Klasik müzikte “romantik dönem” diye anılan zaman diliminin öncüsü haline gelmiş ve birçok otorite tarafından klasik müziğin, senfoninin ve operanın geleceğini doğrudan yönlendirmiş olarak kabul gören 19. yy bestecisi Richard Wagner’in şaheseri “Tannhauser” 3 Aralık Cumartesi günü Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından dört dörtlük bir şekilde sahnelendi.
Tüm operalarının hem bestelerini hem de librettolarını kendisi yazmasıyla tarihte bir ilk olan Wagner, müzikte sonraları –özellikle ortaçağda- kaybolan birlik ilkesini, yani tüm öğelerin uyum içerisinde ve gerektiği kadar kullanılması anlayışını yeniden canlandırmasıyla da ayrıca önemlidir. Eserlerinde çok katmanlı bir doku, yoğun orkestra kullanımı ve zengin bir ahengi tercih eden Besteci, özellikle de “leitmotif” olarak anılan, her karaktere has bir ezginin kullanımı konusunda başı çekmiştir. Wagner bu çoşkulu müzik anlayışı ile tarihte, felsefeden politikaya uzanan bir zincirde birçok önemli figüre de ilham kaynağı olmuştur. “Tannhauser” ise kendisinin sık sık kullandığı “gerçek aşk ve bunun üzerinden aklanma” ile “iyi ve kötünün çatışması” temaları çerçevesinde eski bir alman mitinin üzerine inşa edilmiştir.
Bir şövelye ve ozan olan yiğit Tannhauser, saf aşkı Elisabeth ile tanrıça Venüs’ün şehveti arasında sıkışarak kendini ve iyi, kötü, doğru, erdem gibi kavramları sorgulamak zorunda kalır. Anlatının birçok noktasında ortaçağdaki paganizm ve hristiyan mitlerine dair öğelerin çarpıştırılması da sık sık yer almaktadır. Venüs’ün mağarasında erotik motiflerle başlayan öykü, Tannhauser’in zevk ve sefadan sıkılarak kendini memleketine ve geride bıraktığı Elisabeth’e dönmek zorunda hissetmesiyle yol alır. Venüs Tannhauser’e öfkelenir, ancak ne zaman isterse dönebileceğini de ekler. Elisabeth ise hala yas tutmaktadır ancak artık talipleri kapıda beklemektedir ve bunun için bir şarkı müsabakası düzenlenir. Konu aşkın özüdür. Tannhauser de bu müsabakaya katılır ancak sırası geldiğinde –bir hezeyan sonucu- övgülerini Elisabeth’e değil de tanrıça Venüs’e sunar. Böylece cemiyette kınanır ve lanetlenir, ancak Elisabeth’in araya girmesiyle kendisini aklaması için bir şans verilir Tannhauser’e. Roma’ya giden bir hacı kafilesine katılarak Papa’dan af dilemelidir. Uzun yıllarını yolda geçirir Tannhauser, Elisabeth ise yasından ölerek cennete yükselir. Papa Tannhauser’in günahının affedilemeyeceğini söyler, böylece tüm umutlar kaybolur. Venüs ise köşebaşında beklemektedir, zayıf bulduğu anda Tannhauser’i tekrar kendine alacaktır. Ancak sonunda bir ilahi müdahalesiyle Tannhauser aklanır; ne yazık ki gerçek aşkı ölmüştür. Böylece ozanın kendi de –aklanmış olarak- can verir.
Prof. Hans Peter Lehmann’ın başı çektiği ve üç perde olarak sahnelenen opera, Prof. Winfried Müller ve Sunay Muratov orkestrayı, Alessandro Cedrone ve Philip White ise koroyu yönetmesiyle icra edildi. Dekorlar ve köstümler Savaş Camgöz’e, kareografi ise Nilgün Bilsel Demireller’e ait olan opera aynı zamanda DOB’un sezon sonu prömiyeri olma özelliğini de taşıyor. Bitişiyle birlikte dakikalarca ayakta alkışlanmasıyla da eserin seyirci tarafından büyük takdir topladığını anlayabilmek mümkündü.
Birçok farklı tema ve konsept ile de canlandırılan eserin çeşitli versiyonlarını bulabilmek mümkün. Daha yoğun erotizmden daha grotesk yorumlara kadar yüzlerce farklı temsili var Tannhauser’in. Bu doğrultuda meraklılarına internette küçük bir gezintiye çıkmalarını şiddettle tavsiye ederim.