Parlamentoların yani meclislerin temel işlevi yasa yapmak, yürütmenin bütçesini onaylamak ve yürütmeyi denetlemek olarak kategorize edilebilir. Yasama organının işlevi sayılan bu basit görevlerden ibaret değildir. Sonuçta tarihsel bağlamda parlamentolar, halk adına yürütmeyi denetlemek amacıya oluşturulmuş kurumlardır. Dolayısıyla parlamentoların sadece sayılan görevlere sahip olduğunu söylemek yetersiz olacaktır.
Yasamanın önemli işlevlerinden biri de “yasama sonrası denetim” olarak adlandırılan süreçtir. Bu denetim, yasama organının çıkardığı normlara yürütme ve idare tarafından uyulup uyulmadığını kontrol etmeyi amaçlar. Söz konusu denetim, yalnızca yürütmenin faaliyetleriyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda idarenin tüm işlemleri üzerinde bağlayıcılığı olan yasal normların uygulanma biçimini de kapsar. Bu yönüyle yasama sonrası denetim, klasik yürütme denetiminden daha geniş bir kapsam taşır.
Ancak bu denetimin nasıl işlediği, ülkelerin benimsemiş olduğu hükümet sistemine göre farklılık gösterebilir. Örneğin parlamenter sistemlerde yürütme, yasamanın güvenoylaması veya gensoru gibi araçlarla doğrudan denetimine tabidir. Buna karşılık başkanlık ya da meclis hükümeti sistemlerinde, yürütmenin bireysel ya da kolektif sorumluluğunu tesis edecek başka denetim mekanizmaları devreye girebilir. Bu bağlamda, azil (recall) referandumu gibi doğrudan halkın katılımını içeren yöntemler, yürütmenin hesap verebilirliğini sağlama amacı güder.

Yukarıda bahsedilen yasama sonrası denetimin gerçekleşmesi ile yasama, kendisine yüklenen fonksiyonu layıkı ile yerine getirmiş olacak olup toplumsal sözleşmenin taraflarından olan yürütmenin, sözleşmenin diğer tarafıyla uzlaştıkları konularda görevini yerine getirip getirmediği denetlenmekte olacaktır.
Bu denetlemenin işlevsel olup yürütmenin yasamanın çıkarmış olduğu normun kendisine sağlamış olduğu hareket alanında kurallara uygun işlemler gerçekleştirmesi durumunda hukuk devleti (rule of law) denen kavram uygulanmış olacaktır. Hukuk devleti esasen anayasanın üstünlüğü ilkesinin benimsendiği, yargı mekanizmasının bağımsız olduğu, hak arama hürriyeti ve adil yargılamanın benimsendiği, kanunların öngörülebilir olduğu, egemen erklerin etkili denetiminin yapılabildiği, eşitliğin olduğu ve hukuka güvenin halk nezdinde sabit olduğu ülkelerde var olmaktadır.
Öte yandan AYM içtihadında hukuk devleti, “Eylem ve işlemleri
hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı tutum
ve davranışlardan kaçman, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık olan devlet” olarak tarif edilmiştir.
Yukarıda anlatılanlar ışığında yasamanın demokratik toplumlarda önemi ortadadır. Ancak içinde bulunduğumuz yüzyılda yasama, işlevini gitgide kaybetmektedir. Bu önem kaybı anayasal zeminde yürütmenin güçlenmesi olarak görülebileceği gibi politik uygulamalarda da görülebilir. Başka bir deyişle bu kayıp, yasamanın fonksiyonel ve işlevsel kapasitesini olumsuz anlamda etkileyecektir.
Yasamanın bu işlev kaybı, “yasamanın gerilemesi” ve uzantısal olarak “demokratik gerilemenin” sonucu olarak adlandırılabilir. Yasamanın gerilemesi sonucu, temel işlevlerden biri olan yasama sonrası denetim işlevsizleşmekte olup yürütme daha güçlü ve daha az denetlenebilir bir erk halini almaktadır. Bu durum da hukuk devleti ilkesini tehdit eder hale getirmektedir.
