Oscar ödül töreni bu sene de her sene olduğu gibi çok farklı türlerde bir sürü filmi izleme listemize ekledi. Komedi/dram türündeki The Holdovers ( Geride Kalanlar) beş dalda Oscar’a adaydı. En iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü alan film geniş bir izleyici kitlesinden ilgi ve beğeni topladı. Diğer yandan Almanya’nın Öğretmenler Odası filmi ise en iyi yabancı film ve en iyi kadın oyuncuya adaydı. Yönetmenliğini İlker Çatak’ın yaptığı bu film çok katmanlı bir tartışma içeriyor. Etik, eğitim ve iletişim kavramlarını hem Alman kültürü hem de Türk kültürüne bakarak yorumlamanıza fırsat sağlıyor. Peki bu filmleri birbirine bağlayan nedir?

Oscar’a aday filmleri izlerken bu iki filmi arka rakaya izlemem benim için ilginç bir tecrübe oldu. Çünkü her iki film de temelde incelediği konuları öğretmenlik kavramını merkeze alarak inceliyor. Geride Kalanlar filminde 1970’li yıllarda yatılı bir okulda yılbaşı tatilini beraber geçirmek zorunda kalan bir öğretmen, bir öğrenci ve okulun aşçısı anlatılıyor. Diğer yandan Öğretmenler Odası filminde ise bir matematik öğretmeninin okulda yaşanan hırsızlık olaylarını çözmeye çalışması ele alınıyor. Bir yandan Amerika’nın sert kuralları olan ve tek tip çözüm önerileri olan eğitimini izlerken diğer yandan Almanya’da her öğretmenin olaya farklı tutumunu ve daha esnek yaklaşımlarını izliyoruz. Tabii ki yıl farkını da göz önünde bulundurduğumuzda iki eğitim anlayışı arasında uçurum olduğu açıkça belli oluyor.

Geride Kalanlar’da izlediğimiz sert ve sınırları olan öğretmenimiz kendi doğruları olan ve yılardır o doğrularının dışına adım atmamış bir karakter. Bu da genellikle öğrenciler tarafından sevilmemesine ya da anlaşılmaya çalışılmamasına yol açmış. Ne zamanki filmde bir öğrenciyle baş başa vakit geçirmek zorunda kalıyor ondan sonra karakterimizi biraz daha yakından tanımaya başlıyoruz. Öğretmenler Oda’sındaki matematik öğretmenimiz ise okula yeni gelmiş bir öğretmen ve onun da sert bir mizacı ve keskin sınırları var. Ama bu tutumu onu öğrencilerinden uzaklaştırmıyor. Okuldan yaşanan hırsızlıkların ardından öğrencileri sorgulama süreci ise onun için önemli bir sınav oluyor. Çünkü kendi öğretmenlik tanımında tüm öğrencilere bir birey gibi ve eşit davranmak olan öğretmen onlara potansiyel suçlu gibi davranan diğer öğretmenlerin arasında barınmakta zorlanıyor. Farklı ülkelereden ve farklı dinlerden öğrencilerin olması ise bu denklemi tamamen karmaşık hâle getiriyor. 

Her iki hikâyede de kendi yöntemleriyle öğrencilere ulaşmaya çalışan öğretmenleri seyrediyoruz ama bana öğretmenlik kavramını derinlemesine düşündürten konu bu olmadı. Filmlerde öğretmenleri gördüğümüz kadar öğrencileri de görüyoruz. En sert görüneninden en iletişime açık olanına kadar hepsinin farklı boyutlarda da olsa öğretmenleriyle olan iletişime ne kadar ihtiyaç duyduğunu hissediyoruz. Her öğretmenin bu iletişimi sağlama biçimi farklı oluyor ama güzel olan da bu bence. Bu bilinmezliği izlemek insana keyif veriyor. Alışılmışın dışında yöntemler seyretmek bizi filmde tutuyor ve “Acaba ben ne yapardım?”ı durmadan aklımıza getiriyor.

Her iki film de tabii ki eğitim dışında kavramları da inceliyor ama ikisini art arda izlemiş biri olarak iki farklı eğitim ve öğretmenin öğrencilerin hayatını nasıl etkilediğini izlemek benim çok hoşuma gitti. Geride Kalanlar son zamanlarda izlediğimiz bir çok filmden çok farklı ve kesinlikle sürükleyiciliğiyle izlemeye değer. Öğretmenler Odası ise bir Türk’ün bakış açısından Alman eğitim sistemi ve etik değerlerini sorgulatması açısından önemli bir yere sahip. Her iki filmi de listenize eklemenizi tavsiye ederim. Güzel filmler ve diziler izleyeceğiniz bir ay diliyorum. Başka senaryolarda görüşmek üzere.

Leave a Reply