-Hasta mı?
-Daha kötü, umutsuz.
Hiç içinde olmadığınız bir dünyayı hayal ettiniz mi? Silinip gittiğinizi, size ait geçmiş diye bir şeyin olmadığını, yaptığınız bütün şeylerin ve bütün izlerinizin ortadan kaybolduğunu hayal edin. Yaptığınız bütün iyilikler uçup gitmiş, dostluklarınız yok olmuş, en büyük aşklarınız hiç yaşanmamış… Size ait bir küçük toz dahi yok dünyada!
George Bailey yaşamaktan bıktığı bir anda, intihar edecekken bir melek tarafından kurtarılır. Melekten tek bir ricada bulunur: dünyaya hiç gelmemiş olmak. George, onsuz bir yaşantının yıkım olduğunu görür. İşte Şahane Hayat, böyle başlar.
Frank Capra’nın yönetmenliğinde, 1946 yılında vizyona giren Şahane Hayat (It’s a Wonderful Life), Amerikan toplumu tarafından ilginç bir biçimde yılbaşı akşamlarının vazgeçilmez filmi olarak izlenegelmiştir. İlginçliğini, güzel bir yaşam dersi verdiği sanılmasına rağmen karanlık bir düzlemde çekilmesine borçlu olan film, aynı zamanda birbirine zıt dünyaları ve kavramları çatıştırır. Filmin vermek istediği mesajlar başta bu çatışmalara dayanıyor olsa da, bazı noktalarda Frank Capra’nın, bariz çelişkilere göz kırptırdığı da aşikârdır.
Gerek mekân değişimdeki karşıt ikizlerin çatışması, gerek karakterlerin özde birbirlerine zıt konumlandırılmaları filmin aslında bazı kalıplar etrafında döndüğünü ve bu kalıpların yer yer övüldüğünü gösterir. Herkesin az çok aşina olduğu Amerikan Rüyası (İngilizcesiyle American Dream) kavramı kendini bu filmde gösterir. Çalışmayla, fikir üretmeyle, toplumun koyduğu kurallara uyarak yaşamayla insanların refaha ulaşabileceğinin tezidir Amerikan Rüyası.
İyi değerlendirilmiş bir insanın yaşamının aslında ne kadar kutsal olduğunu ve diğer insanlar üzerinde ne denli büyük etkilere sahip olduğunu gösterir bu film. Böylelikle yaşamın kıymetini göstermeyi hedefler. İnsana yaşamayı ve yaşatmayı öğütler.
Filmin profesyonelliği ise verdiği mesajın üzerine oturtulduğu denklemler ve zıtlıklardan kaynaklanır.
Karşıtların Çatışması-1: George Bailey ve Mr. Potter
Filmin ana karakteri olan George Bailey’i dönemin efsane yıldızı James Stewart canlandırır. Bailey bir fedakarlık timsalidir. Küçük kasabasının gelişmesi için büyük şehirde yaşama isteğinden vazgeçer. Babasının kurduğu, kasabanın iyiliği için çalışan şirketlerinin hayatta kalabilmesi için dünya seyahatinden vazgeçer. Yine o şirketin hayatta kalabilmesi ve o şirkete para yatıran insanların kendilerini iyi hissedebilmesi için kendi balayından vazgeçer. Kardeşinin üniversiteye gidebilmesi için kendi üniversite hayallerinden vazgeçer. George Bailey, karşımıza “vazgeçme”nin ve fedakarlığın övgüsü olarak çıkarılmıştır.
Amerikan burjuvasının tamamen “kötü” olmadığının da ispatıdır George Bailey. George, kasaba insanlarının kendi evlerinin sahipleri olmaları için sürekli uğraşır. İnsanların, finansal açıdan zor duruma düşüp kendilerini kasabanın kötü kapitalisti, tefecisi hatta deyim yerindeyse ağası, Mr. Potter’ın kucağında bulmalarına engel olmaya çalışır. İşte Mr. Potter ile aralarındaki tartışma da buradan başlar.
Mr. Potter, tipik “Türk Ağası”nın Amerikalı versiyonudur diyebiliriz. Halkın belini doğrultmasına izin vermez. Onları ağır faizlerle ve yükümlülüklerle ezer. Kasabanın gayrimenkullerinin de hemen hemen hepsi ona ait olduğundan ötürü insanların çoğu onun evlerinde kiracıdır, bu yüzden ona muhtaçtırlar. Mr. Potter, kasabada tahakküm kuramadığı ve bu yüzden insanların umut kapısı olmuş The Bailey Building & Loan isimli firmaya düşman kesilmiştir ve onun faaliyetlerini durdurmak için elinden geleni yapar, lakin başarılı olamaz. İşte bu çatışmanın diğer tarafında olan Mr. Potter, filmin kötü karakteridir.
