Güney Kore yapımı televizyon serileri her geçen yıl ile popülerliğini arttırırken, aynı zamanda popülasyonun büyük çoğunluğunun seyircilik uzantısından da uzak kalmayı becerebildi — nasıl, inanın ben de bilmiyorum. Gözardı edilmişlerdi demeye dilim varmıyor, çünkü özellikle belirli serilerin hakikaten geniş ve istikrarlı hayran kitleleri var, fakat batı ülkelerinden çıkan diziler kadar tanınma ve kabul görmedikleri de aşikar. Elbette zaman zaman ani ilgi artışı ile sıyrılanlar da oldu; en bariz örneği de 2021’de global yorum akışı yaratan Squid Game.
Squid Game’in tematik işlenişi, 10 bölüm gibi kısa fakat bir o kadar da tatmin edici bir süreye sahip oluşu ve, bence en can alıcı nokta olan, oyunculuklarının takdire şayan etkisi ile neden bu sivrilen popülariteye sahip olduğunu çözmek pek zor değil — hatta açıklama bile gerektirmiyor. Benzer konuya sahip, genellikle kapitalist sistemin mağdurlarının bir tür oyunun içinde kullanılarak nasıl eğlence ya da mali amaçlar için malzeme edildiği hikayeler defalarca önümüze farklı karakterler, ülkeler, yaş aralıkları fakat hep aynı öz ile sunuldu. Squid Game’in de önceki bağlamsal kardeşleri gibi ilgi açısından hayal kırıklığına uğratmaması beni hiç şaşırtmadı, insanlar bu konseptin işlenişini görmeyi seviyor, açlığını bariz bir şekilde çekiyor. Ancak, benim asıl değinmek istediğim nokta Squid Game’i aşıyor, aynı veya daha geniş izleyici kitlesine sahip olmasını istediğim üç Güney Kore yapımı dizisine geliyor: Beyond Evil, Mouse ve Save Me. Gerilim ile dramın birleşim çizgisinden çıkmayan bu üç dizi, hikayesi kadar sinematografik yönleriyle de sizi atmosferlerine çekmeyi oldukça çabuk beceriyorlar. Her biri için ufak bir tanıtma sunarak, eğer hala adım atmadıysanız, gerçek bir dipsiz kuyuyu andıran K-drama dünyasına sizi bizzat davet ediyorum.
Beyond Evil (2021)
İlk izlediğim günden beri sadece K-drama da değil, global dizi birikimimde ilk üç sıralamamdan asla çıkaramadığım Beyond Evil ile başlamazsam kendi zevk dünyama da büyük bir ihanette bulunmuş olurum. 2021’nin ilk yarısında -Şubat ile Nisan ayları arasında- çıkmış Beyond Evil, başlarda klasik bir psikolojik gerilim ve polisiye çizgisi takip etse de kısa süre içinde daha katmanlı bir yapıya sahip olduğunu farkına varıyorsunuz.
Klişeliğin tam ortasına bırakılıyorsunuz — ufak bir kasaba ve 2000 senesinde ardı ardına işlenilmiş bir cinayet dizisi. Kurbanlarının geneli hakkında bir fikre sahip olamadan, ister istemez tekine ve kayboluşunun sonuçlarına odaklanıyorsunuz: yirmili yaşlarında, üniversiteye yeni başlamış genç bir kız ve kaybolmasıyla yargılanan ikiz erkek kardeşi. Yirmi bir sene sonra, Lee Dong-Sik (ikiz erkek kardeş) bir zamanlar kendine isim yapmış, fakat şu an küçük bir istasyonda çalışan polis elemanı görüyorsunuz. Kendisi bıkkın, yorgun ve tahammülsüz. Kız kardeşine noldu, kim yaptı, Lee Dong-Sik haksız yere mi suçlandı, kıvrak zekasıyla suçtan sıyrıldı mı; beraber büyüdüğü insanlar dahil kimse tamamiyle bilmiyor, bilemiyor. Bir zamanlar huzura bürülü, şimdi ise her köşesinde başka bir şüphe izi barındıran kasabaya yeni bir polis dedektifi atanana kadar Dong-Sik’in hayatı monotonluktan ibaret şekilde ilerliyor. Kendisinden bir hayli genç olduğu halde, istasyona ilk adım attığı andan beri aralarındaki gerilimin göz ardı edilemediği Han Joo-Won ile Dong-Sik’in hayatı değişiyor. Kolaylaşıyor ve zorlaşıyor; sarsılıyor ve düzeliyor.