Huq ve Ginsburg, demokratik gerilemeyi dolayısıyla yasamanın gerilemesini otoriter dönüşüm ve anayasal gerilemenin bir parçası olarak tanımlamaktadır. Bu dönüşüm ise gücün yürütmede toplanması adına yapılan anayasa değişiklikleri, medya aracılığıyla toplumun yanıltılması, hukukun etkin denetimini sağlayan kurumların işlevsizleştirilmesi ve toplumun tepki vermekten uzak konuma getirilmesi ile gerçekleşmektedir.
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki demokrasinin sorunsuz işlemesi için medya, halk tepkisi ve kuvvetler ayrılığının özgür konumda bulunması gerekmektedir. Kuvvetler ayrılığının sağlanması aşina olunan bir kavram olsa da halk tepkisi ve medya daha az bilinmektedir. Bunları açıklamak için şunlar söylenebilir:
Medyanın önemi, vatandaşa bilginin tarafsızca aktarılabilmesindedir. Medyanın bağımsızlığı yani medya özgürlüğü AİHS’in de önem verdiği hususlardan birisidir. Öyle ki İçtihatta en temel haklardan olan düşünme hürriyetinin uzantısı olan ifade hürriyetinin bilgi edinme hürriyeti, fikir açıklama hürriyeti ve kanaat hürriyeti olmak üzere 3 farklı boyutu vardır ve bu üç boyut da dolaylı veya doğrudan medyanın işlevleriyle bağdaştırılabilir. Bu bakımdan medyanın ön önemli işlevi, insanların en temel haklarından olan düşünme ve ifade hürriyetine katkı sağlamasıdır.

Öte yandan, halk tepkisinin önemi ise asıl olarak temsili demokrasilerde ortaya çıkmaktadır.
Demokrasiler doğrudan, yarı doğrudan, temsili ve yarı temsili olmak üzere alt kollara ayrılmaktadır. Doğrudan demokrasilerin ayırt edici özelliği halkın seçtiği vekillerin ve yöneticilerin, seçildikten sonra halk ile aralarındaki bağın kopmaması, halkın ne istediğinin bu seçilenler üzerinde birtakım sonuçlara yol açabilmesidir.
Örnek vermek gerekirse, doğrudan demokrasiye sahip olan İsviçre’de göreve başlayan seçilmişin yaptığı bir eylem ya da söylemi halk tarafından hoş karşılanmazsa azil (recall) referandumu ile o kişinin görevden alınması mümkün.
Temsili demokrasilerde ise bunun tam tersine seçilen ile seçen arasındaki sorumluluk bağı, seçimden sonra ortadan kalkmaktadır. Bu noktada seçenin yani halkın, seçileni etkilemesinin tek ve etkili yolu protestolardır. Halk tepkisi diyebileceğimiz protestoların önemi tam da burada yatmaktadır. Diğer bir deyişle, seçimden sonra oy verdiği seçilmişin görevini kendi istediği şekilde yapmasının istenmesi protestolar aracılığı ile iletilebilir.
Demokratik gerilemenin nedenlerine geri dönmek gerekirse,
Juan Linz, demokratik gerilemenin temel nedenini, sistemi içerden aşındıran antidemokratik aktörlerde bulurken; Yascha Mounk ise süreci daha yapısal sorunlara bağlamakta, özellikle sosyal medyanın radikal görüşlere zemin hazırlaması ve kapitalist ekonominin yarattığı güvensizlik ortamını vurgulamaktadır.
Demokratik gerilemeyi etkileyen bir diğer önemli unsur ise siyasal arenanın işleyişidir. Bu bağlamda, iktidar ile muhalefet arasındaki mücadelenin hangi koşullarda ve ne şekilde yürütüldüğü de demokratik gerileme sürecinde önemli bir basamak niteliği taşımaktadır.
