İnsanlar ve Dünya’nın etkileşimi günümüzde çokça konuşulan bir konu haline geldi. Ses, ışık, hava ve su kirlilikleri hepimizin ilkokulda öğrendiği konseptlerdi. İklim değişikliği ve küresel ısınma her geçen gün ciddiliğini arttıran ve sertçe konuşulan en azından konular haline geldi. Sayısız bilim insanının üstünde çalıştığı bu konu hakkında endişelenmemiz gerektiğine dair sayısız kanıt da yer alıyor. Peki iklim değişimi konusuna iktisatçılar nasıl katkıda bulunuyor? Hemen harekete geçilmezse uzun vadede felaketle sonuçlanabilecek olan bu durum kimler tarafından önemseniyor? Bu sorulara bu yazıda bir cevap bulamasak bile elimizdekilerle, durumu anlamaya çalışalım.

            Öncelikle bazı şeyleri belirtmemiz lazım. Modern dünyanın ve ekonominin çevre üzerinde ciddi etkileri var. Bu isterseniz bütün bir köyü kirleten termik santral olsun isterse de bütün dünyayı dönülmez bir noktaya taşımakta olan geniş sektörler. Kullandığımız her malın, yararlandığımız her lüksün ve günlük olarak verdiğimiz birçok kararın etkilerinin, hatta negatif etkilerinin, olduğu bir dünya ve dönemde yaşıyoruz. Böyle bir durumun içine doğmuş olmak ve alışkanlıklarımızı geleceğe uygun olarak değiştirmek de çoğu insan için kolay olmuyor. Ancak bilinçle ve kararlılıkla, çevreye verdiğimiz zararı azaltıp dünya ve insanlık için bazı fedakarlıklarda bulunabiliyoruz. Ancak şöyle bir gerçeklik de var: Bizim bireyler ya da aileler olarak yapabileceklerimiz ne yazık ki kısıtlı. Dünyadaki en çevre dostu birey bile olsanız iklim değişikliği konusunda etkiniz yalnız başına bir şey ifade etmiyor. Sanayi, tarım, enerji ve ulaşım gibi sektörlerin küresel ısınma üzerindeki etkisi çok yüksek düzeylerde. Birçok ülke anlaşmalar imzalayıp karbondioksit vb. zararlı gazların salınımını azaltmak üzere anlaşmalar yapsa da ülkeler bu anlaşmaları yerine getirmekte üzerlerine düşenleri yapmayabiliyorlar. Teknolojik gelişmeler; küresel ısınma ve genel olarak iklim değişikliği konularında olası çözümler oluşturmaya başlamış olsa da mevcut enerji sektörlerinde ve alternatif / temiz enerji sektörlerindeki “kâr” imkanları, kesin ve hızlı gelişimlerin önünde duruyor. Ulaşım ve elektrik gibi bazı unsurlarda temiz enerjiye geçmeye dair planlamalar ve projeler mevcut. Ancak iklim değişiminde en çok etkisi olan ülkeler dahil olmadığı sürece bu projeler de yeterli olmuyor ve bu ülkeler bu projelere dahil olmuyor. İklim değişiminin dünyanın her tarafındaki hükümetler/ülkeler, yetkililer ve bireyler tarafından iş birliği ile çözülecek bir durum olduğu apaçık ortada. Ancak bu konudaki eforun son derece kısıtlı olduğunu da kolaylıkla söyleyebiliriz.

Green New Deal, ABD’de ortaya konulmuş hem çevre politikası hem de eşitsizlik hakkında çeşitli gelişimler amaçlayan kabul edilmemiş / etkinliğe girmemiş bir plandır.

             Dünyanın iklim değişimi konusunda bulunduğu noktada iktisatçıların yeri de önemli. İktisatçılar günümüzde araştırmalardan tutalım da devlet politikasına kadar birçok alanda etkinler, hatta bazı durumlarda baskın bir rol oynamaktalar. Dolayısıyla iktisatçıların verdikleri kararlar çevrenin durumunu ciddi derecede etkileme potansiyeline sahip. Ekonomik araştırma çerçevesinde iklim değişikliği ile ilgilenen alanlar mevcut. Çevre ekonomisi, ekolojik iktisat gibi dallar bunlara birer örnek. Bunlarla birlikte bu konuda yapılan araştırmalara örnek olarak 2018 Nobel Ekonomi Ödülünü kazanan William Nordhaus’u ve “DICE” modelini gösterebiliriz. Ancak bu alanların varlığı ya da William Nordhaus’a Nobel ödülü verilmiş olması iktisatçıların iklim değişimi konusunda yaygın olarak bir eylemde olduklarını kesinlikle belirtmiyor. İklim değişikliği konusunda etkili kararlar verebilecek iktisatçılar bulunsa bile, hükümetler bu iktisatçıları görevlendirmiyorlar. Çünkü bu “yeşil” iktisatçıların politikaları alışılagelmiş ana akım ekonomik düşünceye, hükümetin ve siyasetçilerin destek aldığı şirketlerin isteklerine ve bunun gibi durumlara ters düşebiliyor. Bu ters düşme durumu da bu yeşil politikaların uygulanmasını engelliyor. Zaman ilerledikçe Yeşil Ekonominin ana akım iktisatta giderek daha fazla yer alacağına inanıyorum, ancak iklim konusunda zamana karşı bir yarışta olduğumuz için beklemek istediğimiz noktaya acilen ulaşmamız konusunda engel oluşturacaktır. Yeşil ekonomi ilkelerinin günümüzde yapılan araştırmalara katılması, bu yolda atılacak önemli adımlardan biridir. İktisat araştırmaları ve eğitiminde de dolayısıyla yeşil unsurlar bulunmaya başlayacaktır.

