Bir Ankaralı olarak, denizi olan şehirler hep bir başka güzeldir benim için. Sabah kahvaltısından sonra kıyı boyunca yürüyüşler, vapurla karşı kıyıya geçmeler, martılarla dolu gökyüzünde denize nazır çayını yudumlayıp gün batımını seyretmeler… Çok şiirsel ve romantik konuşmuş olsam da, İzmir’e bu gidişimde hepsini yapmakla beraber, daha önce fırsat bulup da gezip göremediğim birçok yeri ziyaret etme şansı buldum. Olur da şehre yolunuz düşerse ve daha önce gitmediyseniz, siz de şehri bir İzmirli gibi keşfedin. Önce bir bisiklet kiralayın ve bacaklarınızda kuvvet bulduğunuz sürece 40 km’lik sahil şeridini turlamaya başlayın. 29 farklı bisiklet kiralama istasyonlarından saatliği 2 TL’ye kiraladığınız bisikletle Kordon’dan Mavişehir’e, Karşıyaka’ya; bütün sahil şeridini kapsayan bisiklet yolunu keşfedin. Bu şahane uygulama bütün kentlilerin gönlünü fethetmiş olacak ki; kıyı şeridi her yaştan bisikletlilerle dolu. Bisikletin bir ulaşım aracı olarak kullanıldığı belki de tek şehir olan İzmir, havaalanından başlayıp şehir merkezi ve banliyöler dahil her yere ulaşım sağlayan metro hattıyla da, geldiğim ilk anda gözümde bir Avrupa şehrini canlandırdı.
Özgürlükleri bol bir şehir İzmir. Sahil şeridi öyle bir düzenlenmiş ki, isteyen kıyısından yürüyerek, isteyen hemen yandaki koşu yolundan koşarak, isteyense bisikletiyle çıkarıyor kıyı şeridinin tadını. Bunun yanı sıra, kimse tercih etmediği sürece bir kafeye oturup da pahalı yemekler yemeye ya da içmeye zorlanmıyor, sahilin gerisindeki çim alanda istediğiniz kadar bedava oturabilirsiniz. Burada şarkı söyleyenler, gitar çalanlar, ateşli çubuklarla gösteri yapanlara bile rastlayabilirsiniz. Burayla ilgili tek rahatsız edici nokta; çimlerde oturanların sürekli olarak çitledikleri çekirdeklerin çöplerinin orta yerde bırakıp, kirliliğe sebep olmaları. Her ne kadar temizlenmeye çalışılsa da, bu kötü görüntüye henüz bir çözüm bulunamamış.
Şehri gezmeye nerden başlayalım derseniz, ben Kordon’da kaldığım için önce sahil boyunca Konak ve Alsancak Vapur İskeleleri arasında uzun bir yürüyüş yaptım. Bu güzergâhtaki Konak Pier, bir alışveriş merkezi görünümünde olmakla beraber aslında AVM’lerin o kasvetli, mağazalarla tıkış tıkış havasından oldukça uzak. Ferah koridorları ve birçok yerde denize açılan kapılarının ardındaki kafeleriyle güzel vakit geçirebileceğiniz bir durak. Sahil turunuzun ardından Saat Kulesi’nin olduğu kentin en ünlü meydanından ve sırasıyla Atatürk heykellerinin olduğu meydanlardan geçerek, şehrin tarihi kısmı olan Kemeraltı’na doğru ilerleyebilirsiniz. Kemeraltı bölgesi; dar sokaklardan, esnaf lokantalarından ve dükkânlarından oluşuyor. Yol ayrımındaki kahverengi okların her biri, sizi farklı bir tarihi bölüme yönlendiriyor. İstanbul’daki Eminönü’nü andırıyor burası biraz. Buradaki birçok handan biri olan Kızlarağası Hanı, Osmanlı döneminde tüccarların, hizmetkârlarının ve yüklü develerinin konakladığı bir yermiş. 1744’te inşa edilen han, tarihi atmosferini korumayı başarmış. İstanbul’un Mısır Çarşısı gibi bu tarihi handa da baharatlar, peynirler, kuyumcular ve balıkçıların yanı sıra, zanaatkârlar da yer almakta.
Kemeraltı’ndan başka bir ok ise, sizi Agora’ya çıkarıyor. Kazıları hala devam eden İzmir Agora’sı, milattan sonra 2.yüzyılda kurulmuş olan, Romalıların pazar yeri. Bilinen en büyük Roma Dönemi Bazilikası olma özelliğine sahip kentin; avluları, bodrum katı ve bir zamanlar şehrin suyunu taşıyan su kanalları ortaya çıkarılmış. Belli bir kısmı ise hala restorasyon ve kazı çalışmalarıyla düzenlenmeye çalışılıyor.
