Mesele iklim krizi olduğu zaman herkesin aklında cereyan eden birkaç soru bulunur: Dişlerimizi 2 dakikadan fazla fırçalamazsak ya da banyoda 5 dakikadan daha kısa bir vakit geçirirsek krizi önleyebilir miyiz? Bu sorular çevre tahribatının nedenlerini bireylere yüklemenin ötesinde pek de anlam ifade etmeyen hipotetik sorular olmanın ilerisine geçemiyorlar. Gerçekten iklim krizini bizim marketten alışveriş yaptıktan sonra aldığımız plastik poşet mi tetikliyor yoksa kâr amacı için market kasalarına oldukça renkli, baskılı poşetleri; manav reyonlarınaysa ince şeffaf poşetleri koyanlar mı krizin büyük ortaklarıdır? Hadi, bu soruya eko-kapitalizm perspektifinden cevap aramaya başlayalım.
Eko-kapitalizmi anlayabilmek için öncelikle bu terimin ne anlama geldiğine ve karşısında kimin durduğuna bakmak gerekiyor. Akabindeyse terimin sağında solunda duranların kimler olduğunu iyice kavramalıyız.
Eko-kapitalizm kelimesini anlayabilmenin altında kapitalin ne olduğunu kavrayabilmek yatıyor. Kapitalin tam Türkçe çevirisi sermaye kelimesidir. Porritt’e göre kapital, “İnsanlar tarafından değer verilen fayda akışı üretme kapasitesine sahip herhangi bir şeyin stokudur.” anlamına gelmektedir (23). Eko kelimesi ise ekolojik yani doğal olanın kısaltmasından gelmektedir. Dolayısıyla eko-kapitalizm terimi kapitalin ekolojik kurallara uygun olarak kullanılması anlamına gelmektedir. Peki ya bu tanımlama gerçekliği yansıtan bir fenomen mi yoksa sadece bir tür yeşil boyama örneği mi?
Karl Marx’a göre temelde birkaç çakışma yatarken ana çelişki üretim ve tüketim – daha iktisadi bir tabirle talep ve arz dengesi- ilişkisinden kaynaklanıyor. Kapitalizmi sermayecilik diye Türkçeleştirdiğimiz için artık anlaşılmasının kolay olması için sermaye birikimi ya da sermayecilik kavramları ile yazıya devam edeceğiz.
Sermayecilik ana hususu kısıtlı kaynaklarla en yüksek verimliliği sağlamak. Dolayısıyla burada şirketlerin kâr maksimizasyonu yapmak için giderlerini azaltması gerekir bu da çalışanlara verilen maaşın kısıtlanması, yan hakların minimize edilmesi ya da sabit giderlerin azaltılması için bacalara çıkan zehirli gazların emisyonunu yapan filtrelerin takılmaması, daha ucuz doğal kaynaklara erişim için doğa sömürüsü üzerine kuruludur. Öncelikle, üretilen ürünlerin bir maliyet fiyatının bir de üzerine kâr eklenmiş şekilde fiyatlandırıldığı satış fiyatı olmak üzere çift fiyatlandırılma sürecinden geçer. Bu durum hem maaşı kısılmış olan hem de ürettikleri ürünü daha pahalıya alacak olan çalışanlar için alım durumunu zorlaştırarak üretim fazlası açığa çıkmasına neden olur(Stevenson,61). İhtiyaçtan fazla ürün üretmek fabrika bacalarına takılan filtreleri maalesef ki amorte edemiyor. Daha ucuza kaynak bulmak için 20.yy.dan kalan üstü örtülmüş emperyalizm burada devreye giriyor. Küresel Güney olarak adlandırılan gelişmemiş ülkelerin – çoğunu Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika ülkeleri oluşturuyor- ucuz işgücü ve kaynakları sömürülerek gemi ya da havayolu aracılığı ile taşınıyor. Taşımacılık sürecinde ortaya çıkan toksik gazların ozon tabakasına zararı her yıl katmerlenerek artıyor. Our World in Data’ya göre hava taşımacılığının 2024 yılında CO2 gazı dahil olmadan hava kirliliğinin 1.5%’ni CO2’nin dahil olması ile 4%’ye çıktığını belirtiyor.
