Merkez bankası kavramı, bir ülkenin ekonomik yapısında; iç ve dış politikalarında şüphesiz en önemli faktörlerden birisidir. Bir merkez bankası ülkenin ekonomisindeki kalkınmada kayda değer bir role sahiptir. Merkez bankası;
- Fiyat istikrarı sağlayabilecek para politikalarını belirler ve uygular,
- Parasal ve bankasal sistemi kontrol eder,
- Ülkenin ulusal ekonomik hedeflere ulaşmasına yardım eder,
- Döviz kuru rejimini belirler,
- Banknot basma yetkisi bulunur.
Fiyat istikrarı, TCMB’nin tanımına göre; “para politikasının uzun dönemli temel amaçları olan büyüme ve istihdama yönelik, ekonomik birimlerin karar alma süreçlerinde etkili olmayacak ölçüde düşük ve istikrarlı bir enflasyon oranı”nı ifade eder.
Fiyat istikrarı kapsamında merkez bankaları, gelişmiş ülkelerde yüzde bir – yüzde üç aralığında seyreden enflasyon oranının sürdürülebilmesine yönelik eylemlerde bulunur.
Tarihteki ilk merkez bankasının temelleri ise Isveç’e dayanıyor.
Banka fikrini ortaya atan ancak yaşadığı süre içerisinde fikirlerinin somutlaşmasına şahit olamayan Axel Gustafsson Oxenstierna, Isveç’in en soylu ailelerinden birinden gelmekteydi ve eğitini Alman üniversitelerinde tamamlamasının ardından önce bir İsveç Danışma Meclisi üyesi, kral Gustav 2. Adolf’un ölümüyle beraber meclis üyeliğini takiben Yüksek Şansölye olmuştu.
Ortaya attığı fikir, aslında onda Danışma Meclisinde üye olduğu ilk zamanlardan itibaren yeşermeye başlamıştı: banknot basan, mevduat alan ve her şehirde şubesi bulunan bir banka kurulsun istiyordu.
O dönem İsveç Krallığı’nın içerisinde olduğu nakit kıtlığı göz önünde bulundurulduğunda bu banka fikri özellikle halkın mevduata getirdiği madeni paralarla sirkülasyonu artırması ve ticareti canlandırması açısından oldukça parlak görünüyordu.
1619’da kurulan banknot hayallerininden beş yıl sonra İsveç bakır standardına geçme kararı aldı. Bunun sebebi ise ülkenin içine girdiği uzun süreli savaşların bir sonucu olan gümüş ve altın kıtlığıydı. Bakır ise İsveç’in en önemli ihraç ürünü olduğu için makul bir alternatif oluşturuyordu. Böylece ülkede ilk bakır madeni paralar 1624 yılında üretildi. Ne yazık ki bakır da ülkenin ekonomik darboğazına karşı rahatlatıcı bir unsur olamayacaktı: gümüşe kıyasla değeri çok daha düşük olduğundan küçük bir gümüş paranın değerini karşılayacak bakır para, büyük boy yemek tabaklarına eşdeğer büyüklükteydi. Dönemin en büyük madeni parası ise neredeyse 20 kiloyu buluyordu.
(330*625 mm ebatında, 19.7 kg ağırlığındaki bakır para)
Axel’in ortaya koyduğu fikirler ışığında bir bankanın kurulması ölümünden iki yıl sonrasını buldu. Johan Palmstruch’un 1656 yılında kurduğu Stockholms Banco isimli banka, Axel’in planladığı gibi banknot basmaya başladı. Avrupa’daki ilk banknot olma özelliği taşıyan bu banknotların hızlı bir şekilde piyasaya sürülmesi halkı kilolarca madeni para taşımaktan kurtararak rahatlatıyordu: banka, halktan topladığı mevduatlar karşılığında onlara taşıması kolay, pratik banknotlar veriyordu. Bütün bu yeni sistem, güvenilir olma iddiasına karşın, aslında elindeki rezervden çok daha fazla banknot basıyordu ve herkesin bir anda banknotlarını iade ederek madeni para talep etmeyeceği varsayımı üzerine kararlarını sürdürüyordu.
Banka, iflasına doğru adım adım ilerlerken önce paranın değer kaybına sebep oldu, ardından da insanların güvenini yitirdi. Bu kayıpları takiben halk yoksullaşıyor ve enflasyon süreci yoğunlaşıyordu. Bankanın işlemleri artık durmuştu.
1666 yılında iflas eden bankanın yerine dünyanın ilk merkez bankası olarak bilinen ve Stockholm’de Axel Oxenstierna’nın sarayına taşınan Sveriges Riksbank’ın kurulması ise yalnızca iki yıl aldı. 1668’de kurulan Riksbank, bugün hala İsveç Merkez Bankası görevini sürdürmekte.
Nobel Ekonomi Ödülü ise 1968 yılında (bankanın kuruluşunun 300. yıldönümünde) Sveriges Riksbank tarafından finanse edilerek kuruldu ve hala her yıl Stockholm’de 10 Aralık tarihinde veriliyor.
Bu tarihsel akış içerisinde değerlendirildiğinde, belki günümüz merkez bankalarına da; örneğin FED’e farklı bir perspektif ile bakmak mümkün olabilir.