Neredeyse 2 haftadır gündemimizden asla düşmeyen bir konu var; Filistin-İsrail çatışması. 7 Ekim’de Hamas’ın İsrailli sivillere karşı düzenlediği hava saldırısında 1000’den fazla kişi hayatını kaybetti, yüzlercesi de esir alındı. Öte yanda ise İsrail, Birleşmiş Milletler’in sivil can kayıplarını önlemek adına yaptığı sayısız çağrıya kulak asmadan Hamas’ın merkezi olan Gazzeye 2 haftadır hava saldırılarına devam ediyor. Peki yıllardır neredeyse her sene ülke gündemimizi de oldukça meşgul eden bu çatışmanın başlangıcı nereye gidiyor hep beraber inceleyelim.
Şu anki gerilimin temelini anlayabilmek için yaklaşık bir 100 sene geriye, 1900’lü yılların başına dönmemiz gerekiyor. 19. yüzyılın başında Ortadoğu’da bir İsrail devleti yoktu, aksine %80 Müslüman, %10 Hıristiyan ve %10 Yahudi nüfusa sahip olan Filistin bir Osmanlı vilayetiydi. Aynı zaman diliminde ise anti-semitism Avrupa’da oldukça revaçtaydı ve birçok Yahudi Avrupa topraklarında zulme uğruyor, bir kısmı ise Filistin’e göç ediyordu. “Neden Filistin?” diye soracak olursanız bu yöne doğru bir göç dalgası Filistin topraklarının Yahudi inancına göre İbrahim peygamber tarafından Yahudilere vaad edilmesi sebebiyle kutsal olmasından kaynaklanıyor. Yine bu zamanda haberlerde sıklıkla duyacağımız bir kavram da ortaya çıkıyor: Siyonizm. Siyonizmi ise en genel tabirle Yahudilere o zamanki Filistin topraklarını vermeyi amaçlayan siyasi bir hareket olarak tanımlayabiliriz.
Birkaç sene sonra, 1914’te Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Filistin topraklarına da hükmeden Osmanlı Devletine karşı savaş ilan ediyor ve Yahudilere de Filistin’de kurabilecekleri bir ülke sözü veriyor. 1918’de ise İngilizler hedefine ulaşıyor ve Filistin topraklarını kendi egemenlikleri altına alıyorlar. Böylece yaklaşık 180 bin Yahudi, 1929 ve 1939 arasında bu bölgeye yerleşiyor. Haliyle, bu durumu hoş karşılamayan ve bölgede yaşayan Hıristiyan ve Müslüman bir çok Arap da örgütlenerek isyan etmeye başlıyor. İkinci Dünya Savaşı ile beraber Nazi rejimi altında 6 milyon Yahudinin öldürülmesiyle bu bölgeye göçler artıyor ve Arap-Yahudi çatışması kaçınılmaz hale geliyor.
1947’de, oldukça çetrefilli olan bu çatışmayı yatıştırabilmek amacıyla Birleşmiş Milletler çözüm olarak Kudüs’ün bulunduğu bölgeyi uluslararası bir bölge haline getirerek Filistin ve İsrail’in de egemenliklerini kısmen koruduğu iki devletli bir çözüm planı sunuyor. Bu plana göre Filistin topraklarının %55’i 600.000 nüfuslu Yahudilere, geri kalanı ise 1.300.000 nüfuslu Filistin halkına bırakılıyor. Bu plan İsrail ve Filistin tarafından kabul edilse dahi, bölgedeki diğer Arap devletleri tarafından “adaletsiz” bulunduğu için kabul edilmiyor. Birkaç ay sonra, 1948’de, Siyonizmin önemli liderlerinden biri olan Ben Gurion tarafından bölgedeki Arap devletleriyle anlaşılmadan İsrail devletinin kuruluşu resmen ilan ediliyor.
