Charlotte Wells tarafından yazılıp yönetilen film “Aftersun” Amerika’da 21 Ekim’de gösterime girmiş olmasına rağmen Türkiye’de çok sınırlı yerlerde bir günle sınırlı bir gösterime sahipti, ama 6 Ocak itibariyle Mubi’ye eklendi ve üyelik sahibi herkes artık izleyebilir.

Filmin içeriğinden bahsedecek olursam, yazar ve yönetmen Charlotte Wells’in babasıyla 11 yaşında Türkiye’ye yaptığı tatilden esinlenerek oluşturduğu bu filmde, 11 yaşındaki Sophie’nin babasıyla çıktığı tatil boyunca kamerayla çektiği anılarından oluşuyor. Çok basit bir dinamikten çıkan, bir babayla kızın tatilde geçirdiği bir iki haftaya odaklanan bu filmin bu kadar beklenen ve konuşulan bir film olmasının sebebi bana göre filmin insanı içine hapseden hüzünlü havası. Yani filmde basit bir baba kızın tatilde geçirdiği güzel zamanlara ortak olmuyoruz, genç bir babanın içindeki karmaşık duyguları derinlerine gömüp, kızının hafızasında güzel br anı oluşturmak için verdiği mücadeleyi görüyoruz.

Ve şunu kesinlikle belirtmeliyim ki, keyifli vakit geçirmek için açıp izlenecek türde bir film değil, her ne kadar konusu öyle bir hava verebiliyor olsa da keyifle izlenecek bir film olmaya uzak bir yapım, o yüzden izlemeden önce böyle bir beklenti içinde olmamanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

Filmin benim gözümde nasıl olduğuna gelecek olursam, ilk izlenimim olan ilk yarım saatte, baba kız tatile yeni çıkmışlarken, filmin bana verdiği boğucu havayı anlamlandıramamıştım. Türkiye’ye güzel bir tatil yapmak için çıkan bir baba kız en kötü ne yaşayabilir ki diye düşündüm, bir noktada babanın intihar edeceğini bile düşündüm ama filmde kötü veya felaket sayılabilecek hiçbir olay olmadı, ama o hüznü içimden atamadım. Filmin sonlarına doğru mutluymuş gibi yapmaya çalışan ama derin bir acı içinde olan babanın ağladığı, kendini kaybetmek istediği sahneleri gördükçe anladım ki başından beri biz izleyiciye hissettirilen hüzün aslında tatilin başından beri babanın hissettiği hüzünmüş. Biz de izleyici olarak onun hüznüne ortak oluyormuşuz.

Ben bu filmi izlerken iyi bir baba olmaya çalışmanın kendi dünyasındaki yıkımlarla mücadele ederken insanı ne kadar çaresiz hissettirebileceğine şahit oldum. Yönetmen bana göre biz izleyiciye anne babaların çocuk büyütürken kendilerinden vermek zorunda kaldığı her parçanın kendi içlerinde yarattığı yıkımı göstermiş. Filmdeki baba gizlice ağladığı her gecenin sabahında kızını eğlendirmeye, onu mutlu etmeye çalışıyor ve sonunda içine attığı her duygunun esiri oluyor. Tüm mutlulukları sahte bir hale geliyor ve sadece kızı için yaptığı bir role dönüşüyor. Bunun insanda yarattığı hüzün çok ağır. Ben bu filmi izlerken sürekli ağlayacak gibi hissettim ve üstelik ortada ağlanacak bariz bir olay da yoktu. Sanırım bu da yönetmenin başarısı. Bu kadar huzurlu bir yerde geçen bu filmde bu kadar mutsuz hissedebilmek de benim başarım sanırım, tabii yönetmenin de katkılarıyla.

Yani kısacası bir tatilden ne kadar derin anlamlar çıkabilecekse o kadar derin anlama sahip bir film, ve ben gerçekten çok beğendim. Bu filmi tanıdığım herkese, siz okurlara da kesinlikle tavsiye edecek olsam da şundan eminim ki bu filme ya bayılacaksınız ya da filmden nefret edeceksiniz. Seçim sizin.

Leave a Reply