Bölgesel ve yüzde halinde en çok karbondioksit salınımını hangi ülkeler yapıyor? Our World in Data, 2017

            Peki hangi ülkeler iklim değişikliği konusunda değişikliğe uğruyorlar? Oxford Martin School, Our World in Data projesinden karbondioksit salınımı verilerine baktım ve bazı örnek ülkeler seçtim (ABD, Kanada, Fransa, Japonya, Birleşik Krallık, Türkiye, Hindistan ve Çin). 1990 yılını baz alarak bu örnek ülkelerin karbondioksit salınımında ne kadar bir artış gösterdiğine baktım. 1990 ve 2018 yılını karşılaştırdığımızda en çok artış gösteren ülkeler Türkiye, Çin ve Hindistan (salınımlar bu ülkelerde 2.5 ila 4 katına çıkmış). Küçük artışlar gösteren ülkeler Kanada ve ABD (Kanada %22,9, ABD %5,76 oranlarında artış göstermiş). Japonya neredeyse sabit kalmış. Birleşik Krallık ve Fransa ise azaltmışlar (Fransa %15,7, Birleşik Krallık %36,91 oranlarında azalma göstermiş). Bununla beraber ülkelerin toplam karbondioksit salınımlarını belirtmek daha iyi bir resim çizmemizde yardımcı olacaktır. 1990 yılında salınımlar şu şekilde: ABD 5,12 milyar ton, Kanada 462,5 milyon ton, Fransa 400,86 milyon ton, Japonya 1,16 milyar ton, Birleşik Krallık 600,77 milyon ton, Türkiye 151,51 milyon ton, Hindistan 616,58 milyon ton, Çin 2,42 milyar ton. Buna karşılık 2018 salınımları da şu şekilde: ABD 5,42 milyar ton, Kanada 568,41 milyon ton, Fransa 337,91 milyon ton, Japonya 1,16 milyar ton, Birleşik Krallık 379,04 milyon ton, Türkiye 428,18 milyon ton, Hindistan 2,65 milyar ton, Çin 10,06 milyar ton. Bu sayıları da göz önünde bulundurunca artış oranları hakkında bazı durumlar fark ediyoruz. ABD “sadece” %5,76 arttırmış olsa bile bu 300 milyon tona denk geliyor, ABD’deki %5,76’lık artma Birleşik Krallık’taki %36,91 oranındaki azalmadan daha fazla. Türkiye 151,51 milyon tondan 428,18 milyon tona %182,61 oranında (2,8 kat) bir artış gösteriyor, Fransa ve Birleşik Krallığı geçiyor; buna karşılık güneş enerjisi gibi temiz enerjilerin potansiyelinin çok daha yüksek olduğu bir ülke. Salınımlarda hem Çin’in hem de Hindistan’ın neredeyse 4,5 kat arttığını görüyoruz, bu iki ülke aynı zamanda yüksek oranda ekonomik büyüme gösteren ülkeler. Bu tarz durumları incelediğimizde, bu ülkelerin geçmişlerini ve politikalarını da de göz önünde bulundurarak iklim değişikliği konusunda hangi ülkelerin çevreye daha çok zarar verdiği hakkında bir fikir sahibi oluyoruz.

            İklim değişimi bütün dünyayı etkileyen bir durum. Ancak dünyanın farklı taraflarında bu konuya karşı alınan önlemlerden biri olan karbondioksit salınımının çok farklı oranlarda olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde dünyanın bu farklı bölgelerindeki ülkelerin farklı ekonomik politikalar izlediği aşikâr. Rüzgâr, güneş gibi enerji yöntemleri sürekli pahalı olarak belirtilse de ve bu sürekli bu enerji yöntemlerinin kullanılmasında bir engel olarak karşımıza çıkarılsa da mevcut enerji yöntemlerinin bize uzun vadede mal olacaklarından bahsedilmiyor. Dünyanın ve insanlığın karşı karşıya olduğu bu durum keyfimize veya bir başkasına bırakılacak bir durum değil. Bugün yaptığımız her şey yarın ne durumda olduğumuzu belirleyecek.

Kullanılan Kaynaklar

World Bank Data, https://data.worldbank.org/

Our World in Data, https://ourworldindata.org/

Leave a Reply