İnsanın sorgulama kapasitesi ve buna olan eğilimi onun karşısına çıkmış ve çıkacak olan her türlü şeyi aslında büyük bir sınav ile yüzleştirmekte. Hatta bu durum yıllardır, yüzyıllardır, belki daha da uzun sürelerdir yerleşik olan birikimin dahi kökünü sarsacak kadar cesur hale gelebilir.

Ekonomi ya da iktisadi düşüncenin, daha önceki yazılarda da değinmiş olabileceğim gibi, doğal bilimlerden belli başlı hususlarda ayrıldığını söylememiz hiç de yanlış olmaz. Etrafında oluştuğu ve geliştiği belli başlı “yasa benzeri” temeller olsa da bir sosyal bilim olduğunu öngörülere ve bu öngörülerin doğru olup olmadığına bağlı oluşu ile kanıtlar niteliktedir. Dolayısıyla da değişmekte olan çağ koşulları da iyi ya da kötü iktisadi düşüncenin sahibi olan insanoğlunun ve kendi içindeki dinamik düşünce yapısını da sürekli değişebilir kılmıştır.

Günümüz ekonomisindeki temel bakış açısı – makroekonomik değerlendirmeler için konuşulursa – büyüme odaklı olup “ekonomik büyüme” kavramını iktisadi politika sisteminin belirgin bir noktasına koymaktadır. Büyüme üzerinden yapılan çıkarımlar ve büyüme yönünde harcanan eforlar alışık olduğumuz ve ekonomi olarak aklımızda canlanan, kısacası olup biten adını verdiğimiz hadiselerin büyük oranda ekseninde döndüğü temellerdir. Ülkeler belirli milli gelir düzeyleri ve bunun da belirli oranda değişimini, büyümeyi hedeflerler. Birçok iktisat politikası bu yönde çalışmakta ve doğrudan ya da dolaylı da olsa bu amaca hizmet etmektedir.

Bu karşı çıkılması güç bir konudur. Ekonomik büyüme, milli gelir yani gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) adı verilen ve altın değerinde bir ekonomik indikatörün çıktısı ve yorumudur. Milli gelir, belli sınırlar ve bir zaman dilimi içerisinde üretilmiş olan toplam değerin parasal cinsten ifadesidir. Birtakım kıstasları da olsa milli gelir oldukça genel ve kapsayıcı bir tabirdir. Milli gelir tüketim, devlet harcamaları, yatırımlar ve ihracat-ithalat gibi dört bileşenden oluşmaktadır.

Tüm bu temel bilgiyi neden vermek istediğimi şimdi açıklayabilirim. Milli geliri ve milli gelirin yıl bazında değişimi ile elde ettiğimiz büyüme oranlarının makroekonomik çerçevede artırılmasının ya da en azından optimum düzeyde tutulmasının ne kadar önem arz eden hedefler olduğundan bahsetmiştim. Peki gerçekten büyüme odaklı düşünmek, milli gelire karşı yıkılmaz bir güven duymak her daim yapmaya devam edebileceğimiz mantıklı şeyler mi? Elbette ki “hayır, bunlar mantıklı değil” gibi fazla radikal ve hadsiz bir çıkışta bulunamayız. Milli gelir hesabı gerçek anlamda üretilen değeri temsil ettiğinden, bunun nüfusa dağılımı (kişi başı milli gelir) bir ülkenin refah düzeyi hakkında fazlasıyla akla yatkın bilgiler sağlamaktadır. Refah düzeyini de genel olarak zenginlik kanadından değerlendirdiğimizi de göz önüne alırsak karşı çıkabileceğimiz pek de bir husus yok.

