Hani bazı edebi yazılar vardır ya insana acaba okumayı mı unuttum dedirttirir, Sylvia Plath’in yazıları da o kategoriye girer birçok insan için. “Ben az önce ne okudum?” diye düşündürür okuru. Belki art arda birkaç kez okuduktan sonra bir şeyleri anlamaya başlarız ya da sayfadaki sözcükler kafamızı daha da çok karıştırır. Bazı insanlara yorucu gelir böyle şiirleri okumak bazılarına ise çözümlenmeyi bekleyen bir gizem gibidir. Bu “kafa karıştırıcı” yazı stili aslında bir akımdır. Adı da kendi gibi kafaları karıştıran bir akım: Gizdökümcülük.
1932 yılının Ekim ayında dünyaya gelen Sylvia Plath, gizdökümcü şiirin kurucuları arasında yer alıyor. Gizdökümcülük, 1950’ler 1960’lar arasında Amerika Birleşik Devletlerinde ortaya çıkan bir edebi akımdır. Şimdiye kadar modernizm akımı altında, şairler şiirlerdeki anlatıcılar değillerdir. Şiirin içindeki anlatıcı şairinden bağımsız bir bendir. Bu da şiirdeki benliğin duygu ve düşüncelerini şairinden ayrı tutabilmemizi sağlamıştır. Farklı bir şekilde şöyle diyebiliriz: bir şiirdeki anlatıcının üzgün ve hayata karşı negatif duyguları var demek değildir ki şair de aynı duygu ve düşünceleri besliyor. Şair, şiirinde yeni bir karakter yaratıyor ve onun bakış açısı ile yazıyor diye düşünebiliriz. Tabi bu anlattıklarım modernizmin özellikleri. Gizdökümcü şiir, modernizmin neredeyse tam tersidir diyebiliriz. Gizdökümcü şiirde, şair farklı bir benlik yaratmaz. Yazdığı her şeyi kendi bakış açısı ve düşünceleri doğrultusunda yazar. Bu da şairin belli bir şiiri yazarken nasıl bir ruh hali içinde olduğunu tahmin etmemize olanak sağlar. Mesela, Sylvia Plath’in birçok yazısını incelerken depresif bir ruh hali içinde olduğu çıkarımını yapabiliriz.
Özelikle de sekiz yaşında kaybettiği babasını konu aldığı “Daddy” adılı şiirinde, babasına karşı olan duyguları; düşünceleri, ve kullandığı metaforlar, gizdökümcü şiirin en büyük isimlerinden biri olmasının kanıtı olarak verilebilir. Gelin sizlerle bu şiirin bazı kıtalarını beraber inceleyelim. Şiirin ilk kıtasında Plath, babasının artık hayatta olmadığını belirterek onu siyah bir ayakkabıya benzetir. Bu benzetme ilk başta mantıklı gelmese de ilerleyen satırda otuz yıldır bu ayakkabı içinde sıkışmış bir ayak gibi yaşadığını belirtir. Bu benzetme gizdökümcülüğün güzel bir örneği olarak verilebilir. Plath’in kendisi için bir ayakkabı içinde yaşayan bir ayak benzetmesi yapması, babasının ölümü sonucu kendisini baskı altında hissetmesi olarak yorumlanabilir. Ayrıca Plath’in “otuz yılı” vurgulaması, babasını kaybedeli otuz yılın geçtiğini de ima eder. Şiirin farklı bir kıtasında, Plath gördüğü her almanı babası sandığını yazar sonra da bu dili, Almancayı, anlamadığından bahseder. Babasını Alman kökenleri ile bağdaştırdığı için babasına uzaktan yakından alakası olmayan her Almanı bile ona benzettiğini itiraf eder. Bilmediği bir dil olan Almancadan ise sanki babası ile arasında olan bir bariyermiş gibi bahseder. Bu kıtanın ikinci satırında, Almanca “Ben, ben, ben, ben” yazar. Bu da Plath’in bilmediği bir dilde dahi babası ile iletişim kurmaya çalıştığı fikrini destekler. Şiirin son kıtasında, Plath babasının artık onun için bittiğini söyler. Bu dize yoruma çok açıktır. Birçok kişi babasının ölümünü artık kabullendiğini ve travmatik sayılabilecek bu olayı atlattığı üzerine yorumlar. Benim kişisel fikrim Plath’in babasının aslında düşündüğü gibi biri olmadığını, bu yüzden de kafasında onun için yarattığı bu karakteri sonlandırdığı üzerine. Gizdökümcü şiirler birbirinden farklı birden çok yoruma açık oldukları için bir şiirin hiçbir zaman tek bir yorumu yoktur. Bu da, benim de dahil olmak üzere, çoğu okurun hoşuna gidebilecek bir özelliğidir. Sonuçta kim kendi fikirleri yanlış olsun ister ki.