“İnsanlığın en güzel görevi adalet dağıtmasıdır” demiş yazar ve filozof Voltaire,
meslektaşı Georges Duhamel, “Adalet nerede hesap sorarsa, merhamet orada haklarını kaybeder” derken,
Romalı düşünür Cicero ise noktayı milattan önce koymuş; “Aşırı adalet, aşarı adaletsizliktir.”
İki perdelik oyun “Yaşlı Kadının Ziyareti”, işte tam da bu tartışmaları irdeliyor, tüm ayrıntısı ile irdeletiyor izleyicisine, üstelik iki saat yirmi dakika kadar kısıtlı bir sürede. Oyun, “adalet” olgusunun birey ve toplumdaki yansımalarının incelendiği sosyolojik bir deney işlevi de görüyor denilebilir. Karakterlerin duygu değişimleri, toplumun iç dinamiğindeki gelişmeler an be an izleyiciye tüm çıplaklığı ile gösteriliyor.
Almanya’nın Güllen kasabasında yaşayan halkın, yoksulluk ve sefalet içindeki yaşamı, kasabadaki sınai faaliyetlerin aniden kesilmesi ve yavaş yavaş her fabrikanın kapanması ile başlıyor aslında. Halk, yoksulluğun sınırlarını zorladığı gibi, aynı zamanda psikolojik olarak da bu yoksulluktan dolayı yıpranmış, tükenmiş bireylerden oluşuyor. Umutsuzluklar içinde bekleyen halk, eski kasabalı bir kadının kasabaya döneceği haberi üzerine bin bir emek ve uğraş içine giriyor. Bahsi geçen kadın herkes tarafından tanınan bir milyarder olmuş meğer. Bunu duyan kasabalının son umudu da bu kadının ziyareti ve muhtemel ekonomik desteği üzerine yoğunlaşıyor böylece. Korosundan orkestrasına, spor gösterisinden duygusal konuşmasına kadar oldukça abartılı, eldeki son olanakların da zorlandığı bir karşılama töreni ayarlanıyor. Kasabaya panteri ve sayısız bavulu ile büyük bir gösteriş içinde gelen milyarder kadın, ekonomik yardım adı altında birkaç milyon bekleyen kasaba halkını şaşırtıyor ve bir milyarlık ‘cömert’liği ile büyük bir şok yaratıyor. Ancak oyunun ilk perdesinin sonuna denk gelen bu cömertlik, eskiyi yad eden, hatır sayan bir bağış gibi görünse de kasaba halkının ve de izleyicinin kanını donduracak bir şarta bağlanarak yerini tehlikeli bir teklife bırakıyor. Sosyolojik deneyimiz işte tam da burada devreye giriyor, kasaba halkının yoksulluk ve vicdanları ile sınanışları ikinci perdede ürkütücü detayları ile sahneye yansıtılıyor.
Bireylerin gerçek, olayların iç yüzünü, karakterlerin ortak geçmişi ışığında daha iyi kavrıyor izleyici ikinci perdede. Milyarder yaşlı kadın, Claire Zachanassian’ın zalim teklifinin altında yatan travmasının açıklanması ile intikam duygusu ve adalet arzusu anlam kazanıyor. Kendisini hamile iken yalnız bırakan ve babalık davasını sahte tanıklar ile savuşturmuş bir eski sevgili ve toplumsal normlar adı altında hamile ve çaresiz bir kadını dışlayan, aşağılayan bir kasaba halkı. Küstah, gösterişli ve zalim tavırları ile izleyiciyi bu sahneye kadar zorlayan Claire bir anda izleyicinin sempatisini kazanıyor ve kitlesel davranışı, toplum baskısını, temelsiz kalıpları sorgulatıyor. Erkek egemen toplum-dünya düzeni içerisinde her zaman yargılananın kadın olduğunu, kadının yalnızlaştırıldığını ve mücadeleye zorlandığını bir kez daha insanın yüzüne vuruyor aslında “Yaşlı Kadının Ziyareti”.
Toplumsal normlar ve çarpık düzen bir tarafa, adaletin sağlanmasına ilişkin soru işaretleri bir tarafa kalıyor tabi bu arada. İzleyici olarak Claire’nin psikolojisini anlamak her ne kadar kolaylaşsa da insan sorgulamadan edemiyor; Voltaire’in de dediği gibi en güzel görevimiz adalet dağıtmak mıdır? Bu görev bizim mi? Çarpık veya değil bir düzen içerisinde oluşturulmuş olan yargı organları göz ardı edilerek, adalet bireylerin çıplak ellerine mi bırakılmalıdır?