George Bailey ile Mr. Potter arasındaki çatışma sadece bu düzlemde de kalmaz. Amerikan muhafazakar sinemasının her daim kutsadığı ve toplumun devamı için elzem olan aile kurumu da iki karakter arasındaki çatışmanın bir yüzüdür. Aile babalarının her daim övüldüğü, gerçek erkek olarak görüldüğü Amerikan sinemasında, George Bailey oturaklı ve saygıdeğer bir figürdür. Çünkü bir aile kurmuş, kendisi tamamlamış ve topluma karşı görevini yerine getirmiştir. (Dikkat! Bu oturaklı aile babası ideal erkeği temsil etmez.) Fakat Mr. Potter bir aile babası değildir. Bu, her ne kadar çok zengin olsa da, onun toplum nezdinde tam sayılmadığını gösterir. Aynı zamanda George Bailey’nin aksine onun hiç arkadaşı yoktur ve uşağından başka kimsesi bulunmamaktadır.
Karşıtların Çatışması-2: Mary’in Karşısında Violet
Mary, ideal kadındır. İyi bir eşi, çocukları ve büyük bir evi olsun ister. O, bir eş ve annedir. Ailesine ve evine karşı büyük bir sevgi ve merhametle bağlıdır. Çocukları için her şeyi yapar, her şeye katlanır. Filmlerde görmeye alıştığımız örnek ve tipik Amerikan ailesinin annesidir. Aslında o, toplumda aranan kadın figürünün izdüşümüdür. George Bailey ile evliliğinden sonra ona her daim destek olmuş, zor zamanlarda George’a büyük psikolojik destek vermiştir.
Mary Bailey’nin aksine, Violet; herkesle bir ilişkisi bulunmuş, tabiri caizse, kasaba aşüftesidir. George Bailey’i elde etmeye çalışır. Violet, yine Amerikan sinemasının tipik figürlerinden olan aşk kadınıdır. Aile kurmak için uğraşmaz, gönlünün koştuğu yere gider. Aklı ile değil kalbi ile hareket eder. O yüzden ideal kadın değildir.
Burada, dünyanın iğrenç bir yüzü de gösterilir. Filmimizin geçtiği küçük kasaba Bedford Falls’ın erkekleri, Violet ile aşk yaşayıp keyif sürmek isterler. Fakat, hiç biri onunla evlenmek istemez. O evlenilecek değil, eğlenilecek kadındır. Bu da dünya üzerindeki insan iki yüzlülüğüne bir örnektir.
Karşıtların Çatışması-3: George Bailey ve Kardeşi Henry
Ailecek hareketli, yetenekli ve girişimci olan Baileylerin hepsini ilk defa bir masa etrafında yemekte görürüz. Fakat, Henry o sahnede dahi hareketli ve haşarıdır. Hepsini ilk defa bir arada gördüğümüz bu sahne bile aslında çok şey anlatır bize.
Yemeğin akşamında lise mezuniyet balosuna gidecek olan Henry, çok heyecanlıdır. Yaşam enerjisiyle doludur. Daha o sahneden, geleceğinin parlak ve gurur dolu geçeceğini anlarız.
George Bailey, hayatın ona bir şekilde attığı çelmelerin toplamı olarak, bir aile babasına dönüşür. Sağlıklı bir toplumun temel taşıdır. Fakat, ideal erkek o değil, Henry’dir. Amerikan sinemasının ideal erkeği, esas oğlanı, süper kahramanı bir aile babası değil, maceracı, uçarı ve her ne pahasına olursa olsun hayallerinin peşinden koşan insandır.
Henry, genetiğin de etkisiyle, birçok tebrik edilesi aktiviteyle uğraşır. Ağabeyinin aksine üniversite okur, büyük şehirde yaşar, lüks ve eğlenceli bir hayat sürer, savaşa gider, kahraman olur, dünyayı gezer. Bütün bunlar aynı zamanda George’un da hayalleridir ama bunları ununu elemiş eleğini asmış bir aile babası değil, tabi ki, kabına sığmaz bir adam yapacaktır.
Şahane Hayat, bir Amerikan klasiğidir. Film, bir dönemin özeti olmakla beraber birçok mesajı bünyesinde barındırmasıyla bizlere çok şey anlatır. Yukarıda üç maddeyle anlatmaya çalıştığım filmin içine konuşlandırıldığı çatışmaların yanında, bizlere arkaplandan göz kırpan birçok çelişki de vardır.
