En son ne zaman yalnız kaldınız? Ya da ne zaman acılarınız feryat ettiğinde ruhunuzun amansız çığlıklarını dinlediniz? Çaresizdiniz değil mi? Başınızı koyacak bir omzunuz, sımsıkı tutacak bir eliniz, koskocaman sarılacağınız kimse yoktu yanınızda ve kimse duymadı değil mi sesinizi? Çünkü bağıramadınız, elinizi uzatsanız tutabileceğiniz insanlara bile seslenemediniz, ağladınız çoğu zaman ve sesinizi duyurabilecek umutlar aradınız ama kimse kendi gürültüsünde kaybolurken sustuklarınızı duymadı değil mi? Her şey yüklendi üzerinize ve dert yumağı olup çıktınız. Sizin bu aciz halinizden yararlanıp daha da çok yüklendiler, biliyorum. Herkesi içten içe kıskandınız umarsızca ve pervasızca, çünkü onlar sizin gibi değillerdi, değil mi? Mutluydular, yüreklerinin sızısını dindirecek biri vardı yanlarında mutlaka. Siz, sevgisizlik içinde kıvranırken, onlar kahkahalara boğulmuştu ve siz, gözyaşlarınıza.
“Geçti artık, ağlama. Bak, ben yanındayım.”
Sözlerini sarf edecek birilerine ihtiyacınız vardı. Ölüydü ve öldürülmüştü umutlarınız. Acı olan ise katillerini içinizden hala uğurlayamamış olmanızdı. Dibe çökmüştü bütün duygularınız. Tekrar demleyecek birilerine ihtiyaç vardı. Yorulmuştunuz, çünkü dünyaya karşı tek başına savaşan bir savaşçıydınız. Yaralarınız bir hayli derindi ve görünüşe bakılırsa, iyileştirmeye yeterli bir bünyeye de sahip değildiniz artık. Biri gelsin; acılarınıza, yaralarınıza merhem olsun istediniz, değil mi? Tamam, artık hikayenizin bu kısmını da biliyorum. Kimsenin sizi iyileştirmediğini ve aksine sizden kaçtığını…
Çok kalabalık bir yalnızlığınız var değil mi? Milyonlarca insanın arasında koskoca bir yalnızlık ve uçsuz bucaksız bir sessizlik… Beyninizin içindeki sesleri dinlediniz sürekli. Kaçmak istediğiniz gerçekler, en büyük kabuslarınız oldu. Neyi çok istediyseniz olmadı. Hep yarım kaldınız, yarım bırakıldınız. Tek misafiriniz geceleri her şeyden arta kalan zamanda gelip çok fazla kalmayan uykunuz; o da kalıcı değil zaten. Arada bir yokluyor yalnızlığınızı, o kadar.
Nefes alırken soluduğunuz oksijen bile ciğerlerinizi yakmaya başlıyor bir süre sonra. Uykusuz gözlerinizden ılık ılık akan gözyaşlarınız, onunla birlikte ıslanamadığınız yağmurları hatırlatıyor. Havasız ve loş odanızda göz pınarlarınızı kurutuyorsunuz yine. Havada kokusunu aldığınız hatıralarınız var, artık göremediğiniz. Dudaklarınızda bir bildik türküyle, geçmişi anıyorsunuz ve anıyorsunuz, sadece. Kendinizi öylesine unuttunuz ki hiç ilgilenmiyorsunuz artık. Bunun için de aynalar en büyük düşmanınız olmuş. Korkuyorsunuz! Yaşlanmış olmaktan, çok, fena, korkuyorsunuz! Bazı geceler yansımanızı görmemek için pencereye yaklaşamadığınız oluyor hatta. Sessizce bir köşeye çöküp hıçkırıklarınızın yankısını dinliyorsunuz. Boğuluyor gibi oluyorsunuz ve içiniz sıkılıyor. Dışarıya atmak istiyorsunuz kendinizi. Yürümek, yürümek… Bilmediğiniz bir yerde sonsuza dek kaybolmak, istiyorsunuz. Ve sonra, vazgeçiyorsunuz. Kalabalık bir yalnızlığım olacağına, bilmediğim sokaklarda kaybolacağıma; kendi yalnızlığımda, düşüncelerimde kaybolur giderim, diyorsunuz. İç geçiriyorsunuz ve yine, o derin sessizlik… Bu sessizliğin içinde tek duyabildiğiniz, büyük yalvarışlarla ettiğiniz dualarınız.