Eski sevgilisinin canı karşılığında bir milyar bağış öne süren Claire’ye göre evet, şüphesiz insanlığın, kasaba halkının yoksulluk batağından çıkmak ve gün yüzü görmek için tek çaresi, en güzel olmasa da en gerekli görevi adaleti dağıtmaları yani, Alfred İll’i öldürmeleri olacaktır. Başta büyük bir hışım ve gururla bu “barbarca” teklifi reddeden halkın ilerleyen sahnelerde cinayete nasıl adım adım yaklaştığını, son ana kadar direnen ilkelerine bağlı bir öğretmenin bile bu fikre bir şekilde alıştığını göz önünde bulundurursak Claire çaresiz halkı gerçekten de adaleti dağıtmaya ikna ediyor diyebiliriz. Aslında yaşlı kadının beklemekten başka bir şey yapmasına gerek kalmadan, lükse, refaha aç bir toplum kendini bu “üstün” görevi günden güne benimsemeye başlıyor ve çok sevdikleri Alfred’in öleceği günü bekliyorlar. Bu süreci ve değişimi anlatmak için kostümler ve davranışlar devreye giriyor. Önce halkın giyimi kuşamı, daha sonradan veresiye ile alınan pahalı içkiler, tütünler ve yiyecekler Alfred’in ölümü üzerine yapılan ön hazırlıklar oluyor. Yaşlı kadının panterinin kaçması bahanesiyle silahlanan kasaba halkı ile birlikte Alfred, kendini dev bir paniğin içinde buluyor. Ve izleyici burada bir kez daha yaşlı kadının zekasını takdir etmek durumunda kalıyor, çünkü yaşlı kadın yaptığı teklif ile hem vicdanı ve arzuları ile cebelleşen kasaba halkını hem de ihanete uğramış hisseden ve her an ölme korkusu ile baş başa kalan Alfred’i cezalandırmak istiyor ve bekleyişte bulunduğu süre içerisinde, ölümü öncesi Alfred’i psikolojik olarak da yıpratmayı amaçlıyor.
Adalet arayışındaki bu hikaye, kasaba halkının sonunda kendini kaybetmesi ve yaşlı Alfred’i gözlerini kırpmadan öldürmeleri ile sonuçlanıyor. İnsanlığın ulaştığı en sakin ve şuursuz acımasızlık seviyesi kendini bu sahnelerde gösteriyor ve Alfred’in çekirdek ailesinin dahi rahat bir nefes aldığı cinayet, sanılanın aksine adaleti değil, refah peşindeki halka içsel yoksulluğu ve perişanlığı getiriyor. Anlık bir rahatlamanın, maddi yükten kurtulmanın heyecanı eminim zamanla yerini korkunç vicdani sorgulamalara bırakacaktır. “Adalet yerini bulmuş muydu? Adaleti sağlayacak olan halkın çıplak ve acımasız katil elleri miydi,” soruları ile izleyiciyi baş başa bırakıyor oyun böylece, iki saat yirmi dakikalık bir incelemenin ardından.
Oyun sonunda senaryonun izleyicide bıraktığı izler, başarılı oyunculuklar bir yana; orkestra, kostümler ve dekordaki emek de izleyici için en keyifli detaylar. Orkestranın herkesin görebileceği, sahnede bir yerde ayarlanmış olması, her bir orkestra görevlisinin oyuncular ile benzer kostümleri paylaşması ve oyunun komedi olmasının gerektirdiği efektlerin canlı müzik ile sağlanması oyunu daha dinamik ve etkileyici bir hale getiriyor. Yerinde kullanılan bir müzik, ufacık bir ses efekti oyun için çoğu zaman kritik önem taşıyor ve bazı oyunlara gerçekten de çok yakışıyor. “Yaşlı Kadının Ziyareti”ndeki başarıda da bu orkestranın payı bu nedenlerle oldukça büyük diyebiliriz. Dekor da taşınabilir, oldukça pratik birkaç parçadan oluşuyor, pratik oluşları sayesinde sahneler arası aksama, büyük sessizlikler olmuyor, izleyicinin kopmasına izin verilmiyor adeta. Ancak pratik olması dekorun etkileyiciliğinden bir şey kaybettirmiyor, her sahne için farklı bir dekor kullanılmasına özen gösterildiği belli oluyor.
Serap Sağlar, Mithat Erdemli ve daha birçok kıymetli oyuncunun, Deniz Gökçe Yersel yönetmenliğinde bize sundukları bu oyun, son zamanlarda her anından keyif alarak izlediğim ve neredeyse her sahnesinde kendimi gülerken bulduğum muhteşem bir komediydi. Zannediyorum Friedich Dürrenmatt’ın, “Yaşlı Kadının Ziyareti”ni kaleme alırken aktarmak istediği, altını çizdiği her konuya fazlasıyla değinildi, gerek mimikler ile gerekse replikler ve ilave dokunuşlar ile. Adaleti kimin, nasıl dağıtacağını sorgularken arka planda zalimleşen ve vicdanın gösterdiği yoldan sapan insanı, ince bir kapitalizm eleştirisi eşliğinde gözlemletiyor bu ilginç komedi izleyiciye. “Yaşlı Kadının Ziyareti”ne mutlaka gidilmeli, o atmosfer bir kere solunmalı diyorum “kısacası”. Kendi adaletini bulmaya gidecek olan herkese şimdiden iyi seyirler.
Zuhal Çetinkanat
Keske bu guzel makaleyi “gazeteciyim”diye gecinen ya da “yazarim” diyenler de okusalar, okuyabilseler.
İste bir tiyatro eserinin kritigi boyle yapilir. İrem Tekinel kalemine saglik, gurur duydum basarilar dilerim?❤️?
Berna
muhteşeeeeem
Belkıs Talay
Muazzam