Gero Erdmann’ın belirttiği üzere 1974’ten sonra özgürlükler ve demokrasinin kalitesi bağlamında bir gerileme söz konusudur ve bu durum günümüzde giderek güçlenmektedir. Öyle ki, Avrupa’da otokrasiyi hatırlatacak nitelikte uygulamalar göze çarpmaktadır. Yaşananları somutlaştırmak adına Avrupa’dan örnekler vermek faydalı olacaktır.
Bu bağlamda, kıta Avrupa’sında Macaristan ve Polonya örnekleri öne çıkmaktadır. Macaristan hibrit rejim olarak sınıflandırılabilecekken Polonya yarı konsolide demokrasi olarak sınıflandırılabilmektedir. Bu ülkelerdeki demokratik gerilemenin somut göstergelerini ortaya koymak için, uluslararası indekslerin verilerine başvurmak yerinde olacaktır. Bu bağlamda en çok kullanılan ölçütlerden ikisi EIU ve V-Dem indeksleridir.
EIU indexinde 10 üzerinden bir puanlama yapılır ve çıkan sonuca göre ilgili ülkenin rejimine demokrasiye uyum ekseninde karar verilir. 8-10 arası alan ülkeler tam demokrasiye sahipken 6-8 puan arası alanlar kusurlu demokrasiye, 4-6 arası alanlar hibrit rejime ve son olarak 0-4 arası alanlar otoriter rejimlere sahiptir. Bu sınıflandırma yapılırken ülkelere verilen puanı, demokrasi uygulamasının işleyişi, seçim süreci bağlamında sandığa katılım oranı, hükümet işleyişi ve siyasi kültür belirlemektedir.

Öte yandan, V-dem indexinde 0 ile 1 arasında puanlandırma yapılmakta olup bu puanı demokrasi kalitesinin kurumsal derinliği, özgürlükler rejimi, hukuk devleti ve hukuk devletinin uzantısı olan ilkeler ve medya özgürlüğü gibi kriterler belirlemektedir.

A-) Macaristan
İçinde bulunduğumuz yüzyılda yasamanın gerildiği dolayısıyla demokrasinin gerilediği ülkelerden birisi Macaristan’dır. Bir Orta Avrupa ülkesi ve aynı zamanda AB üyesi olan Macaristan, bu yönüyle de dikkat çekicidir. Macaristan, EIU indexinde 2006’da 7.53 puana sahipken 2024 yılında 6.51 puana sahiptir. EIU indexinden elde edilen veriler ışığında kusurlu demokrasi olan Macaristan’ın 2006’da tam demokrasiye yakın bir yapıya sahipken 2024 yılında bu durumun hibrit rejim lehine değişmekte olduğu söylenebilir.

V-dem indexini oluşturan indexlerden olan LDI’ye göre 2017 yılında Macaristan’ın puanı 0.553 iken bu değer 2022 yılında 0.36 olarak ölçülmüştür. Bu keskin düşüşün aynı indexin alt kollarından olan EDI ve DCI için de geçerli olduğu söylenebilir.
Macaristan’da yasamanın gerilemesi akımına neden olan sebeplerin incelenmesi gerekirse ilk olarak analiz edilmesi gereken şey ülkede 2010’dan beri iktidar olan Fidesz-Macar Yurttaş Birliği partisinin eylemleri ve amaçlarıdır.
Parti, Macar sağının temsilcisi olarak görülmektedir. Partinin iktidara geldiği yıl olan 2010’da tek başına anayasayı değiştirebilecek vekil çoğunluğuna sahip olduğu görülmektedir (263/386). Parti sonrasında ise 10 kez anayasayı değiştirmiştir. Yapılan düzenlemelerde yürütme üzerindeki denetim mekanizmaları zayıflatılmış, sivil toplum susturulmaya çalışmış ve medya baskı altına alınmıştır. Bu düzenlemeler sonucu ülkedeki yürütme, radikal bir şekilde merkezileşmiştir.