Yıllarca hep içinizden uğurlayamadığınız insanları beklediniz. Sırf onlar gelmedi diye hayata küstünüz ve işte, bu haldesiniz. Saçlarınıza karlar yağdı mı, bilmiyorsunuz. Ama sizi böylesine üzen insanlara kendinizi feda ettiğiniz için varlığınızdan nefret etmişsiniz. Artık, sevebildiğiniz tek şey: Kitaplarınız… Defalarca okuyup bıkmadığınız, her defasında cümlelerinin içinde kendinizi aradığınız kitaplarınız. Ne kadar da sizi anımsatıyorlar değil mi? Tek siz değilsiniz demek ki yalnızlık vakasına uğramış talihsiz. Yorgunsunuz. Bedeninizden çok da beyninizin sarsıldığını hisseder olmuşsunuz. Günden güne azalıyorsunuz. Acılarınızın kara delik gibi sizi içine çektiği aşikar. Çakılıp kalmışsınız hayatın ortasında. Geçmiş çok uzaklaşmış değil, fakat geleceğinizi de göremiyorsunuz. Bir kış günü kadar sisli hatırladıklarınız.
Şu hayatta, avuçlarınızın içinde sımsıkı tuttuğunuzu sandığınız her şey birer birer kayıp gitmiş. Yani sevdiğiniz her şey, sizi, birer, birer, terk etmiş. Bir zamanlar vazgeçilmeziniz olan sabah uykularınız, epeydir selam bile vermemiş size. Beklediğiniz ne varsa gelmeyerek ölüme mahkum etmişler sizi. Artık sevmek duygusuna lanet eder olmuşsunuz. İçinizdeki o değerli duyguyu, hiç de haketmeyen insanlara verdiniz belki, kim bilir? İşte bunun için hala yalnızsınız. Biliyorum defalarca içinizi yiyip bitirdiniz. İnsanların beni sevmesi için ne yapmalıyım diye beyninizi irdeleyip durdunuz. Peki, sizin sevdiğiniz insanlar, sevginize layık olabilmek için ne yaptı, bunu hiç düşündünüz mü? Kimse, kimseye muhtaç değil. Yalnız da yaşayabilirsiniz elbet fakat güvendiğiniz bir insanın yanınızda olması ve nefes alıp verişini duyuyor olmanız kalbinizde kabarcıklar oluşturacaktır, biliyorum. Bir tenin sıcaklığını hissedebilmek, yeni doğmuş bir bebek kadar masum yapacaktır sizi.
Sabahları tek başınıza kahvaltı yapmak zorunda olmak, yatağın bir ucunda kimsesiz gibi her gün, yine ve yeniden sonsuzluğa uzanırcasına uzanmak ve elinizi uzattığınızda kimsenin varlığını hissedememek; yemek pişirirken tadına baktırabileceğiniz bir insanın olmaması, saatlerce birine derdinizi anlatamamak ya da saatlerce karşılıklı oturup susamamak, saçlarınızda kimsenin ellerini hissedemiyor olmanız, bulaşıklarınızın bir türlü çoğalmayışı ve, ve evde başkasının kokusunun olmayışı; bunlar, bunların hepsi teşhis edilmiş birer yalnızlık belirtisidir.
Eğer bir gün yaşayacak olursanız şayet, kendinizi silkeleyin. Acılarınızdan dolayı dibine çöken bütün mutlu yanlarınızın ortaya çıkmasına izin verin. Bu dipsiz kuyudan insanların sizi çıkartması için, yalnızlığınızı onların gözlerine sokun. Yıllardır beklediğiniz insanlar yüzünden bir hayli yaşlandınız. Kendinizi zorla bir bataklığın içine, dibine, en dibine ittiniz. Artık yüzleşmek istemediğiniz ne varsa, karşılaşmak zorundasınız.
Siz ki, yılların savaşçısı. Yolun sonuna geliyorsunuz yavaş yavaş. Sizi siz yapan acılarınız fark ettirmeden güçlendirmiş varlığını unuttuğunuz bedeninizi. Veda ederken geriye kalacak olan silik imzalarınız kalmış sadece. Yaşanmışlığınız, ömür verdiğiniz o yaşanmışlığınız, şimdi yalnız olan herkese ışık tutuyor. Siz kimsiniz, ben de bilmiyorum doğrusu. Ne önemi var? Cümlelerde buluştuktan sonra, herkes bir parça yalnız olduktan sonra. Sonuçta hepimizin, var olan bir kalabalık yalnızlığı var; bunu, siz de biliyorsunuz.