Film klişelerinin en bilinenlerinden biri de gençliğin getirdiği, ergenliğin inişli ve çıkışlı sıkıntılarından doğan melankolidir. Kompleks bir süreç; hepimiz yaşadık, hatta bazılarımız hala atlatamadık. Mental ve psikolojik zorlukların üzerimize çullandığı bu zaman dilimlerinde bazen ihtiyaç duyulan tek terapi türü anlaşılmak olur. Çözüm üretilemediğinde, çıkar yolu bir türlü gözle görülemediğinde, insan sadece yalnız olmadığını hissetmek isteyebilir. O yardım elinin sağladığı teselli de bu tür hikayelerde düzenli ele alınarak bir ‘klişe’ haline gelmesini sağladı. Klişe olarak adlandırıldı çünkü popülerleşti, benimsendi. Salt bu örnekten bile her klişenin uyduruk ve yüzeysel olmadığını görebiliriz.
Genç olmanın zorluklarını yansıtan birçok film var; bazıları komedi motifleriyle süslenmiş, bazıları ise trajedi. Bazıları sosyal medyayla ve Netflix gibi platformlar aracılığıyla dünyanın her yerinden insanı duygulandırmayı ve gözlerini doldurmayı başarmış, bazıları da kendi ülkelerinin sınırlarından dışarı çıkamamış. Amerika odaklı bir global film sektöründe “yabancı” olarak adlandırılan filmlerin gözden kaçmasına alıştık. Bizim gibi Türkiye’de düzenli yaşam süren bireyler için Türkiye dışı her ülke yabancı sayıldığı halde, Amerikan yapımlarını daha çok özümseyip daha hızlı tüketebiliyoruz. Bu bizim suçumuz değil; sadece medya Batı’yı başlangıç noktası almaya alışmış.
Popüler medyada köklü yer edinmeleri bir gereklilik olduğu halde es geçilmeye alışmış 5 duygu dolu, melankoli odaklı, genç olmanın engebeli süreçlerini anlatan Uzakdoğu filmini sizinle paylaşmayı da borcum bildim. Bahar, mutluluğu yansıtan bir mevsim olabilir fakat bu gece esintisinde bir battaniye kapıp zamanınızı o tatlı hüzünle doldurmanıza engel olamaz!
All About Lily Chou-Chou (2001) dir. Shunji Iwai
Japonya’nın hayran kültürü ve pop kültürü üzerindeki etkisi inkar edilemez derecede yoğun. Uzakdoğu kesimlerinde medyanın nasıl hayranlık üzerine şekillenebileceğini gerçek örneklerle en doğru şekilde anlatacak birkaç ülke varsa, bunlardan bir tanesi kesinlikle Japonya’dır. All About Lily Chou-Chou da tam olarak bu modern kültür anlayışının genç zihinler üzerindeki etkisini konu alan bir dram hikayesi. Dijital platformlarda oluşturulan kişilikler, müzik üzerinden kurulan duygusal bağlar, okulda zoraki sosyalleşmelerin yan etkileri, artık bir klasik haline gelmiş zorbalığın ulaşabileceği boyutlar… Doğal olarak biraz daha yavaş ilerleyen, atmosferik sinematografisi ile sürükleyiciliğini sağlayan bu film, kısmi-deneysel olarak bile sınıflandırılabilir.
Ortaokul süreci içinde arkadaşlıkların nasıl evrildiğini ve müziğin hangi açılardan insanı escapist (gerçekten kaçan) doğasıyla iyileştirebileceğini anlatan bir 3 saatlik serüvene katılmak istiyorsanız, kesinlikle önden buyurun. Japon sinemasının klasiği sayabileceğimiz bazı grafik detayların uyarısını da yapmak isterim. Olayların seyri çok çabuk ciddiyet kazanabiliyor.
An Elephant Sitting Still (2018) dir. Hu Bo
Bazı sanatçılar vardır ki, eserlerine doyamayız. Çinli yazar ve yönetmen Hu Bo da benim o listeye en üstten yerleştireceğim isimlerden yalnızca bir tanesi. An Elephant Sitting Still, yetenekli yönetmenin ilk ve tek uzun metraj filmidir. Henüz 29 yaşındayken filmi editleme sürecinde intihar etmesiyle bu değerli insanın sanatını ve vizyonunu tamamiyle anlama şansına bile sahip olamadık. Fakat, ilginçtir ki, 4 saatlik bu ağır işleniş ile de Hu Bo’ya kendinizi yakın hissetmeniz mümkün.
