Akdeniz’in parlayan mücevheri, rengârenk, cıvıl cıvıl bir Katalan şehri olan Barselona, ziyaretçilerinin ayağını yerden kesip kaldıkları süre boyunca onları başka bir aleme götürmeyi vaat ediyor. Onu birçok Avrupa şehrinden ayıran yanı herkesin aradığından bir parça bulabileceği, iç içe geçmiş ama kesinlikle iğreti durmayan bir yapbozun parçalarının bir araya gelmesinden oluşmuş yapısı.
Kentin en hareketli caddesi La Rambla’da cadde boyunca dizilmiş çiçekçiler, sokak çalgıcıları ve çizimlerine odaklanmış karikatüristler eşliğinde bir tur attıktan sonra sağdaki bir ara cadde, sizi 1928 yılında inşa edilmiş görkemli Gotik Barselona Katedrali’ne ulaştırabilir. Bir başka ara cadde ise sizi en ünlü İspanyol markalarıyla dolu bir alışveriş caddesine çıkarırken La Rambla’yı sonuna kadar yürüdüğünüz zaman hafif hafif gelen deniz esintisiyle işlek bir meydana ve ardından Port Vell’e çıkabilirsiniz. Denizle bütünleşmiş bir alışveriş merkezi olan Maremagnum’u, liman boyunca dizilmiş birçok gemiyi ve denize nazır tapas ve deniz ürünleri restoranlarını geçerek sahil boyu yürüdüğünüzde ise bir anda şehrin farklı bir çehresiyle karşılaşacaksınız. Tarihi ve resmi binalarıyla, yoğun işlek caddeleriyle size kendini tanıtmış şehir, Port Vell’i Barcelonata’ya bağlayan noktada inanılmaz bir değişime uğrayarak, altın kumlar, tıklım tıklım plajlar ve bangır bangır çalan İspanyol müzikleriyle bir tatil cennetine dönüşüyor.Plajlarıyla ünlü Barcelonata’yı geçtikten sonra kentin yeni sayılabilecek kısımlarından Port Olimpic de bu imajı bozmayarak güneşin ve denizin tadını çıkarmak isteyenlerle dolup taşıyor.
Sahil kısmından uzaklaşıp kuzeye doğru gittiğinizdeyse ünlü mimar Gaudi’nin eşsiz dünyasıyla tanışıyorsunuz. Joan Miro ve Picasso da sokaklarda ruhu dolaşan sanatçılardan. Sanat, mimari, tarih, deniz, kum, güneş, alışverişten oluşan yapbozun bütün parçaları birleştiği zaman, yılda 8 milyondan fazla turistin akın ettiği bir Barselona çıkıyor karşımıza.
Haziran sonunda 27-30 derece arasında değişen bir hava sıcaklığıyla karşılıyor bizi Barselona. Her ulustan ziyaretçilerin olduğu, bütün ulaşım hatlarının birleştiği, hareketli Palça de Catalunya meydanına oldukça yakın konumlanmış birçok hostelden birinde kalıyoruz. Bu meydanın dört bir yanından uzanan büyük caddelerden herhangi birine girip kentin havasını solumaya başlayabilirsiniz. 1.2 kmlik La Rambla Caddesi birçok turistin başlangıç noktası ve gerçekten de çiçek satıcıları, sokak çalgıcılarıyla cıvıl cıvıl bir atmosfere sahip. Bari Gotic olarak adlandırılan bu bölge bir zamanlar Barcino adlı küçük bir Roma kenti olan Barselona’dan izler taşıyor. 13. yüzyılda inşa edilen Barselona Katedrali’ni, 19. yüzyıldan kalma yapıların zarafetiyle göz kamaştıran ve her köşe başında sangria (şaraptan oluşan bir İspanyol içkisi) içilen kafeleriyle Palça Reial’i gördükten sonra La Ribera’ya doğru yürüyerek Museu Picasso’yu görmeniz mümkün. Akşam yemeği için her ne kadar diğer restoranlara göre biraz daha pahalı olsalar da La Rambla üzerinde bir yerde köken itibariyle Valencia’ya ait, tipik bir İspanyol yemeği olan Paella’yı tadabilirsiniz. Pirinç ve safrandan oluşan yemek deniz ürünleri, sebzeler ve etlerle zenginleştirilerek oldukça lezzetli bir hale geliyor.
Yavaş yavaş sizin de yerlilerin rahat, dertsiz, tasasız hallerine bürünmeye başladığınız ve bitmeyen bir festivalin içindeymişsiniz hissine alıştığınız ilk günden sonra artık Gaudi ile tanışmaya hazırsınız. Eixample bölgesinde yer alan mimari şaheserlerini görmek için metronun Passeig de Gracia durağında inin ve bu lüks mağazalarla donatılmış alışveriş caddesini boydan boya geçin. İlk durağınız karnaval maskeleri biçimde yontulmuş balkonları, bir ejderha sırtı şeklindeki çatısıyla Casa Batllo olacaktır. Aynı cadde üzerinde biraz daha ilerlediğinizde ise dalgalı, fantastik tasarımıyla ön plana çıkan Gaudi’nin en önemli eserlerinden biri olan La Pedrera’yı görürsünüz. Gaudi bütün hayatını Sagrada Familia’ya adamadan önce son şaheseri olarak bu apartman bloğunu tasarlamıştı. Harika Eixample manzarası ve fantastik ögelerle çatısı dahil olmak üzere eserin büyük bir kısmı ve bir dairesi ziyaretçilere açık.