İsrail devletinin kuruluşunun ilan edilmesinden bir gün sonra Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan ve Mısır; hakimiyeti geri kazanmak ve Arap Filistin devleti oluşturmak adına İsrail’e karşı savaş ilan ediyor. 1948’den 1949’a kadar süren bu savaş Birinci İsrail Arap Savaşı olarak adlandırılıyor. Yaklaşık bir yıl süren bu savaşı İsrail kazanıyor, Kudüs’ün bir kısmını ilhak ediyor ve neredeyse 700.000 Filistinli evlerini terk etmek zorunda kalarak diğer Arap ülkelerine göç ediyorlar. Bu savaşın sonunda İsrail tarafından kontrol edilmeyen iki bölge kalıyor; Batı Şeria ve Gazze Şeridi.
1967’de ise İsrail ve sınır komşuları arasında yeni bir savaş başlıyor: 6 Gün Savaşı. Savaş, adından da anlaşılabileceği üzere 6 gün sürüyor ancak İsrail tarafı 700 kayıp verirken Filistin tarafı 20.000’den fazla kayıp veriyor. Bu savaş sonunda İsrail; Mısır’daki Sina Yarımadasını, Suriye’den Golan Tepelerini, Filistin’den ise Gazze şeridi ve Batı Şeria’yı ilhak ederek topraklarını 4 katına çıkarıyor. Kaybettikleri toprakları geri kazanmak isteyen Arap dünyası, 1973’te İsrail’e karşı savaş ilan ediyorlar. Yom Kippur savaşı olarak adlandırılan bu savaşı İsrail kazanmış gibi görünse de çoğu gençlerden oluşan neredeyse 7000 kayıp verdiklerinden ötürü, İsrail ,Gazze ve Batı Şeria hariç, 6 Gün Savaşı ile aldığı toprakları komşu Arap ülkelerine geri vermiştir. Ancak bu savaşın en önemli getirisi bu iki taraf arasında artık diplomatik sürecin başlayacak olmasıdır.
Gazze ve Batı Şeria’daki işgalin son bulması içinse Filistin halkı 1987’de Birinci İntifada adı verilen direnişlerine başladı. Arap ayaklanması olarak da bilinen bu direniş 1991’de “Filistin Özerk Yönetimi”nin Oslo Antlaşmasıyla resmi olarak tanınmasından sonra sona erdi. Filistin Özerk Yönetimi ve İsrail’in birbirlerini resmi olarak tanıması uluslararası camiada barışa dair umutları yeşertse dahi istenilen sonuç alınamadı. İki tarafında yeterince memnun edilememesi sonucunda 2000’de, Birinci İntifadan da daha ölümcül olacak İkinci İntifada başladı ve 2005’e kadar sürdü. 2005’te İsrail, 6 Gün Savaşı ile ilhak ettiği Gazze’den çekildi ve iki sene sonra ise Hamas dünyadaki birçok ülke tarafından terör örgütü olarak tanındı. Hamas ise kendini topraklarını geri kazanmak için direnen Filistin halkının direniş sembolü olarak tanıtıyordu. İsrail Gazze’den çekildikten sonra Gazze’yi, bölgedeki diğer ülkelerden ithalatını engellemek ve aynı zamanda suya ve elektriğe ulaşımlarını zorlaştırmak amacıyla karadan ve denizden abluka altına aldı. Tüm bunlar Hamas ve İsrail’in Gazze’de 2009, 2012 ve 2014’teki savaşlarının temel nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Bu 3 savaşta İsrail ordusu 85 kayıp verirken, Filistin yaklaşık 3500 kayıp verdi.
Şimdiki duruma baktığımızda gerilimin yeniden arttığını görebiliyoruz. Gerek Hamas’ın sivilleri kaçırıp rehine olarak alması, gerek İsrail’in hava saldırısında hastaneyi vurarak 500’den fazla can kaybına sebep olması iki taraf içinde barışı sağlamak adına yeterli olmuyor gibi görünüyor. Avrupa Birliği ve diğer birçok devlet 2 devlet çözümünden yana olsa da taraflar barış için yeterince gönüllü olmamakla suçlanıyor. Umuyoruz ki, iki taraf da barış için adım atarak yüzyıllardır süren bu insani krizin bitmesi için ellerinden geleni yaparlar.