Geçtiğimiz hafta Başbakan Erdoğan, Merkez Bankası’na yönelik eleştirisini ‘dalga mı geçiyorsun’ şeklinde dile getirmişti. Yüksek faiz oranlarını eleştiren Başbakan, Amerika ve Çin ile Türkiye’deki faiz oranlarını kıyaslamış; bizim faiz oranlarımızın da onlar kadar az olması gerektiğini söylemişti.
Merak ediyorum da etrafındaki onlarca danışman, özellikle ‘Yiğit Bulut’, hiç mi bir şey demiyor. Başbakan’ın kulağına eğilip de “Efendim, bakın biz gelişmekte olan ülke statüsündeyiz, daha yeni 17 Aralık badiresini atlattık, ülke krizin köşesinden döndü, bundan dolayı şuan bu faiz oranları gayet makul.” diyemiyor mu, demiyor mu?
Belki de “Efendim, seçimi yeni kazandık. Bir dünya ülkesi olan ‘şanlı’ devletimize bu faizler yakışmıyor. Bu Merkez Bankası haddini bilmelidir.” gibi, Başbakan’ı böyle anlamsız açıklamalar yapmaya iten fikirler ortaya atıyorlardır.
Bu iki merakımı bir köşeye bırakıp Merkez Bankası’nın geçirdiği dalgaları anlamaya çalışalım. Türkiye’de kanun, fiyat istikrarını sağlama görevini Merkez Bankası’na vermiş, yani Başbakan’ın ya da Yiğit Bey’in bu konuda herhangi bir yükümlülüğü bulunmamakla birlikte, ilginç bir şekilde ekranlarda açıklama yapmaktan çekinmiyorlar. Fiyat istikrarı kavramı ise dikkate almaya değmeyecek kadar düşük enflasyon oranıyla sağlanır ki bizim ülkemizde enflasyon daha yeni tek hanelere düşmeye başladı. Zaman zaman da iki hanelere tekrardan çıkıyor. Yani önümüzde hala, fiyat istikrarı açısından sıkıntılar var.
Ayrıca, fiyat istikrarı sadece düşük enflasyon ile de olmuyor. Aynı zamanda düşük enflasyon oranının uzun süreli korunması gerekiyor. Son 25 yılda yüzde 3 gibi bir enflasyon oranını hayal bile edememekle birlikte, yüzde 7’lerin altına bile inemedik. Sene içerisinde bazen çift haneli enflasyonu gören bir ülke olarak hassas bir enflasyon gerçeği önümüzde duruyor. Sayın Başbakanım, yatırımcılar siyasi istikrarın yanında fiyat istikrarını da çok önemsiyor. Yani seçim yüksek bir oy oranıyla kazanıldı diye Merkez Bankası’nın hemen faiz indirimine gideceğini beklemek çok gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Yüksek faiz oranları yerine, ilgilenmemiz gereken en önemli eksiklik yüksek enflasyon olmalıdır. Yüksek enflasyon oranları yüzünden Türkiye’nin uluslararası alandaki rekabet gücü azalıyor. İthal sermayenin kısa süreli ve spekülatif olması ekonomik kırılganlığımızı artırıyor.
Bundan dolayı fiyat istikrarı ile görevlendirilmiş ve bu konuda uzman olan Merkez Bankası’nın işine karışmak çok adil bir hareket değildir. Halkın önüne günah keçisi olarak Merkez Bankası’nı koymak da pek adil değildir.
Başbakan’ın eleştirisine rağmen kabinenin en bilgili bakanları dahi bu tartışmada Merkez Bankası’nın tarafında yer aldılar. Önce Ali Babacan; “Kurumlarımızın kendi görev alanlarında tanımlanan şekilde asla taviz vermeden, ana ilkelerinden ana prensiplerinden vazgeçmeden uygulamalarına devam etmeleri gerekiyor. Bunlar yapıldığı sürece önümüz açık.” ve sonra Mehmet Şimşek; “Merkez Bankası’nın ülkemizin menfaatini düşünerek en iyisini yaptığını, yapacağına inanıyorum. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı Türkiye ekonomisi açısından çok önemli. Sayın Babacan da dün bununla ilgili görüşler bildirdi. Kendisiyle aynı görüşteyiz.” şeklinde demeçler verdi.
Bu açıklamalarla birlikte Merkez’in yani Erdem Başçı ve ekibinin kabinenin ekonomide uzman iki bakanının da desteğini arkasına aldığını ve uyguladıkları politikalarda ne kadar uzman olduklarını gördük.
17 Aralık ile birlikte artan döviz kurları ve yüksek enflasyon oranı riskleri varken Erdem Başçı ve ekibi 28 Ocak’ta faiz artırımına gitmekten başka hangi silahlarını kullanabilirlerdi? Döviz kurlarındaki artış azıcık durdu diye enflasyon hemen yüzde 3’lere mi gerileyecek? Hal böyleyken Erdem Başçı’nın kameralara dönüp “Evet arkadaşlar, biz alay ediyoruz.” demesini mi bekliyoruz Sayın Başbakanım? O halde herkes uzman olduğu alan ile ilgilenmeli.