Öte yandan milli gelir hesabının göz ardı ettiği şeyler de yok değildir.  Bunun en başında ise üretim ile kastedilenin ne olduğu konusundaki muğlaklık gelir. Yani, üretim evet. Yüksek üretim düzeyleri yüksek milli gelir, yıllar bazında artan üretim düzeyi de artan milli gelir büyümesi demek. Peki üretilen her şey gerçekten fayda getiriyor mu? Yani arayışında olduğumuz toplam parasal değer aslında gerçek bir “değerin” ifadesini saptırıyor mu; çünkü üretim dediğimizde her şeyi dahil ediyoruz… Bunun içerisinde insana zarar verebilecek, halkın huzurunu bozabilecek sayısız üretim ve tüketim yer alırken aynı şekilde sayısız refah artırıcı uygulamanın (sağlık, eğitim ile ilgili olabilecek) dışarıda tutulması durumu ilginç kılıyor.

İzlanda, Yeni Zelanda ve İskoçya ya da SIN ülkeleri diyebileceğimiz üçlü tüm bu bahsettiğimiz konuyu ciddiyetle ele alıp iktisadi planlamalarını yeniden gözden geçirmeye ve farklı bir perspektiften yaklaşarak yeni politikalar üretmeye başlayan başlıca ülkeler. Bu taraflardan gelen açıklamalar genellikle refah artırmaya yönelik planlar ve yaklaşımların sadece milli geliri baz alarak değil, kolektif anlamda halkın mutluluğunu ve rahatını artıracak çalışmalara yönelerek sağlanabileceği fikrini savunur nitelikte. Yani, üretim yapılırken bu üretimin dağılımındaki ve bu üretime katkıda bulunan bireyler arasında eşitliğin sağlanması, üretim sürecinde kaçınılmaz olarak yaratılan çevresel zararın başka faaliyetler ile kapatılıp çevre dostu bir sistemin yaratılması gibi şeyler buna dahil olabilir.

https://betterme.life/news/wellbeing/is-it-a-sin-to-have-a-sense-of-wellbeing/

Tarih boyu milli gelir ve ekonomik gelişmeye yaklaşımlar farklılık gösterdi ve sorgulandı. Yani bu üç ülkenin ortaya attığı fikirler tamamen bir ilk değil. Fakat genellikle bir sorgulamanın sonucu olarak fikre dönüşen ancak sadece fikir bazında kalan durumlardan ziyade bunların pratiğe dökülebiliyor olması oldukça büyük bir başarı. Milli gelirin sunduğu somut rakamsal veriler elbette ki iktisadi politikalar üretme ve bunların başarılılığını yorumlama bakımından büyük kolaylık sağlamakta olup her şeyden öte uzun yıllardır sistematik hale gelmiş, alışılmış bir ölçü olarak karşımıza çıkıyor. Ancak özellikle cinsiyet eşitliği, yoksulluk, çevresel konular gibi birtakım global endişe kaynaklarının daha çok ses getirebildiği son yıllarda artık rakamların değil, biraz da ölçülmesi zor olan ama gözlemlenebilir değerlerin maksimuma ulaşması makbul bir fikir ve hedef gibi gözüküyor.

Takip ettiğimiz belli başlı güvenilir gerçeklerin yanı sıra sorgulama kapasitemizin ve mantıksal sınırların izin verdiği ölçüde yeni yaklaşımlar geliştirmemiz her daim mümkün.  Zaman ilerledikçe gerçek iyiliğimizin ve mutluluğumuzun ne olduğunu biraz daha iyi anlayabilir ve yorumlayabilir hale geliyoruz. Unutmayalım ki her zaman peşinde olduğumuz şeyler tam olarak da aradığımızı, ihtiyacımız olanı yansıtmıyor olabilir. Bu fark edişi de yeni bir yaklaşım ile sürdürmek, yeniliklere açık iktisadi düşüncenin farklı bir boyutunun kapılarını açabilir. Şimdilik, İzlanda, İskoçya ve Yeni Zelanda tarafından öncülük edilen refah ekonomisi anlayışı, ilerleyen zamanlarda yaygınlık kazanacak ve kendini diğer ulusların, ülkemizin iktisadi politikalarında yer edecek mi göreceğiz.

Merak edenler için:

https://www.ted.com/talks/nicola_sturgeon_why_governments_should_prioritize_well_being#t-334605

https://wellbeingeconomy.org/iceland

Leave a Reply