Bölümleri “suçlu kim?” sorusu aklımda yankılanırken kısa sürede dizinin asıl noktasının bu gizemden öte birçok element ile ilmik ilmik işlendiğini fark ettim. Karakterlerin uyumu, aralarındaki dinamiğin sönmeyen canlılığı ve gerçekçilikten uzaklaşmadan sıkıcılığa da bir nebze bile yaklaşmamaya özen gösteren olay akışı… Bir bakıyorsunuz, bütünüyle içine çekilmişsiniz, teori ve analizler üzerinden kendinize yeni bir zayıf nokta yaratmışsınız. Sadece 16 bölüm ile genel dizi standartlarınızı yükseltebileceğinizi, bir tekrar izleme döngüsü mağduru olacağınızı iddia ediyorum; bütün inadımla tavsiye ediyorum.
Mouse (2021)
Beyond Evil ile aynı yılda çıkmış, janra ve yüzeysel konusu bakımından da benzerlik gösteren Mouse, aslında psikolojik gerilim ve suç dramlarına oldukça farklı bir yaklaşım içeriyor. Her bölümün bitişiyle yeni bir plot-twist (beklenmedik gelişme) ile karşı karşıya kaldığınız, anladığınızı sandığınızda bile hiçbir şeye dair emin olamadığınızı fark ettiğiniz sürükleyici bir dram serisi.
Jung Ba-Reum, polisliğe yeni başlamış, etrafındakiler tarafından iyi niyeti, düşünceliliği ve saf yardımsever yapısı ile tanınan bir genç. Hayatı tahmin edilebilecek düzeyde sakin ve basit polis işlemleriyle ilerlerken yaklaşık 15 sene önce psikopat tanısı ile hapise tıkılmış bir seri katil ile karşılaştığı günden itibaren düzeni baştan aşağı değişiyor.
Mouse, polisiye gelişmelerine daha biyolojik bir açıdan perspektif sunuyor; psikopatlığın genetik aktarımı ve dizinin çerçevesinde geliştirilmiş, daha anne karnındayken bebeğin psikopatiye eğilimli olup olmadığını saptayabilen, bir teknoloji ile sizi asla sonu gelmeyecekmiş gibi görünen bir etiksel deney dizisine sürüklüyor. Neyin insani değerlere girdiğini, neyin istisna sayılacağını, neyin sizi yönlendirdiğini, neyin gözünüzü kararttığını zar zor ayırt edebileceğiniz, asla rahat nefes almanıza izin vermeyen bir dizi.
Tüylerinizi diken diken yapıp etkilerinden çıkmakta zorlanabileceğiniz oyunculukları ile sizi büyüleyecek bu 20 bölümlük diziye şans vermemek gerilim-severlerinin yapabileceği gerçek bir hataya örnek olur.
Save Me (2017)
Bu sefer sizi 2021’in güncelliğinden koparıp dört sene önceye götürüyorum ama yoğun gerilimi de beraberimizde taşıyoruz. Save Me, kendi heyecanını ve korkusunu dinsel ögeler kapsamında yaratıyor, duygusal dokunuşlarıyla da insanı hafif gözyaşlarından sinir krizlerine kadar çekiştiriyor.
Im Sang-Mi, dört kişilik ailesiyle birlikte babasının terfi edildiği bir iş için büyük şehir Seul’den daha ücra bir şehre taşınır; erkek kardeşiyle liseye devam eder. Şehre ilk ayak bastıkları andan itibaren trajedi mağduru olan bu çekirdek aile, zamanla acılarının ustaca kendilerine karşı kullanıldığı bir durum ile özdeşleşmeye başlar. Politik ve mali destek ile bölgesel ün sağlamış, güvenilirliğini isminin yaygınlığı ile desteklemeye çalışmış bir dinsel örgüt, bu aileye en sevecen ve en yardımsever yüzünü gösterir, gerçeklere karşı Sang-Mi hariç hepsini köreltir. İçine son hızla çekildiği bu kubbe-vari dünyadan kaçmak, akıl sağlığını korumaya çalışmak ve ailesiyle beraber beyinleri yıkanmış daha birçok insanı kurtarmak için sadece kendi gücüne de güvenemez; lisede tanıdığı dört erkek arkadaşından kısa ömürlü bir fırsat anında kurtarılmak için yardım ister.
Save Me’nin ele aldığı konsept gerçekçiliği kadar hassaslığıyla da sizi ilk birkaç bölümden bile pençesine hapsedebilir. Antagonist olarak belirlenmiş belirli karakterlere besleyebileceğiniz nefret ve hissedebileceğiniz tiksintiye, konsept bağlamında gerçek hayattan ilişki kurabileceğiniz olayların da etkisinin büyük olacağını düşünüyorum. Dehşet içinde ekrana baktığınız ve hakiki amaçlarının dinsel güzellemelerle örtbas edildiği örgütlerin duygusal açıdan insanları ne derece manipüle edebileceğine dair inanılmaz köklü bir örnek.
Yine 16 bölümlük bir psikolojik gerilim serüveni ile içinizi karartmak ve ruhunuzu daraltmak istiyorsanız; optimizmden uzak kalmayı kendi ruh halinize uygun gördüğünüz bir dönemdeyseniz, Save Me’ye hak ettiği şansı vermenizi dilerim.