Geçen yazımda İslam ve Demokrasi gibi akıllarda ilk seferde uyuşmasına pek imkân tanınmayan iki kavrama değinmiştim. (yazının linki http://gazetebilkent.com/2014/04/15/islam-ve-demokrasi-1-bagdasabilir-mi-ayrisir-mi/ ) Özellikle tevhid inancından, adil ve Müslümanlığın yaşanmasına müsaade eden bir yönetimden yola çıkarak demokrasiye yönelik olumlu bir görüş arz etmiştim. Tabi işin bir de meşveret (danışma, istişare etme) boyutu var ki, yıllardır çoğu siyaset bilimci tarafından dile getirilmiştir. Yani bir yöneticinin karar alma mekanizmasında halka tepeden inme şekilde, dayatıcı uygulamalardan kaçınmasının ve danışarak iş görmesinin önemine değinilmiştir. Nitekim buna İslam’ın verdiği önem de aşikârdır. Peygamber Efendimiz (SAV) de savaşlar, Medine halkının ihtiyaçları vs. gibi çeşitli konularda doğruluğu inananlarca sorgulanmayacak bir kaynaktan (vahiyden) beslendiği halde ashabına ve etrafındakilerine danışmaktan katiyen geri durmamıştır.
Meşveret mevzusunu bir kenara bırakarak, günümüzdeki demokrasi anlayışının İslam’la hangi hususlarda uyuşabildiğine bakalım:
Siyaset bilimi dersleri alan arkadaşlarımızın da vâkıf olabileceği üzere günümüzde devletlerin iki tip demokrasiyi benimsedikleri görülmektedir. Bunlar çoğunlukçu (majoritarian) ve çoğulcu (consensual & republican) olarak adlandırılmakla beraber, bu iki tarz demokrasinin seçim sistemlerinden, anayasal bir takım uygulamalardan ve ülkelerin demokrasiyle olan mazilerinden kaynaklandığını söyleyebilmek de mümkündür.
Bunlardan ilki olan çoğunlukçu demokrasi, genel olarak muktedirin hızlı karar alması ve bir an önce siyasi düzenin seyrinde bir aksaklık yaşanmaması adına tercih edilmektedir. Nitekim birçok devlet adamının ve siyaset bilimcinin bu tarz demokraside temel olarak dayandırdığı şey “one person, one vote” (herkes için bir oy) prensibidir. Buna göre, iktidar demokrasi çerçevesinde seçileceği zaman veya herhangi bir konuda referanduma gidileceği zaman söz konusu prensipten hâsıl, temel olarak çoğunluğun tercihine göre karar alınır. Böylelikle daha hızlı ve kesin sonuçlar elde edilir. Bu sistem, “illiberal demokrasiye” yol açacağı yönünde kimi eleştirilere maruz kalsa birçok devlet tarafından tercih edilmeye devam etmektedir.
Peki, bu tarz demokrasi anlayışının İslam’la ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı yerlerde bağdaşabildiğini söyleyebilir miyiz? Bağdaşmayan noktaları da var mıdır? Şöyle söyleyelim:
İlk yazıda belirtilen “katılım” prensibi içerisinde, Müslümanların bir muktedirin geleceğine yönelik veya bir icraate yönelik, gayri-İslami noktaları engellemek adına & İslamiyete uygun görülen noktaların devamı adına, bu tarz demokrasi anlayışından faydalanabilmeleri mümkündür. Mümkündür keza, İslam’a uygun görülen hususlar hızla, aksamadan devam edebilecek veya gayri-İslami hususlar da derhal durdurulabilecektir. Gidişata engel olamasa bile bir Müslüman hem siyasi anlamda hem de dini anlamda üzerine düşenlerden birini yapmış olacak, bunu da kan dökmeden, selamet dolu ve barışçıl bir çerçevede gerçekleştirebilecektir.
Özellikle İslam’a ve Müslümanlara uygun ve faydalı işlerde bulunan, demokratik çerçevede, çoğunlukla seçilmiş bir lidere de, Müslümanların teveccühünün ayrı bir önemli nokta olduğunu da unutmamak gerek. Bu durum, yani lider şahsiyete bağlılık, çoğu kişi tarafından fütursuzca dile getirilen Orta Doğu kökenli bir patriarkal anlayışa dayandırılmamalıdır. Bunun kökeninde, kabilecilik, kölelik, iç savaşlar gibi çeşitli mevzulardan uzun yıllar muzdarip olan Arap Yarımadasında İslam’la beraber kısa süre içerisinde gelen yerleşik düzen, birlik ve beraberlik gibi bazı güzel noktaların Peygamber Efendimiz (SAV) vesilesiyle gelmiş olması yatmaktadır. Sonrasında bu yerleşik düzenin devamı, fitnenin çıkmasına engel olmak adına güçlü karakterdeki bir liderin yönetimi için, Hülefa-i Raşidin’e ve müteakip İslam devleti liderlerine de teveccüh, Müslümanların çoğunluk olarak yaşadığı yerlerde de her daim mevcut olmuştur. Sonuç olarak lidere bağlılık gibi bir tarihsel çağrışım çoğunlukçu demokrasi anlayışında -siyasal sistem farklılığına rağmen- kendisine uygun bir yer edinmiştir.
Tabi bu tarz demokrasinin iki tarafı keskin kılıç iki özelliği de göz önünde bulundurulmalı:
1- İşlerin hızlı yürütülmesi adına seçilecek bir liderin oy çoğunluğundan dolayı gereğinden fazla otoriter bir hal almaya başlaması olasılığı
2- Çoğunluğun azınlığı ezmesi ve ötekileştirmesi olasılığı
İlk hususta aslında geçen yazıda Mevdudi’nin “ilah” kavramına bakış açısından esinlenerek, belli bir görüşe varılmıştı. O görüşe ek olarak şunu da belirtmek elzem düşüyor; çoğunluğun oyunu arkasına alan ve git gide “ilahlaşmaya” başlayan bir muktedir, çoğunluğun desteğini korumak ve iktidarını sürdürebilmek adına kimi zaman Müslümanların yaşamına sıkıntı getirebilecek bir takım olaylara da girişebilir. Bir diğer deyişle, “popülist” yönetim anlayışı Müslüman bir adamın yaşamını sıkıntıya sokacak hale gelirse, Müslüman’ın Müslüman oluşunu, popülizme dayalı demokrasinin önüne koyması gerekmektedir. Çoğunluğun görüşüne uyarak “ilahlaşmaya” çalışan, zulmeden bir muktedire karşı Müslüman eğer bu vazifesini yapmazsa onun Kur’an’da bahsedilen bir takım uyarılara kulak vermesi gerekmektedir:
“İnsanların çoğu aklını kullanmıyor” (29/Ankebut, 63)
“İnsanların çoğu cahillik ediyor” (6/En’am, 111)
“İnsanların çoğu yoldan çıkmış fasıklardır” (7/A’raf, 102)
İkinci husus ise nihai olarak günümüz demokrasi anlayışının bir diğer çeşidi olan “çoğulcu” demokrasinin alanına dâhil olduğundan bir sonraki yazıya bırakılması daha uygun gözüküyor.
Pingback: Islam ve Demokrasi Tartışmaları Arşivi – Serdargunes' Blog