“Hüzün geldi başköşeye kuruldu, yoruldu yüreğim yoruldu…” Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerle fazlasıyla yüzleşmek zorunda olduğum, artık yavaş yavaş tükenmenin sınırına geldiğim, yaşama sevincimin en düşük seviyeye indiği şu zamanlarda, bir kurtarıcı gibi yetişti Bedri Rahmi Eyüboğlu. Bana memleketimi, köyümü, zeytin ağaçlarımızı, denizi, yaz mevsimini hatırlatarak… Her gecenin bir sabahı vardır dedikleri ne kadar doğru aslında. Bazen öyle anlar yaşıyoruz ki zannediyoruz dünyanın en dar hâli bu. Hiçbir çıkar yol yok bu durumdan kurtulmak için. Her şeyden umudumuzu kestiğimiz, sorgulama yetilerimizi yavaşça kaybettiğimiz ve sessizce sistemin bir parçası olmaya boyun eğdiğimiz bol yalnızlık içeren böyle anlarda, sanki o noktada kaçırdıklarımızı anımsatmaya çalışır gibi, insana “Haydi bugün hayattan biraz kaytaralım” diyen davetkâr, bir o kadar da içten ve insanca, kimi anlayışlara göre ise “kötü bir arkadaşça” bir sesi var bu şairlerin. Eğer sen bu sesi duymaya yetecek kadar gücü bile kendinde bulamazsan, mutsuzluk ve umutsuzluk kaçınılmaz bir hal alıyor. Ben şimdilerde hayatımın dizginlerini elimde tutmak ve bu çalkantılı dönemlerimi en az hasarla atlatmak için yine şiirlere, şairlere sığınıyorum; çünkü yeni bir hüsrana daha tahammülüm yok artık. (Güzel gönüllerine, vakur sözlerine teşekkürü bir borç bildiğimiz ‘keder yoldaşları’mızı bu hüsrandan ayrı tutarım. Fakat onlarla paylaşılanları kelimelere dökmek, söz ile ifade etmeye çalışmak, sanırım biraz da yaşananlara haksızlık olurdu. Zaten ne benim vaktim tüm bunları anlatmaya ne de sizinki okumaya yeterdi. Bu sebeple, sahip olduğuma inandığım kuvvetimin şiirden, şarkıdan gelen yanından dem vurmak istedim.)
“Seni düşünürken bir çakıl taşı ısınır içimde…” Sevmenin en mütevazı hâli diyorum ben buna. Hiçbir abartma ihtiyacı gütmeden, içinden geçenleri kimseye izah etmek zorunda olmadan, kendi hâlinde, yalnızca düşünerek sevmek. Bir çakıl taşını avucunun içine alabilmek kadar kolay görünen ama kimselere tarif edilemeyecek kadar özel, derin ve içerikli bir sevme biçimi. Yazının başında belirttiğim, yaşamın en zor hâlini aldığı anlarda mutluluk getiren, umut veren bir şeylere sığınmanın en kısa ve en etkili yolu. Bedri Rahmi’nin sanatın bambaşka alanlarından esintiler içeren o biricik tarzı, insan ruhuna incelik ve duyarlılık katan yalın ifadeleri, bu yola ulaşmak için başvurulabilecek en güzel rehberlerden biri. Çünkü insana sevdiğini düşünmeyi, onu hayal etmeyi, hayatın akışının kendiliğindenliği ile sevgisi arasında bir bağlantı kurmayı öğretiyor. Onu düşünürken, bir gelinciğin ansızın açılması gibi. Onu düşünmek ve düşünürken de günlük koşuşturmaların içinde yok olup giden küçük şeylere sevinmek… Bir çiçeği koklamak, cama düşen yağmur damlalarını saymak, düşünmek, düşündükçe sevmek ve yetinmeyi öğrenmek, mutlu olmak ve mutlu kalmak… “Ekmek kadar sıcak yürekli” bir başka üstadın da dediği gibi: “Seni düşünmek güzel şey/ Seni düşünmek ümitli şey/ Dünyanın en güzel sesinden/ En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey”. İşte böyle bir sarmal…
“Kimsesizdik ama umudumuz vardı/Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk…” diyordu şair. Dünyanın en dar geldiği anlarda bile, pes etmeyip mücadeleye devam etmek için bir sebep olarak gördüğüm “yaşam”ımın, “yaşama”mın çok güzel bir tasviri bu cümle. Hep söylerim ben zaten, hayatta her şey istediğimiz gibi olmayabilir, ama yine de bir umuttur yaşamak! Bir de o “kimsesizdik” kısmını “yalnızdık” gibi düşünürsek tadından yenmiyor. Benim kendimce geliştirmiş olduğum metamorfik yalnızlık çözümlememe göre, kimsesiz olmak tam olarak bir “kimse”sizlik değil aslında. Çünkü –mış gibi, -miş gibi yaşamak diye bir şey var, mesela şarkıdaki Leyla, kitaptaki Ömer, oyundaki Feride var. Brüt bir yalnızlık bu, fakat asla kimsesizlik değil.