La Pedrera’dan sonraki durak dillere destan Sagrada Familia. Bilet almak için beklenen uzun kuyruklarıyla ünlü olduğu için önceden internetten bilet alınması tavsiye edilen, inanılmaz derecede görkemli kilisenin inşaatı 132 yıldır sürüyor ve 2026 yılında bitmesi planlanıyor. Gaudi 1926 yılında yaşamını adadığı bu kilisenin yakınında caddede karşıdan karşıya geçerken hayatını kaybettiğinden beri mimarlar ve heykeltıraşlar onun çizgisinde Gaudi’nin hayalini bitirmeye çalışıyorlar. Onun mimari şaheserleriyle çevrili bu şehirde Gaudi’yi daha yakından tanımak istememek elde değil. Onunla ilgili öğrendiğimiz en ilgi çekici bilgi ise Modernista akımının öncüsü bu mimarın eserlerinde tamamen doğadaki şekillerden yararlanması. Kafanızı kaldırıp baktığınızda La Pedrera’nın tavanının bir yılan silüetinden esinlenerek yapıldığını görüyorsunuz. Gaudi bunun gibi daha birçok eserinde hayvanların anatomik yapısından ve doğal figürlerden yararlanmış. Şehir merkezinin biraz daha dışında bulunan Parc Güell de seramik parçalarının bir araya getirilmesiyle oluşmuş mozaiklerle kaplı yapılardan ve hayvan figürlerinden oluşuyor.
Bir başka gün için ise planınız, Ortaçağ’da burada yer alan bir Yahudi Mezarlığından ötürü Yahudi Tepesi olarak adlandırılan deniz seviyesinden 213 metre yükseklikte Montjuic parkını gezmek olabilir. Park yemyeşil, ağaçlık yolları ile uzun yürüyüşler ve bisiklet sürmek için harika bir yer. Girişte bulunan görkemli Palau Nacional’ın yanında bulunan müze Avrupa’nın en etkileyici Romanesk sanat koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor. Parkta ayrıca Joan Miro’nun hayatı boyunca ürettiği 11 bin eserin birçoğunun bağışlandığı bir müze de bulunmakta. İspanya İç Savaşı sırasında siyasi hükümlülerin tutulduğu bir hapishane ve işkence evi olan Castell de Montjuic’deki nefes kesici manzarayı görmek içinse teleferiğe binmeniz gerekiyor. Başka bir teleferik seferi de buradan kalkarak deniz üzerinden geçip Barcelonata’ya ulaşıyor. Deniz üzerinde teleferikteki harika manzara eşliğinde yaptığınız yolculuğun ardından soluğu plajda alarak günün geri kalanını burada geçirebilirsiniz. Akşam yemek yemek ve vakit geçirmek için liman boyunca sınırsız seçenek var. Bir başka seçenek de benim yaptığım gibi her gece farklı tapaslar denemek olabilir. Port Vell’de ve Maremagnum’da oldukça lezzetli tapas barlar bulunmakta.
Şehrin ışıltısı ve canlılığı gece de hız kaybetmiyor. La Rambla günün her saati olduğu gibi gece de çok kalabalık. Elinizde dondurmanız, akşam yemeği üstüne bu caddeyi bir kez de gece turlayın.
Deniz havasını daha çok içine çekmek isteyenler için Port Vell’den neredeyse saat başı kalkan tekneler liman boyunca size tur attırıyorlar. Bu turun ardından Gracia semtinden bineceğiniz mavi küçük bir tramvayla Tibidabo’ya gidebilirsiniz. Şehirde hayal kırıklığına uğradığımız tek yer finikülerle çıkılan dağın eteğine kurulmuş lunapark oluyor. Parc d’Atraccions del Tibidabo maalesef beklentilerimizi karşılamıyor ama İngiliz mimar Norman Foster tarafından tasarlanan, 12 çelik kabloyla sabitlenmiş, deniz seviyesinden 560 m yükseğe çıkan camlı asansördeki manzara görülmeye değer. Katalanya mutfağına özgü lezzetli yemekler bulabileceğiniz Palça Doctor Andreu’da yemek yedikten sonra mavi tramvayla aşağı inebilirsiniz. Efsane futbol takımı Barcelona’nın evi Camp Nou da bu bölgeye oldukça yakın. Futbol tutkunlarıyla dolu Camp Nou’da stadyumu, soyunma odalarını, basın toplantılarının yapıldığı salonları, maçların anlatıldığı bölümleri dahil görebildiğiniz ve Katalan takımının aldığı bütün kupların bulunduğu bir müzenin de dahil olduğu tura katılabilirsiniz. Orijinal formaların, spor kıyafetlerinin, üzerinde FC Barcelona amblemli her türlü eşyanın bulunduğu mağazayı da gezerek turunuzu noktalayabilirsiniz.
Başlıca mutlaka görülmesi gerekenlerin yanı sıra her gelişinizde farklı bir şeyler keşfedebileceğiniz bir şehir Barcelona. Yemyeşil tepelerle çevrelenmiş şirin kasaba Girona, 14.yüzyıl tarihli bir Ortaçağ kasabası Begur ve geniş plajları, sığ sularıyla kozmopolit kasaba Sitges de civardaki görülesi yerlerden. Barcelona’yla bir dahaki buluşmamıza sakladığım bu yerlerden birine eğer vaktiniz olursa bir gününüzü ayırabilirsiniz. Bu şehrin rahat havasını soluyun, plajlarında kendinizi denize bırakın, mimarisiyle gözünüzü doyurun. Yolunuz düşerse mutlaka gezin görün. Geçirdiğiniz birkaç günün sonunda emin olun ki kalbinizi kazanmayı başaracak.