James Joyce, asıl adıyla James Augustine Aloysius Joyce 1882 yılının Şubat ayında doğmuş İrlandalı şair, yazar ve edebiyat eleştirmenidir. Joyce’un Dublin Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda felsefik konularda skolastik düşünceye katkı sağlayan Thomas Aquinas’ın yazılarına gösterdiği ilgi ve alaka, birçok yazısında bu düşünce biçiminden etkilenmesine neden olmuştur. Edebi, felsefik, ve sosyal konularda geleneksel olandan uzaklaşıp, yerine yeni ve modern bir anlayışın hakim kılınması gerektiği fikrini savunan Modernistlerden biri de James Joyce’un kendisidir. Yazdığı birçok eserde Modernizm’in etkileri görülebilir: Ulysses, Dublinliler, Finneganın Vahı…
İlk olarak 1914’te yayınlanan “Dublinliler,” James Joyce’un on beş kısa hikayesinin birleştirilmesi ile oluşan hikaye koleksiyonudur. Bu hikaye kitabı, İrlandalı orta-seviye aile yaşamını Natüralizm etkisi altında yansıtmıştır. James Joyce’un Natüralizm akımı etkisi altında olması, çoğu hikayesinde okura gerçekleri birebir olacak şekilde hiçbir ayrıntıdan kaçınmadan olduğu gibi yansıtmasını sağlamıştır. Bu hikayeler, İrlanda milliyetçiliğinin en üst seviyede olduğu ve ulusal bir kimlik arayışının İrlandalılar için şiddetlendiği bir dönemde yazılmıştır. Edebi ve kültürel olarak etkilenmeye açık olan İrlanda halkı, Joyce’un hikayelerinden toplumu birleştirici fikirler almış ve bu fikirlerden de etkilenmişlerdir. Bu yüzden de Joyce’un özellikle “Dublinliler” içinde yer alan hikayeleri, İrlanda halkının o zamanlardaki benliğini temsil ettiği üzerine yorumlanabilir.
Bu kimlik arayışı içinde kendi benliğini toplumdan farklı bir şekilde özümsemiş ve toplumdan yabancılaşanlar için James Joyce’un Dublinliler adlı öykü koleksiyonunda bulunan “Acı Bir Hikaye” adlı kısa hikayesi örnek verilebilir. Bu hikayenin ana kahramanı, dört yıldır aynı günlük rutine bağlı olan James Duffy’dir. James Duffy, yalnız ve sakin bir hayat yaşamaktadır. Sabahlarını işinde akşamlarını ise ya evdeki piyanoyu çalarken ya da şehirde dolaşarak geçirir. Ailesi ile yakın bir iletişim halinde olduğu da söylenemez. Duffy, çok nadir de olsa ailesini ya biri vefat ettiğinde ya da yılbaşında görür. Onun dışında hep tek başınadır, arkadaşı dahi yoktur. Bu yalnızlıktan şikayet de etmez öyle, tekliğinden memnundur. Bu yalnızlığına eşlik eden tek şey müziktir. Bay Duffy opera ve konsere gitmekten çok hoşlanır, özellikle Mozart’a hayran olduğu söylenilebilir. Sorunsuz rutin hayatına devam ederken bir gün gittiği konserlerden birinde yanında, konser hakkında yaptığı yorum sayesinde çekici ve zeki bulduğu Emily Sinico ile tanışır. İkinci karşılaşmaları yine bir konserde gerçekleşir ama bu sefer Bayan Sinico tek değilir. Yanında kızı ile beraber olduğunu anlayan James Duffy, konuşmaları doğrultusunda da Bayan Sinico’nun evli olduğunu anlar. Üçüncü karşılaşmaları bir konserde değildir, hatta tamamıyla tesadüftür. Bu karşılaşma üzerine bir daha görüşmek için sözleşen ikili sık sık Bayan Sinico’nun evinde buluşurlar. Yaptıkları sohbetler ve birbirleri ile paylaştıkları zevkleri ile zamanla