Beni kontrol edemediğim bir biçimde avareliğe sürükleyen, içimdeki o her şeyi bırakıp gitme arzusunu tetikleyen ve altının fosforlu kalemle çizilmesi gereken bir yanı daha var bu meşhur seslerin. Beni en çok huzursuz eden durumlara bile ironik bir açıdan bakıp, her koşulda neşeli olmamı sağlayan, daha ilk satırlarında kendimi istemsizce ona teslim ettiğim bir güç bu. “Durma göğe bakalım,” diye diye, içim karardıkça, yalnızlıktan bunaldıkça, sıkıldıkça bana gökyüzünün o sonsuz maviliğinde kaybolmayı teklif eden, gökyüzünün bedava olduğunu hatırlatan kudretli, yeğin bir ses. Kavganın ve acının ortasında durup bir kulak vermeye değen. Benim gibi, mutsuzluğu kendine bir yaşam biçimi haline getirmiş herkes için, en etkili ağrı kesicilerden biri. Yalnızken, yapayalnızken, uzun süredir yalnızken alınması gereken.
Ve yine bu zamanlarda pek çoğumuzun ortak kronik problemi “kontrol” meselesine geliyorum. Hayatımdaki birçok şeyin benim kontrolüm dışında geliştiği şu günlerde, biraz durup dinlenmek, insan tarafımı hatırlamak için iyi bir nefes oluyor bu şiirler, bu güzellemeler. Ve her sabah, aynı durakta ve aynı kaygılar içinde, bu gri şehri terk etmenin bana en cazip göründüğü, gözleri birbirine hiç değmeyen milyonlarca asık suratı, koşturan ayakları, soğuk havalarda ağızlardan çıkan o beyaz dumanları başka bir dünyadan gelmiş gibi bir havayla izlediğim o anların, sabahın ilk saatlerinin en gerçekçi betimlemesi olarak çıkıyor karşıma. Ben bu tarifi tek başıma yapamazdım. Bu yüzden, akışı üzerinde ufacık bir söz hakkımın bulunmadığı hayatıma en çok sabahları dokunan bu adamlara bir hayli müteşekkirim.
Her birimizin karşına çıkması muhtemel acılara, fenalıklara rağmen, yine de bu hayatta zevk duyabilmek, yaşadığımız süre içinde iyi bir şeyler yapıp bu ‘yaşama’ya bir anlam kazandırmak için önce koşulsuzca sevmeyi bilmek gerekiyor. Çünkü ustanın da dediği gibi, “Sevdikçe iyileşiyor insan.” Ve bu koşulsuz sevgi, beraberinde basit ama sıcacık, içten bir yaşam tarzı getiriyor. Bunları yakalamak için, günlük hayatın içinde yok olup giden küçük ama mutluluk verici ayrıntıları bulup çıkarmaya, dünyaya ve insanlara biraz da dürbünün ters tarafından bakmaya ihtiyacımız var. Onları aramaktan vazgeçmeyelim. Belki bir yerlerde bize mutluluk getirecek, yaşamımıza anlam katacak küçük şeyler vardır. Bir çakıl taşı gibi mesela, bir çakıl taşının içimizde ısınması gibi. Su verelim onlara, canlansınlar. Benim fikrimce, bizim çok sevgili şairlerimiz, biz bunları fark edebilelim diye var etmişler kendilerini. Kafan mı bozuldu, canın mı sıkıldı, sevdiğinden ayrı mı düştün, parasız mı kaldın… Durma, koş onlara. Yeni şairler yeni şiirler yazana kadar sığınacak en güvenli limanlar, şu an var olan şiirler. Zira ben geçmişi, geleceği ve şu anı bağlayacak daha sağlam bir kale bulamıyorum şu sıralar. Şiiriniz bol olsun. Sevgimle…
Öne Çıkarılmış Görsel Kaynağı:
http://www.kariyeryolum.com/2012/12/16/
Fatih Göbelek
Etkilendim ve gururlandım refika….kutluyorum kızım.