2020 yılı daha üçte biri geçmiş olmasına rağmen olaylı bir yıl olarak karşımıza çıkıyor. Sene başında Avustralya’da ve şimdi Ukrayna’da orman yangınları, ABD-İran arasında gerilimler ve tabii ki COVID-19. Senenin başında “Üç ay sonra okullar uzaktan eğitime geçecek, herkes evlerinde kalacak ve binlerce insan ölecek.” denilseydi, birçoğumuz bu söylenenlere inanmakta güçlük çekerdik. Ancak buradayız ve bu virüsün gerçekliğiyle yaşamak ve baş etmek durumundayız. Sosyal medyanın her köşesinde ve televizyonda, bilgi edinebileceğimiz her noktada COVID-19 ile ilgili yeni olaylar, bilgiler ve düşüncelerle karşılaşıyoruz. Bu bilgileri doğrusuyla yanlışıyla alıp kendimize bazı sonuçlar çıkarıyor, dünyayı nelerin beklediğiyle ilgili çeşitli fikirler üretiyoruz. Ben de COVID-19’un gelecekte dünya ekonomisini nasıl etkileyeceği ve etkilemesi gerektiği ile ilgili naçizane fikirlerimi sunmak için buradayım.
İlk öncelikle şunun belirtilmesi lazım: Şu noktada yapılan öngörüler sağlıklı olmayabilir. Virüsün nasıl oluştuğu ile ilgili sayısız komplo teorilerini ve günah keçisi durumuna gelen sayısız insanı göz önünde bulunduracak olursak bu fikirleri üreten insanların gelecek için nasıl ‘yaratıcı’ fikirleri olduğunu da tahmin edebiliriz. Herkes elde olan ham bilgilerle komplo teorisi oluşturmayacak olsa bile oluşturulacak fikirler sağlıklı olmayacaktır. Konu ile ilgili bilgisi ve donanımı olan herkes yeri ve zamanı gelince bu görevi zaten üstlenecektir, üstleniyorlar da. Ancak tabii ki geri kalan insanlar da bu konuda fikir üretmeyecek ve bir şeyler sunmayacak demek değil bu. Bunu da belirtmiş olarak asıl konumuza geçelim; COVID-19 ve dünya ekonomisindeki etkisi. Ekonomik olaylar gündemde ve haberlerde şu anda hastalık ile ilgili olaylardan daha önemsiz kalıyor. En temelinde olması gereken de bu aslında, insanların hayatları ve sağlıkları söz konusu olduğunda ekonominin birinci ilgiyi almaması doğal. Tabii arka planda kalmış ekonomik olayların da kesinlikle etkisini yaşayacağız. Bu olaylara gelecek olursak, 14 Nisan 2020 tarihinde IMF, mevcut ekonomik durumu basın konferansında “The Great Lockdown (Büyük Karantina)” olarak tanımladı. Bununla beraber IMF, 2020 küresel büyümenin -3% civarında olmalarını beklediklerini açıkladı ve Büyük Karantina’nın 1929’daki Büyük Buhran’dan sonraki en ağır resesyon olacağını ve 2008 Ekonomik Kriz’inden çok daha kötü olacağını da belirtti. IMF’nin açıklamaları dışında milyonlarca Amerikan vatandaşının işsizlik yardımlarına başvurması ve işsizlik seviyesinin yine Büyük Buhran’dan bu yana bu en yüksek seviyelere ulaştığına bir gösterge oldu. Bu durumları özetleyecek olursak, COVID-19’un dünya ekonomisindeki etkileri başlamış durumda ve bu etkilerin şiddetleri de az değil. Dünya ekonomisini sayısız çarklar, pistonlar vb. gibi parçalarıyla sürekli çalışan bir makine olarak düşünecek olursak; bu makinenin şu anda beklenmemiş (ya da hazırlıksız) etkenlerden dolayı alev altında olduğunu ve birçok parçasının bozulmuş olduğunu söylemek mümkün.
Geleceğe bakacak olursak, IMF’nin raporu ve çeşitli bankaların da yaptığı çalışmalarda 2021’e varmadan dünyanın tekrardan pozitif büyüme sayılarına ulaştığını görüyoruz. ING Bank’tan Carsten Brzeski ve James Smith’in yaptığı çalışmada da dört farklı senaryo görüyoruz. En kötü, en iyi, temel ve bir de kış karantinası içeren bu senaryoların hepsinde en geç 2021’in başlarında ABD, Avrupa, Çin ve Birleşik Krallık’ta büyüme tekrardan başlıyor. Ancak ekonomik büyümenin olması sorunlarımız çözüldüğü anlamına gelmiyor. Bu pandemi bize toplumun içinde var olan bazı sorunları gösteriyor; Avrupa’da sağlık sektörünün böylesine bir salgını zor bela kaldırdığını hatta kaldıramadığını, ABD’de vaka sayılarının dünyanın neredeyse üçte biri olduğunu ve sağlık sektörünün işleyemediğini, genel bir durumdan bahsedecek olursak da dünyanın böyle bir salgına karşı hazır olmadığını görülmüş oldu. 2014 Ebola salgınının gerçekleşmesiyle Bill Gates’in bir konuşmasında değindiği dünyanın bir salgına hazır olmaması durumunun gerçekliğiyle karşılaşıldı. Önümüzdeki yıllarda sağlık sektörü gibi sektörlere daha fazla yatırım yapılması ve sağlık güvencesi sistemlerinin gerektiğini görmüş olduk. Bu fark edilen durumlardan yeni koşulların doğmasının muhtemel olduğunu de söyleyebiliriz. Kaynakların ve yatırımların sağlık sektörüne ve belki de dünyada var olan mevcut başka sıkıntıların çözümüne yönelmesi mümkün olabilir. İnsanlara karşı tehdit oluşturan muhtemel olaylara karşı önlemlerin alınması için projeler başlatıldığını görebiliriz. Bununla beraber tabii ki de olaylar olana kadar hiç bir önlem almamaya devam etmemiz de mümkün.
En nihayetinde; genelde virüsün dünya politikası, kültür, kişisel hayat vs. üzerinde olacak etkilerinin ekonomik etkilerle paralellik göstereceğini söylemek de mümkün. Dünyanın birçok yerinde hala devam eden siyasal kutuplaşma, aşırı sağ partilerin oy oranındaki artış, daha otoriter hala gelen hükümetler ve liderler, evde kalmanın bir sonucu olarak oluşan sosyal medyadaki kullanım artışı ve dolayısıyla fikirlerin daha çok alış-veriş edilmesi, 11 Eylül saldırılarından sonra anti-terörizm adına arttırılan güvenlik yöntemleri gibi COVID-19 sonrası anti-pandemi güvenlik-sağlık önlemleri ve daha bir çok etken aynı zamanda ekonomiyi de etkileyecektir. Dünyanın sürekli değişim halinde olduğu ve her geçen gün daha değişik konseptlerin ortaya çıktığı bir çağda yaşıyoruz. Ekonomi de değişim halinde; bildiğimiz bütün normların sorgulanmaya başlaması, yapıların ve sistemlerin yıkılması da mümkündür. Yaşadığımız her şeyin bir sonucu olacaktır elbette; küçük veya büyük. Onları görecek miyiz? Orası hiç malum değil.