Rus edebiyatı denince ilk anda çoğumuzun aklına en az yüzlerce sayfalık, kalın romanlarıyla Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarlar gelir. Örneğin; Tolstoy’un Savaş ve Barış‘ı neredeyse 1800 sayfaya ulaşırken artık her birini sanki ailemizin bir üyesi gibi yakından tanıdığımız sayısız kapkarmaşık karakteri de bizlerle buluşur. Kimi zaman bir çocuğun doğumundan yaşlanmasına kadar yanında oluruz, kimi zamansa bir karakterin evlilik hayatını ezbere biliriz. Bu açıdan bakınca klasik Rus yazarları bizlere romanlarında dünyadan bir kesit sunmaktansa, sayısız karakter, karmaşık ilişki yumakları ve uzun bir zaman dilimiyle adeta eksiksiz bir dünya sunar.
Büyük Rus yazarlarından bir diğeri olan Anton Çehov ise Dostoyevski, Tolstoy gibi bildiğimiz diğer Rus yazarlarından bir roman yazarı değil, hikâye yazarı olmasıyla ayrılır. 1860’ta doğmasına ve 1904’te erken denebilecek bir yaşta hayatını kaybetmesine rağmen Çehov; dünya edebiyatında özellikle “durum hikayesini” ortaya çıkarmasıyla derin bir iz bırakmış ve etkisi yüzyılları aşmıştır. Asıl mesleğinin doktor olması ve ülkesinin çok farklı yerlerinde görev yapması dolayısıyla Çehov, pek çok farklı hayatı gözlemleyebilme imkânı bulmuş ve bu gözlemlerini pek çok eserde kullanmıştır. Kendisi; eserleri verdiği zaman itibariyle Rus Edebiyatının zirve yaptığı dönemin hemen ardından gelmiş ve o dönemin mirasını sırtlayarak ancak yeni nitelikler katarak eserler vermeye başlamıştır.
Çehov hikayelerinde okuyucusuna aylara yayılan olaylar dizisi veya karmaşık ilişki yumakları sunmaz ancak muhteşem gözlem yeteneğiyle belki de yarım saate bile tekabül etmeyecek bir zaman dilimi içerisinde, hikayesindeki karakteri sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissetmenizi sağlar. Bunu kimi zaman bir adamın neden kaynaklandığı belli olmayan ve bir anda ortaya çıkan öfkesiyle yapar, kimi zamansa tatlı dilli dolandırıcılarla. Bazı zamanlarda da Çehov, sadece okuyucusunu güldürür, ne bir erdemi ne de erdemsizliği işaret eder; anlatmak istediği yalnızca hepimizin başına gelebilecek komik bir talihsizliktir. Öyle ki, kendinizi bir önceki hikâyede insanın ikiyüzlülüğü, vefasızlığı, vurdumduymazlığı üstüne depresif düşüncelere dalmışken, iki sayfa sonra katıla katıla gülerken bulabilirsiniz.
Anlatımındaki duruluk ve yalınlıktan başka, Çehov hakkında ilgi çeken noktalardan biri de hikayelerindeki, birbirinden çok farklı yerlerden gelen, birbirinden çok değişik kişiliklere sahip, bambaşka karakterleridir. Çehov bizi kimi zaman yoksulluğundan utanan bir papazın evine götürürken kimi zaman da neden yalan söylediğini kendisi de bilmeyen küçük bir çocuğun yanına götürür. Bazen baktığınızda kendinizi kıskanç bir kocanın yanında bulursunuz başka bir zaman da varyemez, cimri bir babanın yanında. Çehov sayesinde gerçekte tanıyamayacağınız kadar çok kişiyi, belki de yalnızca birkaç sayfada tanırsınız. Hikayelerinde yazarın insanlığa karşı ne bir eleştirisi ne de bir övgüsü vardır, hiçbir zaman taraf tutmaz, o yalnızca insan gerçekte her ne ise, onu öylece yansıtır kâğıda; yorumu okuyucuya bırakır.
Hikayeciliğinin yanı sıra oldukça önemli bir oyun yazarı da olan Çehov’un, bugün artık dünya klasiklerinden görülen Martı, Vişne Bahçesi, Üç Kız Kardeş ve Vanya Dayı gibi eserleri döneminin en prestijli tiyatrolarında oynanmıştır. Aynı hikayelerinde olduğu gibi yazdığı tiyatro oyunlarında da önceden denenmemiş yeni bir tarz yakalamış, olaylar yerine ruh halini seyirciye aktarmayı hedeflemiş, seyirciye olayı takip ettirmekten çok seyircinin kendisini karakterin yerindeymiş gibi hissettirmeyi başararak tiyatroyu ve hatta bir bakıma sinemayı da derinden etkilemiştir.
Çehov’un yarattığı birbirinden ilginç karakterler bir araya gelince dünyayı, diğer çoğu yazarın karakterlerinden çok daha kısa sayfalarda büyük ustalıkla ifade eder. Ancak kısa olmaları nedeniyle Çehov’un hikayelerinin kolay okunacak eserler olduğunu varsaymak da oldukça yanlış olacaktır zira okuyucunun Çehov’un duru anlatımından yazarın aktarmak istediğini yakalayabilmesi için insanlığın nasıl karmaşık bir mozaik olduğunun bilincinde olması gerekir.
Çehov hikayelerinde insanlık bahçesindeki bambaşka kişileri çok yalın bir anlatımla karşımıza çıkarır ve o zaman okuyucu anlar ki aradan geçen yüz yıla, yaşanan savaşlara, teknolojik gelişmelere rağmen insan kıskançlığıyla, sevinciyle, aşkıyla, iki yüzlülüğüyle, şaşkınlık ve aptallığıyla, zekâsı ve hırsıyla hala aynı insan. Öyle ki kitabı kapadığınızda karakterlerin bazılarının sizin arkadaşlarınız veya aileniz olduğuna yemin edebilirsiniz.