yakınlaşırlar. Yine bir buluşmalarında ona karşı ilgisini belli etmek isteyen Bayan Sinico, James Duffy’nin elini yanağına koyar. Bu beklenmedik yakınlık, James Duffy’nin Bayan Sinico’nun aralarındaki yakınlığı farklı bir şekilde yorumladığını anlamasını sağlar. Bunun üzerine bir hafta Bayan Sinico ile buluşmayan James Duffy, bir sonraki görüşmelerinde de bundan sonra artık birbirleri ile görüşmemeleri gerektiğini belirtir. Rutin ve yalnız hayatına geri dönen James Duffy, sanki bu yakınlık hiç olmamış gibi davranmaya çalışır. Ama artık konserlere gitmez. Yalnızlığını taçlandırdığı konser ve operalar, artık sadece Bayan Sinico ile tekrardan karşılaşabileceği tuzaklara dönüşmüştür. Günün gazetesini okuduğu bir gece, Bayan Sinico’nun ölüm haberini görmesi ile şoka girer. Haberde kadının öldürüldüğü yazıyordur. Emily’nin öldürülürken sarhoş olduğu düşüncesi, James Duffy’i çok rahatsız eder. Kendini en yakın barda bulan James Duffy, tanıdığı bu kadının iki farklı halini düşünür: birçok konu hakkında kayda değer fikirlere sahip olan entelektüel bir kadın, karmaşık duygularından ve düşüncelerinden kaçmak için durmaksızın içen bir ayyaş. James Duffy’nin Emily Sinico hakkındaki düşünceleri, ona karşı bir şeyler hissettiği ve yalnızlığını düzeltip düzeltmeyeceği hakkındadır. İşin işten geçtiğini fark eden James Duffy, alkolün damalarında gezip vücudunu ısıttığı farkındalığı ile soğuk Dublin gecesinde yürümeye karar verir. Bu yürüyüşte tek başına değildir. Emily’nin varlığı da James Duffy’e eşlik etmektedir.
James Duffy’nin Dublinlilerin kaba ve gösterişçi olduğunu düşünmesi, neden canlı şehir hayatından da uzakta olduğunu gösterir. İçinde bulunduğu toplumdan memnun olmadığı, etrafındaki insanlar hakkındaki düşüncelerinden de anlaşılır. Evinin bile renksiz oluşu, içinde bulunduğu toplumdan uzaklaşmasını simgeler. Aslında içinde olduğu bu toplumsal yabancılaşma ve yalnız yaşamı, Duffy’nin sevgi ve ikili ilişkilerden de uzak olduğu yönünde yorumlanabilir olsa da William Wordsworth’ün şiir kitaplarını eksik etmediği kütüphanesi; sevgi ve ilişkilerden çok da uzak olmadığını destekler. Toplum içinde yabancılaşmasının, onu yalnız ve duygusuz bir adam yaptığını söyleyemeyiz. Çoğunlukla, aşk ve sevgi konularını işleyen Wordsworth’ün o zaman James Duffy’nin kitaplığında yer almasının bir nedeni olmazdı. Ama Bayan Sinico ile sahip olduğu ikili ilişkisinin nedenini ilk başta anlayamamasının kendi duygularını bastırması sonucu ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Aralarındaki ilişkiyi yanlış yorumlayanın Bayan Sinico olduğunu düşünmesi, James Duffy’nin ilgili davranışlarının bile farkına varmamasından kaynaklanmaktadır. Hikayenin sonunda tren raylarının Bayan Sinico’nun adını hecelediğini hayal etmesi, son bir elveda olarak düşünülebilir. Bu da bize, James Duffy’nin toplumdan yabancılaşırken aslında kendi beliğinden de yabancılaştığı fikrini ortaya attırır. Renksiz hayatına kısa bir sürede renk katmış Bayan Sinico artık hatırlarında bir anıdan fazlası olmayacaktır, James Duffy’nin.
Kaynakça
Joyce, James. Dublinliler, 1914.