COVID-19 pandemisinin başlamasından sonra, 2020 yılında, Macaristan’da pandemi bahane edilerek Fidesz-Macar Yurttaş Birliği partisinin başkanı ve ülkenin başı olan Victor Orban’a parlamento tarafından ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisi verildi. Verilen bu yetki sadece pandemi süresince geçerli olacak şekilde değil, süresiz olacak şekilde verilmiştir. Bu açıkça parlamentonun, yetkisini yürütmeye devretmesidir. Açıklanmaya çalışılan “legislative backsliding” kavramının en somut örneği budur: Yasamada olması gereken bir yetki, yürütmeye verilmek suretiyle yürütme güçlendirilmiştir.
Verilen bu sınırsız yetkiye dayanılarak iki kritik yasa çıkarılmıştır: Yanlış bilgiyi yaymayı suç sayan yasa ve hükümetin COVID-19’a karşı aldığı tedbirlere karşı gelenleri cezalandırmayı öngören yasa. Bu yasalarla halihazırda susturulmaya çalışılan muhalefetin tamamen yok edilmesidir. Orban, sonrasında pandemiyi bahane ederek muhalefet partilerinin ödeneklerini kısıtlayarak muhalefeti deyim yerindeyse kıskaç altına almaya çalıştı.
İlerleyen süreçte, Macaristan’da yaşanan bu antidemokratik uygulamalardan dolayı Macar hükümeti ile AB karşı karşıya gelmiştir. AB tarafı Macaristan’ı Avrupa hukuk değerlerinden uzaklaşmak ile suçlarken Macar hükümeti, bunun bir iç mesele olduğunu ve AB’nin buna karışamayacağını belirtmiştir. Sonuç olarak 2022’de AB, tarihinde ilk kez bir ülkeye cezai işlem uyguladı ve sonrasında aynı anti demokratik tutumun sürdürülürse maddi yardımların kesilmesinin söz konusu olacağını belirtti.
B-) Polonya
Son yıllarda demokratik gerilemenin yaşandığı ülkelerden birisi de Polonya’dır. Polonya’da demokratik gerilemenin nasıl seyrettiğini anlamak için EIU ve V-dem endekslerini incelemek faydalı olacaktır. EIU endeksine göre, Polonya’da 2013 ve 2014 hariç olmak üzere, 2006-2019 arasında genel eğilim demokrasinin gerilemede olduğu yönündedir. 2019’dan sonra ise toparlanma eğilimi göze çarpmaktadır.

Öte yandan, V-dem endeksinden hareketle ise sürekli bir demokratik gerilemenin olduğu kanısına varılabilir. Ülkede gerileme bağlamında öne çıkan parti, 2015-2023 yıllarında iktidarda olan Hukuk ve Adalet partisidir. Parti, muhafazakar ve milliyetçi bir çizgide konumlanmaktadır. 2015 yılında iktidara geldiklerinde yüzde 37.5 oy olarak parlamentoda mutlak çoğunluğa ulaşmışlardır.
İktidara gelmelerindeki ana etmenin seçim sürecinde yapmış oldukları göçmen ve yabancı karşıtlığı olduğu iddia edilmektedir. Hukuk ve Adalet partisi seçimin ardından Anayasa Mahkemesine, başsavcılığa ve Hakimler ve Savcılar Kurulu’na kendi adamlarını yerleştirerek demokrasilerde olmazsa olmazlardan olan kuvvetler ayrılığı prensibini, yargıyı yürütme ekseninde güçsüzleştirmek suretiyle hiçe saymıştır.
2016 yılında ise toplantı ve yürüyüş hakkını kamusal güvenlik sebebiyle kısıtlamaya olanak sağlayan yasa çıkarılmıştır. Kamusal güvenlik, temel hakların sınırlandırılması açısından muğlak ve ucu açık bir kavramdır. Her ne kadar kamusal güvenliğin önceden tanımlanması mümkün olmayıp somut olaya göre yorumlanması söz konusu olsa da onun bazı objektif özelliklere sahip olduğu göz ardı edilemez. Bu bağlamda kamu güvenliğinin objektif özelliği olarak “toplum hayatında karışıklığa yol açacak faaliyetlerin engellenmesi” ön plana çıkmaktadır.
