Çello sesi geliyor üst kattan. Rüzgarın dokunuşları perdeyi sürüklüyor açık pencereden. Biri oturuyor odanın orta yerinde. Oturmayı kendi seçmemiş, mahkum edilmiş o koltuğa. Dışarıyı izliyor. Düşler kuruyor. Düşlerinden birisi de “ölmek”. Neden mi? Neden bir insan ölmek ister, neden? Yavuz istiyor işte.
Birileri ölmeyi seçerken birileri de yaşamayı seçer. Sarılır geleceğine, hayallerine. Daha aydınlıktır önündeki yol çünkü daha yaşanacak çok zaman vardır. Peki, bir insan neden yaşamak ister? Zor olduğunu bile bile trene binen Canan istiyor işte.
Yaşayan yaşamayan herkesi gören gözler kimin? Görmekten öte sakince onları kağıda döken birinin. Sakin, dikkatli ve uyumlu bir yol arkadaşı olmayı seçen bir kadının. Bir insan neden kenara çekilip etrafını gözlemler ki? Leyla istiyor işte.
“Siz olsanız ne yapardınız?”
Hayatının başında yol almaya çalışan Canan için her şey o trene bindiğinde başladı. Canan kim mi? Canan her birimizin hayatında bir kere dahi olsa karşılaştığı, hayalleri olan genç bir kadın. İkileme mecbur bırakılma sebebi ise maddi açıdan uzanmaya çalıştığı hayatı çok istemesi. O hayat ise trenin varacağı yerde onu bekleyen kişi Yavuz’un seçimlerinde gizli. O tren Canan için sadece araç, farketmeden hayatına giren bir diğer kadın için ise araçtan çok daha fazlası: hayatta kalma amacı. Leyla’dan bahsediyorum. Yazarlığa hayatını vermiş ve bu durumdan fazlasıyla memnun olan Leyla’dan…
Bu insanlar da neyin nesi? Bu insanlar, kimsenin hayatının uzaktan göründüğü gibi olmadığını bize sunan filmin karakterleri. Nereden gelip nereye gittiğini bilmediğimiz bir trende zamanından çok önce inen, gitmesi gereken yere geciken ve neyi yapması gerektiğini bilmeyen insanların Pelin Esmer’in filmindeki yansımaları.
Her biri kendine ya da bir başkasına işe yarar bir şeyler yapma derdinde. Böyledir zaten çoğu zaman; ya kendi çıkarını gözetirsin ya da başkalarının hayatına dokunmaya çalışırsın. Amaçlarımıza ulaşmaya çalışırken de birileri elbet yaralanır, ikilemlerle karşı karşıya kalır. İşte o zaman istediğimiz şeye giden yoldaki seçimlerimizin doğruluğunu ve yanlışlığını sorgularız. Seçimlerimiz sonucunda değer yargılarımız karışır, sorduğumuz sorular hatta belki amaçlarımız bile değişir.
Eğer ben film çekseydim, o film bu film olurdu derim “İşe Yarar Bir Şey” için. Senaristliğini Barış Bıçakçı ile birlikte yapan yönetmen Pelin Esmer, tüm bu anlattıklarımı izleyiciye acımadan aktarmış perdeye. Bazen diyalogları uzun tutmuş ancak kelimelerin sahnelerdeki yeri fazlasıyla büyük. Adeta Leyla karakterinin sırtına kelimeleri yükleyip keyifle filmin akmasını beklemiş. Leyla da o kelimeleri bakışları ve diğerleriyle iletişimiyle bizlere yönlendirmesini bilmiş. Bu şekilde biz de ortamdaki havayı, müziği ve duyguları hissedebiliyoruz. “Hissedemedim ben, olmamış bu!” demek de serbest. Film buna da açık kapı bırakıyor. Duygular, gizleyemeyeceğimiz yegane şeyler çünkü…
Film en temel ikilem üzerinden, yani saf olmayan insanların saf duyguları üzerinden ilerliyor.
Aynanın önünden geçerken aynaya bakanlar, bakmayanlar ve hatta bakamayanlar… İnsanın kendisiyle yüzleşmesi, kendisinin farkına varması anlamına gelen ayna metaforunun sıklıkla kullanılması filmin anlatmaya çalıştıklarından yalnızca biri.
Sizin de anlatmak istedikleriniz vardır elbet. İçinizde kalıp sizi çürütmeye başlayan düşünceler ve duygular… Bazen her şey anlatılamaz da zaten. Siz en iyisi sizin yerinize anlatılmaya çalışılan şeyleri izleyin. En azından kendiniz için “işe yarar bir şey” yapmış olursunuz. İyi seyirler okur.
Fragman:
Kaynakça:
http://acikradyo.com.tr/sinefil/ise-yarar-bir-sey https://www.youtube.com/watch?v=6gDqzER8pSshttp://ankarasinemadernegi.org/listings/ise-yarar-bir-sey/