıllarda ki boru hattı projelerimizden gelen tecrübeler ve altyapıyı da düşündüğümüzde bu sevkiyatın Türkiye üzerinden yapılması en mantıklı yol olacaktır.

 

Misafir Yazar: Batıkan İlker Yıldırım

Leave a Reply