Polonya’da da yaşanan demokratik gerilemeye rağmen, Macaristan’dan farklı olarak, AB’nin cezai işlem uygulanması söz konusu olmamıştır.
Sonuç olarak; uzun uğraşlar ve ödenen acı bedeller sonucu elde edilen demokratik kurumlar ve demokrasi, günümüzde güç kaybetmektedir. Bu güç kaybetmenin nedeni ve sonucu olarak popülist olarak adlandırılan liderler yönetimi ele geçirmektedir. Popülist liderlerin demokratik gerileme bağlamında sebep ve sonuç olarak ortaya çıkmasının sebebini Yascha Mounk halkın iradesinin ifade edilmesini engelleyen(!) liberal barikatların (demokrasinin temel kurumları kast edilmektedir) popülistler tarafından kaldırılmasında bulmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bariyer olarak gördükleri medyanın elimine edilmesi hem demokrasiye ciddi zarar vermekte hem de sonrasında verilen zararı daha da derinleştirecek liderlere kapı aralamaktadır.
Bu bağlamda unutulmamalıdır ki yasama organının tarihsel ve anayasal fonksiyonlarının sadece norm üretmekle sınırlı görülmesi, demokrasinin dayandığı temel denge ve denetim mekanizmalarını göz ardı etmek anlamına gelmektedir.
Yasama sonrası denetimin işlevsizleşmesi, yürütmenin hukuki sınırları aşmasına zemin hazırlamakta; bu da hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini tehdit eden bir zemin yaratmaktadır. Bugün Macaristan ve Polonya örneklerinde görüldüğü üzere, yürütmenin yasama ve yargı üzerindeki tahakkümü yalnızca anayasal düzeni değil, toplumsal sözleşmenin meşruiyet temelini de aşındırmaktadır.
Bu gerileme süreci; yalnızca bir rejim tipi değişimi değil, aynı zamanda demokrasinin ruhuna yönelik bir saldırıdır. Demokrasi, yalnızca sandıkla sınırlı olmayan, kurumsal denge, ifade özgürlüğü ve toplumsal denetim mekanizmalarıyla yaşayan bir rejimdir. Bu sebeple demokratik gerilemeye karşı verilecek en güçlü yanıt, sadece hukuki düzenlemeler değil; aynı zamanda toplumsal bilinç, örgütlü tepki ve medya özgürlüğü ile mümkündür. Aksi halde “yasamanın gerilemesi”, sadece bir anayasal kavram değil, halkın iradesinin sessizce bastırılmasının sembolü olacaktır.
Kaynakça:
https://www.democratic-erosion.com/2022/02/18/hungarian-democratic-backsliding-during-COVID-19/
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-61251895
Küçükşahin, M. E. (2023). Siyasi kurumlar ve uluslararası faktörler teorileri ekseninde Macaristan ve Polonya demokrasileri. Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 25(2), 296-311. https://doi.org/10.33707/akuiibfd.1328842
Mounk, Y. (2019). The people vs. democracy: Why our freedom is in danger and how to save it. Harvard University Press.
Sunay, R. (2001). İfade hürriyetinin muhtevası ve sınırları. Liberal Düşünce Topluluğu.
Huq, A. Z., & Ginsburg, T. (2018). How to lose a constitutional democracy. UCLA Law Review, 65, 78–169.
https://www.economist.com/britain/2023/11/07/lawmaking-in-britain-is-becoming-worse
https://app.leg.wa.gov/oralhistory/timeline_event.aspx?e=12
https://indigodergisi.com/2015/05/sehir-efsanesi-dorduncu-kuvvet-medya/