Farklı sebeplerden dolayı hayatlarından bir kaçış yolu, bir umut açıklığı arayan dört karakterin yollarının nasıl ve neden kesiştiğini anlatan bir film, An Elephant Sitting Still. Kuzey Çin’in Manzhouli şehrinde bütün gün oturmasıyla bilinen, kendine seyirci toplayan bir fil var; okulda zorbalık yaptığı çocuk yaralanınca kendini Manzhouli’ye seyahat etmek isterken bulan Wei Bu da bu dört yoldaştan bir tanesi. Kafa karıştırdığı kadar içinize işleyecek bu şahesere bir şans tanımanızı öneririm. Aramızdan erken ayrılışıyla kalp kıran Hu Bo’nun, yarattığı bu eserle de kalbinize dokunacağına eminim.
Like Grains of Sand (1985) dir. Ryōsuke Hashiguchi
Evet, bir Japonya çıkışlı hikaye daha. Kendi dünyalarının kapsamlarını keşfetmeye çalışan liselilerin aydınlanmaları, LGBTQ+ karakterlerin kendilerini anlayıp kabullenme aşamaları… Like Grains of Sand‘de sizi duygulandıracak çok öge var. Uzun süredir filmler için ağlamakta sıkıntı çekerken, bu filmi ilk izleyişimde gözlerimin istemsizce dolup, gözyaşlarımın habersizce aktığını inkar edemiyorum.
Geçmişi benimsemek ve kabullenmek zor gelebilir. Terapi başkalarına karşı duvar örebilir. İyileşme zaman alabilir. Özellikle de henüz hayatını oturtmamış genç bir zihin, bütün bunlar sessizleşmek için sebep oluşturabilir. Hislerini ve geçmişini saklamak ile açıklığa kavuşturmak arasında kalan gençlerin hikayesini deneyimlemenizi isterim. Bir süredir ağlamakta zorluk çekeniniz varsa birikmişliği açığa çıkarmakta Like Grains of Sand bir yardım eli işlevi görebilir; tıpkı bende olduğu gibi.
Bleak Night (2010) dir. Yoon Sung-Hyun
Trajedi birçok şekilde ve büyüklükte gelebilir. Bleak Night‘ta da iki farklı açıdan ele alınıyor: intihar ile hayatı son bulmuş genç bir oğlan için duyulan evlat acısı ve sıkı olduğu sanılan bir arkadaşlığın parçalanışı. Güney Kore televizyonu ve sineması ilgi kazandıkça, gözden kaçmış saklı eserlere karşı gösterilen takdir de hayliyle artıyor. İnsanı hüngür hüngür ağlatarak, seyircinin kendi hayatıyla bağdaştırmasını kaçınılmaz hale getiren bu mücevher de spot ışığına tabii tutulmak için aday.
Babası oğlunun ölümünü getiren neydi, onu merak ediyor. Bazı eski arkadaşlarını kabullenip unutmaya çalışıyor, bazılarını ise yok saymak istiyor. Elden gitmiş bir potansiyel ve yokluğa karışmış bir hayatın arkasından sarf edilen sözler, gerçekleşen yüzleşmeler, itiraf edilen hatalar ve geri dönüşü olmayan kararlar; Bleak Night hepsinin sepia tonları ağırlıklı bir görselle canlandırılmış hali. Belirli zaman aralıklarıyla kendisini özletecek değere sahip.
Love & Pop (1998) dir. Hideaki Anno
Erkekler odaklı şekillendirilmiş sosyetede kendine has zorlukları ve adaletsizliği olan bir konum varsa toplumda, o da genç bir kız olmaktır. Teknik açıdan gösterdiği modern stile rağmen, sosyal açıdan geri kaldığını bildiğimiz Japonya da bu sıkıntılı standardın örnek gösterilebileceği bir ülke. Genelde yarattığı animelerle bilinen Hideaki Anno’nun 1998 filmi Love & Pop‘ta da bu güçlüğün sadece bir açısına tanık oluyoruz.
Enjo kōsai, Japonya’da yaygın görülen bir aktivitedir. İngilizcesi sugar daddy terimine yakın olan enjo kōsai, genç kızların para karşılığında iş adamlarıyla türlü vakit geçirmelerini gerektirir. Hiromi adlı baş karakterimiz de üç diğer arkadaşıyla para kazanmak için kendini iş adamlarıyla buluşurken bulur. Basit eğlence ve kolay para kazanımı olarak ortaya atılmış bu fikir, kısa sürede Hiromi’nin para kazanmayla kafayı bozmasını sağlar. Hiçbir garantisi veya güvencesi olmayan bu illegal para kazancında bir kız çocuğunun kolayca silikleşmesi, hırpalanması ve bir zamanlar parçası olduğu o “çocuk” zihniyetinden sert darbelerle soyutlanması beklenilecek sonuçlardır. Hiromi de aynen bu deneyimden sağ çıkmaya çalışır.
Normalleştirilmiş veya sorgu sualsiz kabul edilmiş sosyal akımların özellikle de genç kızlar üzerindeki etkisini oldukça deneysel ve ilgi çekici bir görsel yöntemle aktaran Love & Pop, benim gözümde, bir kült film adayıdır. İzlerseniz sizin de benimle aynı fikirde olabileceğinizi umuyorum.