Asırlar Sonra Sesini Kazanan Kadın: Lavinia

Truvalı Helen’i hepimiz biliriz. Lepiska saçlı güzel kadın, erkekleri birbirine düşürür; savaşlar çıkar, şehirler yakılır, yiğïtler ölür… Uzaktan bakınca birkaç şeyden çok eminsinizdir: İlk olarak, her şeyden Helen ve güzelliği sorumludur. İkincisi, tüm bu efsaneler, destanlar da Helen üzerine kuruludur, en nihayetinde ana karakter de o olmalıdır. Okudukça, araştırdıkça gerçeklerin farkında varırsınız. Boğazların hakimiyeti üzerine çıkmış bir savaş, sarayda hapis bir kadının üzerine yıkılmıştır. Hikayenin filmlere, popüler kültüre olan yansımasını düşündüğümüzde, Helen’in İlyada Destanı’nda vazgeçilmez bir yeri olduğu fikrine kapılabilirsiniz. Ne yazık ki destan, Truva Savaşı’nın ve Akhilleus’un destanıdır ve Helen hem bu ikisinin, hem de kendi fiziksel güzelliğinin gölgesinde kalmaktan kurtulamamıştır. Kadınları toplumsal zihnimizde nereye koyduğumuzu en iyi antik destanlar gösteriyor demek ki. Sesi olmayan kadınlar. Tarihe, yalnızca onlar yüzünden erkeklerin başlarına gelenlerle yansıyan kadınlar. Haklarında verilen tek detay saçları, gözleri, kaşları olan yarı hayalet, yarı ölümsüz kadınlar.

Film, kitap gibi kurgu ürünlerinin ne kadar cinsiyetçi olduğunu araştıran bir ölçek var. “Bechdel testi” denen bu ölçek oldukça basit üç sorudan oluşuyor: Kurguda en az iki kadın var mı? Bu kadınlar birbirleriyle bir kez olsun konuşuyor mu? Konuşmanın konusu erkeklerden başka bir şey mi? Sanırım tüm antik Batı destanları bu ölçekle değerlendirildiğinde sınıfta kalıyor.

Lavinia

Kariyeri boyunca fantastik ve bilim kurgu dallarında kadınların da sesi olduğunu ispatlayan Ursula K. LeGuin de destanlardaki hayalet kadınları fark etmiş ve o kadınlardan en güçlüsüne hikayeyi bir de kendi açısından anlatma şansı vermiş, kitabı Lavinia’da. Lavinia, Vergilius’un epik şiiri “Aeneas”ın son altı cildinde Aeneas’ın eşi olarak geçen yüzeysel bir karakter. Yüzeyselliği ise Vergilius’un ona bıraktığı hareket alanının darlığından kaynaklanıyor. Ursula LeGuin, Lavinia’ya yeni bir boyut açıyor, bunu yaparken de antik dünyanın bizim sık sık yüzleşmediğimiz dişi yönünü ortaya koyuyor. Dikkatimizi, savaş meydanında mızraklarıyla dövüşen bir grup erkekten; evde tanrılara ateş yakan, halı dokuyan, şarkılar söyleyen, tuz yatağına inip çuval çuval tuz alan, ırmakta topluca güle oynaya yıkanan kadınlara çeviriyor. Sahi, meydanlarda erkekler birbirine mızrak atıyorken, surların içinde bekleyen kadınların ne yaptığını neden yazmaz destanlar?

Vergilius’un Lavinia’yı anlattığı satırlar bu soruya bir yanıt vermiyor, ama yanıtın arkasındaki düşünce yapısını çok net özetliyor: “Bir kız, bir kral kızı, evlenecek yaşa gelmiş bir bakire, iffetli, sessiz, itaatkâr, bir erkeğin iradesine baharda sürülmeye hazır bir tarla kadar hazır bir taze.” Lavinia, popüler kültürde onun kadar bir yer edinemese de Helen’le benzer bir kadere sahip, o da bir savaşa neden olmuş güzel bir kadın. Helen’den farklı olarak; alınıp verilmeyi kabul etmediğinden, kendi kaderini kendi seçtiğinden savaşlara neden olan Lavinia’ya kendi sesini ise, asırlar sonra, Ursula LeGuin veriyor bu romanıyla. LeGuin romanını Vergilius’a olan bir minnet borcu olarak nitelese de, bunu, tarihin hayalet kadınlarını ete kemiğe büründürme çabası olarak da görmek mümkün. Erken dönemin Roma’sı; kadınların eşya olarak görülmediği, kölelerin özgür insanlarla aynı sofrada yemek yediği, insanların yabani bir dünyada birbirlerinden uzak yaşadığı; kafamızdaki mermer sütunlarla, gladyatörlerle özdeşleştirdiğimiz Roma’dan çok uzak bir Roma. Bu Roma’da kadının toplumda bir sesi var, ve o sesi hem bilindik bir destanla, hem de tarihi gerçeklikle yoğurarak asırlar sonrasına yankılatıyor “Lavinia” romanı.

Ursula K Le Guin

Ursula Le Guin

“Lavinia”, içinde barındırdığı zaman algısıyla da sıradışı bir kitap. Lavinia, bir destanın parçası olduğunu, ölümsüzlüğünü bir şaire borçlu olduğunu bilmektedir ve roman da onun sesinden, şimdiki zamana, kendi yaşadığı zamana ve “Aeneas” destanına paralel olan bir zamanda yazılmıştır. Lavinia’nın deyimiyle; “varlığı yüzyıllar boyu sürecekse eğer, en azından bir kerecik ortaya çıkıp konuşması” gerekir.

Binlerce yıllık insanlık tarihinin büyük bir kısmı, bizim “antik” olarak tanımladığımız zaman diliminde kalıyor. Tüm o yüzyılların efsanelerinde, destanlarında eksikliğini hissettiğimiz kadın sesini, tek bir kitapta bangır bangır duyup rahatlar mıyız bilinmez. Ama “Lavinia”nın, erkek egemenliğinde “yere ihtiyacı olan, havaya ihtiyacı olan” herkesi tatmin edecek bir roman olduğu kesin.

Leave a Reply