Eko-kapitalistlerin karşında duranların ana argümanını kısa ve iktisadi akademi dilinden arınmış bir şekilde incelemiş olduk. Peki ya bu kavramın yanında duranlar ne diyor?
Eko-kapitalizmin savunucularına göre kapitalizmin kökünde yatan problem doğayla çatışmak değil, doğanın ekonomik sistemin dışında bırakılmasıdır. Onlara göre çevresel sorunların kaynağı “piyasa hatasıdır”; yani doğa, fiyatlandırılamadığı için değersizleştirilmiştir. Dolayısıyla çözüm, ekolojik değerlerin de piyasa sistemine entegre edilmesidir. Yenilenebilir enerji yatırımlarını, karbon piyasalarını ve sürdürülebilir markalaşmayı bu anlayışın tipik çıktıları olarak görebiliriz. Bu çerçevede çevre dostu ambalajlar, yeşil fonlar, karbon nötr şirket politikaları gibi uygulamalar hem ekonomik büyümeyi hem de çevreyi korumayı aynı anda mümkün kılabilecek bir “kazan-kazan” formülü olarak sunuluyor.
Fakat Stevenson’ın da belirttiği üzere kapitalizmin “ekolojik çelişkisi” tam da bu noktada ortaya çıkar: Kapitalist sistemin sürekli büyüme zorunluluğu, doğanın sınırlı döngüleriyle doğrudan çatışır (Stevenson, 61-65). Yani, kapitalizmin çevreci bir versiyonu olabileceği iddiası kendi içinde çelişkilidir. Kar odaklı bir sistem, doğayı gerçekten koruyabilir mi? Ya da “sürdürülebilir büyüme” kavramı, sadece büyümenin meşrulaştırılmış bir hali midir?
Bugün “yeşil dönüşüm” adı altında yürütülen birçok politika aslında sermaye birikimini yeni bir biçimde üretmenin aracına dönüşüyor. Elektrikli otomobil üretimi için gereken lityum madenleri, rüzgar türbinlerinin kanatlarında kullanılan nadir metaller ve güneş panellerinin hammaddeleri, yine Küresel Güney’in topraklarından sömürülerek çıkarılıyor. Böylece kapitalizm, fosil yakıt çağının çevresel krizini çözmek bir yana, onu yalnızca “yenilenebilir” bir kılıfa büründürmüş oluyor.
Eko-kapitalizmin vaat ettiği “yeşil büyüme” kavramı bu nedenle bir paradoksa dönüşüyor. Marx’ın tabiriyle “doğa, sermayenin ücretsiz deposu” olarak kaldığı sürece her tür çevreci kapitalizm, yalnızca sistemin kendini yeniden üretme aracıdır. Stevenson’ın bahsettiği gibi “doğayla olan metabolik bağımız” koptuğu sürece, sürdürülebilirlik söylemleri yalnızca birer vitrinden ibaret kalır (Stevenson, 64).
Sonuç olarak, eko-kapitalizm kavramı ilk bakışta çevreyle uyumlu bir ekonomik modelin mümkün olduğunu ima etse de, sermayenin doğaya bakışındaki tahakkümcü yaklaşım değişmediği müddetçe bu sistem doğayı değil, kendi ömrünü uzatır. Bu yüzden gerçek çözüm, Stevenson’ın da tartıştığı “durağan-hal ekonomisi” veya “büyüme karşıtı” alternatiflerde aranmalıdır çünkü doğanın sınırlarını tanımayan hiçbir sistem, uzun vadede insanı da koruyamaz (Stevenson, 74-75).
Ceyhun Elgin’e göre değer yaratım süreci sadece ekonomik olmamalı sosyolojik, ekolojik, kültürel fenomenlerin de değere etki ettiği bir süreç olmalıdır(69). Elgin’e göre ekonomiyi doğa için çalışan ve toplumsal ihtiyaçları karşılarken adil ve sürdürülebilir düşünmemiz gerekiyor(31).
KAYNAKLAR:
Stevenson, Hayley. Global Environmental Politics: Problems, Policy and Practice. Cambridge University Press, 2017.
Elgin, Ceyhun. Bu Hesapta Bir Gariplik Var & Ekonomi ile Kandırılmak. Kırmızı Kedi Yayınevi, 2025.
Porritt, Jonathon. Capitalism as If the World Matters. Earthscan, 2005.



