TBMM’nin yaptığı ilk anayasa olan Teşkilat-ı Esasi ise, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu belirtmiş ve ilk şeklinde, devletin dini ile ilgili bir maddeye yer verilmemişti. Cumhuriyetin ilanı sırasında ise, o günün şartları gereğince, toplumun bazı kesimlerinden gelecek olan eleştirileri önlemek için, anayasaya dinle ilgili bir madde konulmuştu. Ancak bu tarihten itibaren devlet yapısındaki düzenlemeler dinin kuralarına göre değil, doğal hakların gerektirdiği kurallara göre yapılmaya başlanmıştır.
Hukukun dini kurallardan ayıklanması; yani laikliği denince, akla, başta kanunların dini içerikten ayrıştırılması gelir.
Dini ilkelere göre düzenlenen hukuk kuralları, değişiklik kabul etmeyeceği için, toplumun değişen ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekmiştir. O halde, kanunların din kurallarından ayrı oluşturulması edilmesi ve bu kuralları uygulayacak kişilerin de geniş görüş açısına sahip bulunmaları gerekir. Bütün ihtiyaçları karşılayacak mevzuat, ancak, laiklik esaslarına uygun olarak hazırlanabilirdi. Atatürk tüm konuşmalarında bu noktaya değinmiştir. Buna ek olarak; hukukta hak, tarafsız hukukun kişiye sağladığı yetki iken, dinde hak, Tanrının kişiye verdiği bir lütuftur. Bu sebeplerden dinî kurallar ile hukuk kurallarının ayrılması zorunlu olmuştur.
İkinci Meşrutiyette Şeriat Mahkemeleri Adliye Nezareti’ne bağlanmış, fakat dini nitelikleri devam etmiştir. 3 Mayıs 1840 tarihli ceza kanunnamesinde ve 9 Ağustos 1858 tarihli Fransız Ceza Kanunundan alınan kanunda, lâikliğe doğru bir adım atılmışsa da, gereken aşamayı gösterememiş, kısır kalmıştır.
Adaletin yerine getirilmesinde görevlendirilenlerin nesnel hareket edecek tarafsız kimselerden seçilmesi gerekir. Din kuralları diğer kurallara tercih edebilecekleri için, dini kişiliğe sahip insanlar yargıda nesnel davranmaktan uzak kalabilirler. Bu durum; Osmanlı İmparatorluğu devrinde İslam dininin icaplarını yerine getirmek için kurulan, Şeriat mahkemelerinde görülmüştür.
Cumhuriyetin ilanından sonra şeriat mahkemelerinin kaldırılıp yerine yeni bir yargı sisteminin oturtulması ile adalet herkese tarafsız bir ölçü ile uygulanmaya başlanmıştır. Adlî teşkilâtımızın lâikleşmesi kanunlarla paralel bir şekilde ele alınmıştır.
Bu doğrultuda olmak üzere, İslami Devlet’in başkanlığı olarak düşünülen halifelik kaldırılmış, Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı’na son verilerek, eğitim-öğretim birliği sağlanmıştır. Ayrıca Şeriat Mahkemeleri kaldırılarak, modern mahkemeler kurulmuş, Türk Medeni Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kabul edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak, bütün mezheplere eşit hizmet verilmesi amaçlanmıştır.
Bu yazıda, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri en önemsi siyasi değişim olan laiklik hareketi ele alındı. Öyle ki, laiklik hareketi sonucunda sadece din işleri ve devlet işleri birbirinden ayrılmaklar almamış, insanların birbirleriyle ilişkilerinde ayrılık duvarları yükselten şeriat sisteminin kaldırılıp, hukuk sisteminin de laikleşmesiyle, tam bir eşitlik ve güven ortamı yaratılmıştır.
Kaynaklar:
Angı, H. Atatürk İlkeleri ve Türk Devrimi, ANGI Yayıncılık, Ankara, 2005.
Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, www.atam.gov.tr
Atatürkçü Düşünce Derneği, www.add.org.tr