Aidiyet. Hepimizin yazgısı. Nefes aldığımız sürece hissedeceğimiz, belki de hissetmek zorunda bırakılacağımız; belirli zamanlarla, belirli mekânlarla -o zaman ve mekânların belirlediği biçimde -ilişkili olma durumu. Yaptığın işe, yaşadığın şehre, ailene, ülkene, toplumuna ayak uydurma. Hepimizin -öyle ya da böyle- doğduğumuz andan itibaren yapmakta olduğumuz ortak şey bu aslında.

aidiyetsorunu

Lois Lowry’den Seçilmiş Kişi ve Hermann Hesse’den Doğu Yolculuğu bireyin, içinde bulunduğu topluma aidiyetini sorgulayan, aynı zamanda okuruna da sorgulatan iki roman ve birçok noktada paralellik gösteriyor.

Öncelikle iki romanda da, üyelerini kendisine sıkı sıkıya bağlamış ve kusursuz işleyen sistemler mevcut. Seçilmiş Kişi’de bu sistem bir toplum yapısı olarak çıkıyor karşımıza. İnsanların belirli renkleri görmelerine, belirli duyguları hissetmelerine izin veren; mesleklerine, eşlerine ve hatta “serbest bırakılma” adı altında ölümlerine karar veren bir toplum yapısı. Doğu Yolculuğu’nda ise var olan sistem, kurulu bir“Cemiyet”. Üyelerini yeminle kabul eden, Cemiyet sırlarıyla ilgili her türlü ifşayı yasaklayan,”tüm yüzyıllar boyunca yolda olmayı öngören” bir topluluk.

Romanların ikinci ortak noktası ise; ana karakterlerin iki eserde de mevcut sisteme aidiyetlerini sorgulaması ve sistemin dışına çıkması. Seçilmiş Kişi’nin ana karakteri Jonas 12 yaşına geldiğinde mesleği, içinde bulunduğu toplum tarafından “hatıra toplayıcılığı” olarak belirlenir. Jonas’ın içinde yaşadığı toplumda tekdüzelik hâkimdir ve bu sebepten ötürü bu toplum acıya, savaşa ve duygulara ait hatıralarını terk etmiştir. Bu hatıraların tamamen yok olması mümkün olmadığı için de; toplumun aynı hatalara yeniden düşmesini engelleme adına, hatıra toplayıcısı olarak seçilen kişi tüm bu hatıraları toplamalı ve kendi içinde tutmalıdır. Ona uygun görülen bu mesleği yapmaya başladıkça, Jonas bir farkındalık sürecine girer. Diğerlerinin görmediklerini görebildiği; hissedemediklerini hissedebildiği için; toplumunu bu tekdüzelikten kurtarmayı ister. Jonas, bir parçası olduğu bu toplumun en güçlü ve en otoriter bireyi olan seçilmiş kişi ile iş birliği yapar ve “başka yer”e kaçma planları kurar. Henüz küçük bir çocuk olan Gabriel’in ertesi gün toplumdan “serbest bırakılacağı” haberini alan Jonas; onun ölümünü beklemeye göz yumamaz ve Gabriel’i de yanına alarak “başka yer”e doğru sonu bilinmeyen bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk Jonas’ın topluma olan aidiyetine son verişidir.

tekdüzelik

Doğu Yolculuğu romanında ise H.H isimli ana karakter, sonu olmayan “Doğu Yolculuğu”na çıkmaya hak kazanacak kadar sadık bir Cemiyet üyesidir. H.H için Doğu; “salt bir ülke ya da coğrafi bir şey değil, ruhun yurdu ve gençliğidir, hem her yerdir hem de hiçbir yer, tüm zamanların tek vücut olmasıdır”. Büyük bir arzuyla çıkılan bu yolculukta, H.H bir süre sonra Hizmetkâr Leo’nun kaybolmasının ardından Cemiyet birliğinin bozulduğu fikriyle Cemiyet’ten kopar ve Doğu Yolculuğu’nu tamamlayamadan, kendini Cemiyet’in dışında bir hayat yaşarken bulur.

Romanların farklılaştığı nokta ise; aidiyetlerini sonlandıran bu iki karakterin -Jonas ve H.H- sonuç olarak nereye vardıklarıdır. “Başka yere” doğru hareket eden Jonas’ın, o yere varıp varmadığı hakkında romanda hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Fakat H.H karakteri; Cemiyet’ten ayrıldıktan sonra Cemiyet’in yok olduğunu düşünür ve Cemiyet üzerine bir kitap yazabilmek için yıllar boyu ondan arda kalan en küçük bir iz peşinde koşar. Bu arayışın ardından Hizmetkâr Leo, H.H’nin karşısına yıllar sonra Başkan Leo olarak çıkar. H.H, başarısızlığa uğradığını düşündüğü Doğu Yolculuğu’nun aslında devam ettiğini ve Cemiyet’in hala varlığını sürdürdüğünü görür ve Cemiyet’ten kopma hatasını kendisinin yaptığını kabul ederek yeniden Cemiyet’e geri döner.

doğuyolculuğu

H.H göz önüne alındığı zaman akla tek soru geliyor: Jonas da içinde yaşadığı topluma geri dönmüş müdür öyleyse? Daha genel düşünecek olursak; eğer biz de bir gün ait olmaktan sıkıldığımız mekânlara, toplumlara sırtımızı dönme cesaretinde bulunacak olursak, sonumuz böyle mi olacak yani? Sonunda yanılgıya düşen biz mi olacağız? O hep gitmek istenilen, akıllarda hep var olan “başka yerler” aslında yok mu?

Leave a Reply

3 comments

  1. Burak C.

    Yazarı tebrik ediyorum. Çok güzel bir yazı olmuş, bir solukta okudum hatta hızımı alamadım filmini de izledim.

  2. İrem Abul

    Çok etkileyici bir yazı, ilginç bir analiz olmuş. Özellikle o son paragraf tüylerimi diken diken eden kısım oldu. Kalemine sağlık Sete.

  3. Setenay Kaya

    Beğenmene çok sevindim, çok teşekkür ederim İrem :)