Çelişki-1: Bedford Falls ve Pottersville
Bedford Falls, George Bailey’nin bireysel çabalarıyla güzel tuttuğu bir memlekettir. Pottersville ise, George Bailey’nin yaşamadığı dünyada Mr. Potter’ın tahakkümü altında ezilen bir dünyadır. Bedford Falls, aileler için yaşanabilir, düzenli ve insana değer verilen bir kasaba iken onun karşıtı Pottersville ise sokaklarından suçun kol gezdiği, insan onurunun ve ahlakının daima çiğnendiği bir düzlemdir.
Bedford Falls’ta insanlar kendi ekonomik hayatlarını idame ettirebilmektelerdir. Üstelik The Bailey Building & Loans firması da onlara düşük faizli konut krediler sağlamaktadır, böylelikle insanlar kendi evlerine sahip olurlarken Mr. Potter’ın kira yükünden kurtulmuş olurlar. Pottersville’de ise her şey Mr.Potter’ın kontrolü altındadır. Kasabaya kendi ismini vermiştir. Gayrimenkullerin hemen hepsi ona aittir.
Bedford Falls, bir aile için ideal bir kasabadır. Çocuklar için yaşam alanı, insanların ailecek zaman geçirebileceği yerler… Pottersville ise kumarhanelerin ve genelevlerin şehridir. Başlı başına bir bataktır.
Bu durumda insan, Bedford Falls’ın daha çekici olduğunu düşünebilir. Fakat filmde kasabanın ana caddesinin gösterildiği ve Violet’in tutuklandığı sekansta görürüz ki Pottersville daha eğlenceli bir şehirdir. Her ne kadar iğrenç yaşıyor olsalar da insanlar güler, eğlenirler; görünüşte dertsiz bir hayat sürmektedirler. Bedford Falls’ın insanları ise dertli ve hüzünlüdürler. Günlük yaşamlarının telaşesi onları çok meşgul etmektedir, hayatın keyfini çıkaramamaktadırlar.
Burada gözlemlediğimiz ikilem; huzurlu, düzenli ve çok keyifli olmayan bir hayatla pejmürde, düzensiz fakat zevkli bir hayatın karşı karşıya kalmasıyla oluşuyor. Günahkâr bir yaşantının tatlı yüzüyle, erdemli bir yaşantının soğuk yüzünün çarpışması… Tabii ki George Bailey’in yaptığı seçim bizi şaşırtmayacaktır.
Çelişki-2: İdeal Kadın ve İdeal Erkek
Dünyada güncel tartışma konularından biri olan ve içinden birçok kadın hareketi çıkaran “kadının toplumdaki yeri” sorunu, 1946 yılında Frank Capra tarafından önümüze sunulmuş aslında. Film, bize çok da çaktırmadan bu sorunu işaret ediyor ve kadın-erkek eşitsizliğinin toplumun algılarında nasıl yer bulduğunu yansıtıyor.
Yukarıda da dediğim gibi, George Bailey’in eşi Mary, ideal kadını temsil eder. Dürüst, ailesine bağlı, ahlaklı ve oturaklı, nerede ne diyeceğini bilen, çocuklarına düşkün bir hanımefendidir Mary. İdealin dışında kalan kadın portresi ise Violet’tir. Hafif meşrep, zevkine düşkün…
Erkek açısından bakacak olursak da, bütün Hollywood sinemasında gördüğümüz gibi ideal erkek bir kahraman olmalıdır. Sınırları zorlamaları, bir şeyleri değiştirmeli, insanların gözünde yüce olmalıdır. Bu bakımdan bir aile babası olan George Bailey bir ideal erkek değildir. O, oturaklı bir aile babası, çevresinden saygı gören fakat her hangi büyük bir aksiyon sergileyememiş birisidir.
Bu noktada Capra’nın gösterdiği şey şu: toplumdaki ideal kadın ve ideal erkek algıları arasında uçurumlar var ve ikisinin başına kondurulmuş ideal kelimesi herhangi bir ortaklık göstermemekte. Yani Şahane Hayat’ta izlediğimiz şey biraz da toplumsal ayrımcılıklar ve tabular.
Kaynakça:
Wood, Robin. “Ideology, Genre, Auteur.” Film Theory and Criticism : 668-678
It’s a Wonderful Life. Dir. Frank Capra. Perf. James Stewart. 1946