Agora’dan Kadifekale’ye gitmek üzere bindiğimiz taksinin şoförü, turistleri genelde gezdirdiği güzergâh boyunca eşlik ediyor bize. Kadifekale, milattan önce 4.yüzyılda kurulan eski İzmir’i (Smyrna) ve hatta bütün körfezi kuşbakışı görebileceğiniz 186 metre yükseklikteki bir tepe üzerine kurulmuş bir kale. Büyük İskender‘in generallerinden Lysmachos tarafından yaptırılan kalede halen bu döneme ait kalıntılara rastlanmakla birlikte Bizans, Helen, Roma ve Osmanlı dönemine ait kalıntılar da bulunuyor. Tepeye çıktığımızda bizi karşılayan manzara gerçekten de görmeye değer. Bir tarafta alabildiğine denizi ve körfezi görürken, diğer bir tarafta ise dağların eteğindeki Atatürk oymasını görebilirsiniz.
Rota üzerindeki bir başka nokta ise; yine şehri kuşbakışı görmenizi sağlayan, aynı zamanda da bir ulaşım aracı olarak kullanılan bir asansör. Asansör deyince farklı bir şey düşünmeyin, çünkü bu tam da bildiğimiz gibi sıradan bir asansör, fakat sadece sıfırıncı ve birinci katları var. Sıfırıncı kattan bindiğiniz asansör, Dario Moreno’nun Canım İzmir şarkısı eşliğinde sizi tepeye çıkarıyor. 155 basamak merdiven tırmanılarak ulaşılabilen Halilrıfat Paşa Caddesi’ne çıkışı kolaylaştırmak için 1907 yılında Musevi iş adamı Levi Bayrakoğlu tarafından inşa ettirilen Asansör, bugün turistik bir mekan haline gelmiş. Kimileri yukarıdaki kafede oturup manzarayı seyretmek için binerken, kimileri de evine gitmek için kullanıyor bu asansörü. Asansörün bulunduğu sokağa Dario Moreno Sokağı denmiş.. Yahudi asıllı bir Türk olan Moreno Aydın’da doğmuş, daha sonra ise İzmir’e yerleşmiş. Müzik ile içli dışlı olan Moreno, Marmara Gazinosu, İzmir Palas gibi yerlerde sahneye çıkarak parlamış ve İzmirli bir şarkıcı olmuş. Aynı zamanda sinema filmlerinde de oynayan Moreno, İzmir için Canım İzmir’i bestelemiş. Ömrünü geçirdiği ve çok sevdiği İzmir’de yaşadığı sokak da onun adını almış. Bu şirin sokakta şimdilerde küçük kafeler var.
Vasiyeti:
“İzmir, tatlı ve sevgili şehrim.
bir gün şayet senden uzakta ölürsem; beni sana getirsinler.
fakat; mezarıma götürürken öldü demesinler, uyuyor desinler koynunda tatlı İzmir’im.”
Bu kadar yürüyüş ve gezmenin sonunda acıkanlar bir tatlı yemek ya da güzel bir bergamotlu çay içmek için soluğu İzmir’in ünlü ve eski pastanelerinden Sevinç ya da Reyhan Pastaneleri’nde alabilir. Reyhan Pastanesi; kesinlikle ününü hak etmiş, tatlıları tek kelimeyle şahane olan bir pastane. Masamızda oturan İzmirli bir bey, pastanenin müdavimlerinden belli ki, başlıyor kenti anlatmaya. İzmir’i her şeyiyle bir de ondan dinliyoruz. En sonunda ise, gelmişken Ege mutfağının leziz mezelerinden tatmadan gitmeyelim diye; bizi İzmirlilerin çok sevdiği, ünlü bir balıkçıya yönlendiriyor. Balık restoranlarına “Balık Pişiricisi” deniyor. Bize önerdiği “Balık Pişiricisi Veli Usta”nın İzmir’in birçok yerinde şubeleri var. Deniz börülcesi, şakşukanın yanı sıra; farklı mezeler denemek adına Girit ezmesi ve şevketi bostanı seçiyorum. İlk defa yediğim şevketibostan, dış görünüşüne rağmen oldukça lezzetli. Girit Ezmesi ise, zengin peynir çeşitleriyle yapılmış şahane bir Girit mezesi. Ana yemek olarak yediğimiz dil şiş ve ikram olarak gelen balık kokoreç dahil; leziz bir akşam yemeği için kesinlikle tercih edilir Veli Usta.
İzmir’e, vapura binip de Karşıyaka’ya geçmeden veda etmeyin. Vapur yolculuğunun keyfi, her zaman için bir başkadır. Öyle ki bazı yolcular; Kordon’dan binip Karşıyaka’ya giden vapurdan hiç inmeden bindikleri yere geri gelerek 20 dakikalık bir vapur turu bile yapıyorlar. Üstelik bir de, Karşıyaka’nın sahil şeridinde yürümek isteyebilirsiniz.
Kısa bir sürede yapmayı tercih edebilecekleriniz işte bunlar. Bir daha gitsem, eminim ki bu sefer de uzun ve bambaşka bir yazı çıkar ortaya. Dario Moreno’nun dediği gibi “tatlı ve sevgili İzmir” gezmekle bitmez…